31 Ağustos 2009 Pazartesi

Yıl Dönümü

Aylardan Eylül. Bloğun birinci yılının ta kendisi yani. Hadi şimdi sayalım bakalım bir yılda ne haltlara pandik atmışız.

Yine bir Eylül günü ki bu sanırım 2008 yılı olur (ancak bir yıl değil mi) nedenini hatırlamadığım bir sebeple gaza gelerek açtığım bu blogda 80 küsür yazı yazmışız. Kendi yazdıklarımı bir kenara koyalım, onların önemi yok. Geri kalan yazıları parmak ağrılarına rağmen yazan amatör ruhlu güzel insanların bloğu benden fazla renklendirdiklerini unutmamak gerek. İlk günde yazdıklarımı gözden geçiriyorum; ben bu blou sadece açtım ve benim gibi yazmak isteyen herkesin ilgisine sundum. Sonuç olarak 6 nur topu gibi yazar arkadaşım oldu. Birlikte giriştiğimiz ortak hikaye girişimi "Sıradan Veya Sıradışı" anlamsız ancak eğlenceli yerlere geldi sayelerinde, her ne kadar yazmaktan sıkılıp bir kenaya çekilselerde. Ancak biliyorum hiç birinin kudreti ve sabrı bu kadar değil. Daha yazacak çok Sıradan Veya Sıradışı bölümlerimiz var...

Yarıda bıraktığım hikayeler bir yana, bitirmeyi başardığım iki birbirine kökten bağlı hikaye beğeninize sunuldu. İlk defa denediğim bir kurgulama yöntemi ile yazdıklarım ortalıklarda geziniyor. Ha tabi daha önce birileri böyle bir şey yaptıysa affola. Geri kalan tüm yarım hikayeler er ya da geç bitecek. Hatta buna bir kimlik arayışı hikayesi olan İstenilen Düzey ile başlayacağım. Sadec 3 bölümünü yayınladığım bu seri hikayenin bir çok imla hatası olduğunu gördüm ama nedense değiştirmek istemedim. onlarda benim utancım olarak kalsın orada ve bir gün daha başka bir yerde kendini gösterirse bu hikayeler bütünü elbet bütün yanlışları da düzeltilecektir. Ufacık şehirde bir başına kalan Furkan kaybettiği kalabalıkları geri kazanmak için türlü numaralar ile insanların hayatında dalacak ve hep yaptığı şey olan en yanlış yerden başlama huyu yüzünden hayatı sorunlu, kimi zaman çekilmez ancak bir o kadar da mutlu bir hal alacak. işin özü Ferit'in tek düze kahramanı Furkan'ın insanlar içinde vasıflarını kanıtlama hikayesi "İstenilen Düzey" yakın zaman içinde buradan beğeninize sunulacak...

Az zaman bir yıl. Bu az zaman içinde kanımca bir arpa boyundan daha fazla yol kat ettik. Artık 10 güzelim takipçimiz var arada bir bu bloğu tıklayıp içindekileri okuma nezaketini gösteren. Bir yılın ardından söyleyebeleceğim bir tek şey var:

Artık yalnız değiliz!..

Ve eğer halen daha ben hikayeler anlatmak istiyorum diyenleriniz varsa benimle veya diğer ekip üyeleri ile irtibata geçmelerini istiyorum. sansürle ve engellmelerle sıkıntısı olmayan, tüm benliğinden sayfalara içindekileri haykırmak isteyen herkese kapımız ardına dek açık. özellikle ortak hikaye için tabi... :)

Bir yılımı bana en içten yorumları ile bedbaht eden arkadaşlarım herkese teşekkürü bir borç biliyorum. yeni yazılar ve anlatılacak hikayeler ile görüşmek dleğiyle bir keç günlüğüne benden müsade. Umarım diğer ben gibi amatör arkadaşlarım buraları sahipsiz bırakmazlar...

Saygılarımla...

Ferit (transkripsion)

28 Ağustos 2009 Cuma

Neden Beden

On Dört: Son

“… Birileri bir söyledi biz sevgili, bir başka söyledi biz ayrı. Sen tahmin edebiliyor musun kimdi bizi dilinde oynatan veya neye hizmet eden bir tarikattı? Beklide bunların hiçbir önemi yok şimdi, Başkaları hakkında satırlar tüketip de ne sen ne de ben üzülmeliyiz. Bunlardan farklı sözler yazmam gerek bu yüzden buraya. Öff!.. Ne kadar da hazırdım halbuki…

Anlatmak istediklerim yönlendirilmiş olmanın katlanılmazlığı değil aslında. Soruyorum sana: birileri bizi birbirimize itmiş bile olsa beni nasıl hayal ettin? Biz seninle hayallerinde neler yaptık?

Oysa ki ben seninle uzun ve yorucu yolculuklar, geniş ve huzursuzluk verici hastane koridorları, bilimum sosyal aktiviteler, bize yakın olan herkesle mutlu anlar, kuytu köşelerde utangaç öpüşmeler, dokunuşlar, sevişmeler… Ben seninle geniş zamanlar hayal ettim sadece. Ve inanmazsın bunların hepsi sadece birkaç saniyede oldu. Çünkü sen farkına vardın mı bilmiyorum ama biz birbirimize birkaç saniye bile olsa aşıktık. Gözlerimiz sarıldı birbirine, seviştiler sarmaş dolaş. Biz ikimiz aynı göz bebeğinde tektik saniyeler içinde. Kimse yoktu o anda. Sadece birbirine aşık iki çift göz bebeği ve onların bütünü iki ruh… sen bunu fark ettin mi? O anı hatırlıyorum da, ne kadar güzeldi diye geçiriyorum içimden. İnsana sadece birkaç saniye içinde ömrünün geri kalanının hayalini yaşatan bir aşk ne kadar da yücedir değil mi?

Diğer olan bitenlerin ardında ben hep bu hissiyat ile dolandım ortalıklarda. Sonra bir gün bir resim gördüm ismi önemsiz bir sanal dünya içinde. O Adam ve sen vardınız resimde. Sen omzuna yatmıştın onun ve o kadar masumdun ki, ben utandım kendimden. Yüzünden ona karşı olan tükenmez bir güven akıyordu. İşte tam o anda bana haram olduğunu anladım. Böylesine huzurlu bir anın yaratıcısı o iki insanın hayatına girmek anlamsız ve cahilce olurdu. Asla benim olamayacağını ve bunun için yeterli sağlamlıkta sebeplerinin olduğunu artık gözlerimle görüyordum. Sanmıyorum ama, hayatına girdiğim zamanda aklını karıştırmayı veya bana dair bir etki bırakmayı başardıysam senden özür diliyorum. O resmi daha erken görseydim eğer bunların hiç biri olmazdı inan.

İşte bunlar beni sana saplayan son şeylerdi. Şimdi aklımda olan son şey bugün son defa gördüğüm o solgun yüzünün neden ağlamaklı olduğu? Bunu öğrenemeyeceğimi bile bile söyleyebilecek tek telkin cümlem var başkalarından araklama: her gün güneş doğar, yeter ki açık olsun perdeler…

Şimdi ben yeni bir hayatın içine giriyorum. Başka Biri’nin dünyasında mutlu olmak için elimden geleni yapacağım. Umudum seninde hayattan kopmadan o Adam ile mutlu olman. Eğer bir gün ulaşırsa bu mektup sana beni gülümseyerek ve iyi hatırlaman dileklerimle…”

Uzaktan yazdıklarına baktı Çocuk. Gülümsüyordu sonunda. Kağıda bile olsa içini dökmenin, tüm hislerini anlatmanın verdiği mutlulukla doldurdu tüm ruhunu. Uzaktan yazdıklarına baktı ve son bir gülücük attı Kız’a dair tüm yaşadıklarına. Masadan kalktı ve odasına gitti yazdıklarını güzelce katlayıp bir ajandanın arasına koyduktan sonra. Odasına salondan vuran ışık yatağından dünyanın belki de en güzel tebessümlerinden biriyle uyuyan Biri’nin güzel yüzünü aydınlatıyordu. En nihayetinde mutluydu Çocuk ve sessizce gidip Biri’nin yanına uzandı.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Çığlık

Ne idüğü belirsiz değilim ben!!!
Değilim!!!
Değilim!..
değilim...
değilim..

İdam kararı verilmiş olduğundan artık yapılabileceği sadece, iki koluna girmiş muvazzaflara rağmen, ellerini uzatabildiği kadar karanlıkta parlayan o küçük ışıklı pencereye uzatmaktı.

Sonra o ışık da kayboldu.

Ve mutsuz başlangıç böylece bitmiş oldu.

Neden Beden

On Üç: Tesadüf

Hiç bu kadar konuşmaya niyetli olmamıştı Çocuk bugüne kadar. Bugün ise tek aklının içinde dolanan tüm sözler eksiksiz ve en samimi haliyle dilinden masaya dökülüyor oradan da tam karşısında oturan Biri’nin kulaklarından içeri sızıp benliğinde anlamlar buluyordu. Konuşurken Çocuk’tan gözlerini ayırmak imkansızdı Biri için. Aslında kim olsa o masada kilitlenir kalırdı Çocuk’un sözlerinde. Tüm imkansızlıklarını ve Kız ile ilgili hayatında ve içinde olanların hepsini bir çırpıda anlatıp bitirmek üzereydi. Uzun uzadıya giden her cümlenin ardından önündeki kadehten bir yudum alıyor, kendini kaybettikçe yudumlarda daha da samimi ve sempatik oluyordu. Çocuk’un bittiği anda ise Biri sadece bir tek söz söyledi. “Salakmış!..”

Beklediği söz bu olmasa da Çocuk’un o anda yeşeren egosunu biraz olsun okşamayı başarmıştı. Fakat devamını getirecek kadar yeterli değildi cümlelerin ve sessizce bir sessizlik oluştu masada. Birbirleri ile ilgilenmediler bir süre. Görüş alanlarının içine düşmüş masaları süzmeye durdular. Sessizliğin giderek derinleştiği bir anda Biri: “Aaa! Bu o otobüste sürekli ağlayan kız! Ya neye üzüldü bilmem de zehir eti bize yolculuğu.” dedi.

Tam ardından oturuyordu ki o ağlak yüz ardına dönmek zorunda kaldığı Çocuk. Ardında gördüğü ise şaşkınlığın bulaşıcı bir hastalık gibi yüzünde yer ettiği Kız’dı. Ruhunun hayret bataklığına sürüklenmesine izin veremezdi o anda. Yapabileceğinin en hızlısı olan başı ile selam verme jesti ile Kız’ı ve masadaki diğer kişileri selamladı. Seri bir hareketle masaya döndü. Kadehinden bir yudum aldı rahatlamak için Biri’nin şaşkın bakışları altında. Derin bir nefesle birlikte Birinin yüzünde elini gezdirirken “Böylesine bir tesadüfe nail olduğun için seni ne kadar kutlarsam az!” dedi gülümseyerek.

Gülümsedi Biri bu söz üzerine. Göz ucuyla takip ettiği Kız’ın kıskançlığa saplanan bakışları onda farklı bir istek doğurdu. “O zaten ne kaçırdığının farkında değil.” dedi işveli bir ses tonu ile ve Çocuk’un dudaklarına ince bir buse kondurdu…

Sıradan veya Sıradışı

Yirmi Bir: Sıradan ve Sıradışı

- Alo?
- Merhaba, ben Samet. Dün gece tanışmıştık.
- Evet, biliyorum. İsmin göründü. Nasılsın?
- (Demek ki numaramı verdiğim konusunda yanılmamışım. Bu iyi.) Teşekkür ederim, seni sormalı?
- Az çok tahmin edersin sen de nasıl olduğumu. Bir garip hâller içerisindeyim. Ayrıca dün geceki tutarsızlığım için de özür dilerim. Sebebi mâlum...
- Aslında ben de biraz da onun için aramıştım. Dün geceyi unutarak farklı bir başlangıç yapmak ister misin?
- ...
- ...
- Şimdi gelebilir misin?
- (Bu kadarını da beklemiyordum ama...) Elbette. Neredesin? Gelip seni alayım mı?
- Şu an sahilde bitmek üzere olan kavunlu dondurmamla beraber üşüyorum. Mıntıka'nın Yeri'nin hemen aşağısındayım.
- Hemen geliyorum. 15 dakikaya oradayım.
- Görüşürüz.
- Görüşeceğiz.

"Görüşeceğiz!" diyerek aslında ne demek istediğini biliyordu ama farklı anlamlar da barındırıyor gibiydi bu cümle. Bu durumu ise ancak telefonu kapattıktan sonra fark etti. "Umarım o da benim takıldığım gibi bu konuya takılmamıştır." diyerek telefonu elinden bırakıp bir an önce, yemek yemek için sıklıkla kullandığı Mıntıka'nın Yeri'ne doğru yol almak için hazırlanmaya başladı.

23 Ağustos 2009 Pazar

Neden Beden

On İki: Teğet

Bitti her şey. Kız beklide gitti çoktan. Çocuk ise hissiyatını belli edemeden Kız’ın yüzüne karşı ortada kalmış gibi düşünüyordu. Tek başına yuvarlanıp giderken kendi deryasında, istemediği sızıntılar ve dertler içindeydi sonunda. Sürekli reddettiği aşk kapısından bile içeri girmeden ruhunun hırpalayabiliyordu Çocuk’un. Yaşanan bir mağlubiyet üzüntüsü değildi pek tabi. Kaybediş, terk ediliş de değildi. Yaşanan sadece alışkanlıkların dışında bir şeye tutunmaktı. İnsanlardan, sözlerden ve olaylardan farklı bir yerde öylece duran bir insan figürü, o uzak durdukları yüzünden bulaştığı aşk illetine yenik düşmüş ve bunun hezimetini fazlasıyla yaşıyordu. Çok şey söylemek isterdi, sustukça meylere gömülüyordu. Gömüldükçe gözleri kararıyor, tüm dünyası önce flulaşıyor ve yavaşça kararıyordu. Görmüyor, duymuyor ve hissetmiyordu Çocuk bilmem kaç kadehin ardından.

Nedenlerini düşünüyordu. Yalnızlığının, insanlardan uzak durma isteğinin, ardında kalanları nedensizce özleyişinin nedenlerini. Cevapsızdı her geçen süre ve bir türlü anlam veremedi kabuklarının dibine gömülme nedenine. Dünya güzel ve yaşayıp paylaşmaya değerdi oysa ki. Gömülmenin ve toprak altında çürümenin bir nedeni yoktu. Dünya haklıydı ever, yaşanmalıydı her şey ömrün yettiğince. Aşk, sevgi, bağlılık ve mutluluk kombinasyonları paylaşılmalıydı düğer tüm insanlarla. Zira kimsesizlik bir yerden sonra patlak verir ve insanı içinden çıkılmaz buhranlara iterdi. Patlama noktasındaki Çocuk’un tek fırsatı olan Kız ise şimdi yoktu. Uzak durduklarının bir armağanı olan Kız göçüp giderken geç kalınmış her şeyin canlı bir simgesi gibiydi. Kim bilir, Kız sayesinde Başkaları bile daha güzel görünecekti gözüne ve çocuk’ta dünyanın kısır döngüsüne karıştıracaktı kendini. Ancak olmadı… Olamadı… Bu durumda nefretler kusmaktan, bağırmaktan, isyan etmekten ve kendini kaybettiği tüm dehlizlerden daha büyük yalnızlıklar ve çaresizlikler ile çıkmaktan başka bir çaresi yoktu Çocuk’un. Karamış görüş alanında, ağrıyan başından ve büzülmüş vücudundan kalan son enerji kırıntısıyla isyanı dile geldi. “Neden be Kız’ım!..”

Bu feryat sanki şarj etti vücudunu, karamış gözleri yeniden açılmaya kirpiklerinin ardında biriken yaşların kırdığı ışıkların ardında denizi gördü. Sanki başı daha az ağrıyordu şimdi. Aklında dönenlerin gücü tükenmese de, şimdi nefes alıyor, gözyaşlarını silip etrafını seyredebiliyordu çatık kaşlarla. İskelede, bir sabah vaktinin en kör anındaydı. Elinde tuttuğu şişeden bir yudum daha çekti ve içlenerek martıları ve takaları seyretmeye koyuldu hiçbir şey olmamış gibi. İçindeki isyan ateşi saman alevi gibi parlayıp sündü. İçinden geçenleri bir çırpıda ve yine kimseye göstermeden yaşadığını zannediyordu, ardında olan her şeyi görmüş Kız’ı fark etmeden.

Kendini kalkıp yürüyeceği kadar güçlü hissettiği anda doğruldu. Bitip tükenen her şeyin yaşam fonksiyonlarını yok etmesine izin veremezdi nihayetinde. Sokalar boyu yürüyor, evinin yolunda ilerliyordu sallanarak. Kendine o kadar gömülmüştü ki yanından geçen otobüsü fark bile etmedi. Halbuki kafasını kaldırsa ve az dikkatli baksa o siyah camlarından içeri otobüsün Kız’ı görmek o kadar da zor olmazdı. Görse bile sıyrılırdı bu uyuşuk halinden ve optimist insan tavırlarına bürünürdü hemen. Ancak çocuk’u bu uyuşuk halinden uyandıran tek şey inatla çalan telefonuydu. Otobüs çoktan gitmiş ve Çocuk ancak başını standart düzlemine kaldırabilmişti telefonla konuşmak için. Yüzü gülmese de espritüel bir ses tonu takındı ve konuşmaya başladı:

“Ne o ha! Yoksa Biri beni rüyasında mı gördü de sabahın bir körü arıyor!..”

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Sıradan Veya Sıradışı

Yirmi: Emanuelle ve Elizabeth

Apar topar çıktı işinden Ferit. Hazırlanması gereken bir buluşması vardı ya akşam, onun içindi bütün telaşı. Otobüs veya bir başka toplu taşıma aracı beklemeksizin sokaklarda arayan gözlerle ilerledi. Nihayet kısa süre içinde bulduğu bir CD satıcısının dükkanından içeri girdi. Ne aradığını bildiği halde bulamamaksızın bakınıyordu tezgahlarca sıralanmış filmlere. “Yardımcı olayım abi!” diyen satıcının meraklı bakışları altında ezildiğini hissetti. Çünkü sıradan bir film almak için aşırı heyecanlı görünüyordu onun gözünde ve bu durum birazcık dahi olsa utanç vericiydi.

Daha da utanıyordu aslında. Sadece belli etmemek için elinden geleni yapıyordu satıcıya. “Bana porno lazım!” diyiverdi bir anda.

Gülümsedi satıcı. Karşısındakinin sıra dışı bir abazan olduğunu düşünüyordu. “Bunun için bu kadar heyecanlanmaya gerek yok abi. Hepimizin ihtiyaçları olur kimi zaman.” dedi bıyık altı gülümsemesi ile.

“Yok be! Sandığın gibi değil!” diyerek itiraz etti Ferit yanlış anlaşılmalara ve “Bu akşam bir randevum var ve ben sevişmeyeli uzun zaman oluyor. Olası bir seks anında ne yapacağımı hatırlamam lazım.” diye ekledi.

Kendince haklılığını onayladı satıcı. Karşısında duran adam hakikaten orijinal bir abazandı. “Abi onun için ne pornosu alacaksın! Yıpratacak mısın kızı ya! Orada gördüklerini zaten uygulamaya gücün kudretin yetmez.” dedi daha belirgin gülümseyerek.

Sıradan bir satıcıya bırakıvermişti bütün utancını Ferit. Artık satıcının isteğine göre şekilleniyordu utancı. “ne izleyeceğim peki?” diye sordu çekinerek.

Ferit’in saf hallerine acıdı bir anda satıcı. Zor durumda olduğuna nihayet kanaat getirdi. Gözden uzak bir rafa uzandı elleri. Birkaç film CD’si içinden bir tanesini Ferit’e uzattı. Emanuelle!..

“Aaaa!.. bu benim neden aklıma gelmedi ya!” dedi Ferit elindeki CD kabını incelerken.

“Şimdi ağabeycim; Öğreten kadın Emanuelle’i tanımayan erkek yoktur. Bilirsin bu ablamız hepimizin gençlik hayali ve seks arkadaşımız Elizabeth’i bir çoğumuza ilk tanıştıran hatun kişidir. Eli öpülesice yüce bir insandır… sana verdiğim bu CD’de Emanuelle olmaya hak kazanmış en güzel ablalarımızdan birinin ilk geceler ile ilgili harika tezlerinin barındığı sıcak ve eğitici bir konu ilenmekte.”

“Maşallah sende izlemiş gibi anlatıyorsun valla, bravo!”

“ E abicim işimiz bu bizim!”

Filmi satın aldı Ferit. Ceketinin iç cebine koydu. Samimi satıcının tebessümlerle dolu başarı dilekleri ile ayrılırken dükkandan “Fakat dikkat et! Bugün Elizabeth’i bir defa al koynuna fazlası zarardır! Sonra malum kişiye mahcup olursun!” diye bağırdığını duydu satıcının. Tepki vermeden gülücüklerle çıktı dükkandan.

Buluşmaya çok zaman vardı. Acele etmeye gerek yoktu artık. Hazırlanmak için gerekli tüm gereçler ile evindeydi nihayet. Öncelikle zerindeki resmiyetten kurtuldu. Don ve atlet kombinasyonun albenisi ile CD oynatıcısına filmi CD’sini koydu. Kanepesine uzanıp slip donunu sıyırdı. Usulca izlemeye koyuldu filmi ve daha ilk sevişme sahnesinde sağ eline bakarak “Selam Elizabeth!” diyerek gülümsedi… Buluşma için en önemli aşama tamamlanmış oldu böylece…

18 Ağustos 2009 Salı

Neden Beden

on Bir: İçtenlik

Sonunda biten bir gün elinde nihayet Çocuk’un. Biten ve yeterince sinir bozan bir gün. Öyle ki yaşadığı duygu yoğunluğundan zaman hızlıca akıp geçmişti. Bunun sebebi duygu yoğunluklarına teslim olamamak için kendini işine vermesi de olabilirdi. Belki de çok başka bir şeydi zamanın olağan hızından daha çabuk akıp gitmesi. Ancak artık bir önemi yoktu geçip giden dakikaların. Mesai bitmiş, herkes evinin ya da başka bir meşguliyetin, bir hat-yata gayesinin veya çok farklı ve bilinmedik bir şeyin derdine düşmüştü. Kimi acele ederken iş dışında farklı bir dünyanın kollarına atılmak için, kimi de Çocuk gibi hantal hareketlerle yoluna ilerliyordu. Gün içinde yaşadıkları Çocuk için yeterince büyük bir zihin yorgunluğu bırakmıştı bile bünyesinde. Dingin olsa da vücudu, aklı hükmettikçe tüm kaslarına yorgun gibi hissediyordu. Adımlarını en tembel halleriyle atarken hep bir ileriye, başı öne eğik ve düşünen bir haldeydi. Neye ne kadar daldığını bilmeden, aklının boşluğuna bırakmıştı kendini. Yanından süratine ayak uydurmuş yarı lüks otomobilin kornasını duymakta zorlanacak kadar içine gömülmüştü. Yanı başında sürekli klakson öttüren Efendi’nin arabası vardı. Siyah filmli açıldı ve Efendi Çocuk’un arabaya gelmesi için işaret etti. Olanı bir emi gibi algılayan Çocuk tereddüt etmeden arabaya bindi.

Küresek ısınmadan bir haber, kliması dondurucu soğukları insanın içine işletecek kadar kasıtlı bir abraya ve bünyeye sahipti Efendi. Onca sıcakta, arabanın içinde üşüdüğünün ve hatta titrediğini görünce Çocuk’un, nihayet dünyanın gerçekleri ile yüzleşerek arabanın klimasını kapatıp kendi tarafındaki pencereyi açtı. Yüzü solgun Çocuk’a kayıyordu ara sıra gözleri. Bugünkü suskunluklarının üzerine daha fazlasını koymaysa niyetli olduğunu anlamak hiç zor olmadı Çocuk’un. En iyisi lafa kendiliğinden girmekti. “Siz gitmeden önce Kız’a seninle oynamamasını söyledim!..” diye en orta yerinden başladı kelama.

Anlayamadı ilk anda Çocuk fakat idraki artık hiçte zor olmayan bir durum olduğundan içinde Kız geçen cümleler anlarmış gibi gözlerini Efendi’nin yüzüne kaydırdı. “Neden böyle dediniz?” diye sordu olanları biliyormuş havası yaratarak.

“Çünkü onun niyeti seninle gezip tozmaktı. Seni ciddiye almayacaktı.” dedi Efendi kendi düz mantığı ile.

“iyide zaten bende farklı bir şey düşünmedim hiç.” dese de içinden Çocuk, “Anlıyorum Efendi’m. Zaten milletin diline sakız olmuş bir durumdan meymenet beklenmezdi.” dedi en sakin tavrı ile.

“Ne O? Çabuk unutmuş gibisin…”

“Zaten Başkaları soktu aklıma Efendi’m. Yoksa biz arkadaş olabilirdik ne güzel. Demek ki; arkadaşlığını bile insanların gözü önünde yaşamayacaksın. Hele ki Kız gibi sıcak kanlı biriyle.”

“Sence Kız sıcak kanlı olduğu için mi bu dedikodular böyle yayıldı.”

“İnsanlar Kız’ı başka bir gözle gördükleri için böyle oldu Efendi’m. Bizler, bu şirketler içinde sürekli rekabet halinde olanlar birbirimize çamur atmak için yaşıyoruz sanki. Aslında sadece biraz insani yönden baksak olaylara her şey daha net olacak ve hiçbir dedikoduya gerek kalmayacak. İşte bu kadar basit.”

Efendi alması gerekenleri bir anda alıverdi Çocuk’un ağzından ve bir kez daha ona olan saygısı daha da belirginleşti. Bugün olduğu gibi, diğer personeline karşı Çocuk’u koruduğu her anda ne kadar haklı olduğunu bir kez daha yineledi. Göz ucuyla süzerken trafiğin müsait olduğu anlarda Çocuk’u aslında ne kadar üzgün ve buruk olduğunu fark etti. Sormak istedi, samimiyet sınırlarını genişletmek ona göre olamayacağından vazgeçti. Çocuk’un inmesi gereken uygun yere geldiklerinde yapabildiği ise sadece en samimi tavrı ile Çocuk’un elini sıkmaktı.

Arabadan inişinin hemen ardından isyan etmek geldi içinden Çocuk’un. Artık Kız ile ilgili duyduklarından ilk kez bıkmıştı. Yüzü ekşidi, beyine yapılan bu hücumun anlamsızlığını vücudundan atmak istercesine ağlamak istedi. Fakat bu sefer yapmamalıydı.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Sıradan veya Sıradışı

On dokuz: Birine bakmak, birini görmek

Dilşa uzun saatler boyunca arabada ağladı, durdu. Bu yüzden bir perdenin arkasından bakıyordu dünyaya. Tabi bu durumun bir sebebi de arabanın bütün kapalılığına inat edermişçesine içtiği koca paket sigaraydı. Aklından neler yapması gerektiğine dair pek çok şey geçiyordu:

1-Kilolarca tatlı yiyip, paketlerce sigarayı peş peşe içerek dünyanın en güzel ölüm şeklini deneyebilirdi. Ama bunu sevmedi çünkü hiç bir insan uğrunda ölmeye değmezdi. ki gördüklerinden sonra O’ nun yaşamaya da değmediğini farketmişti.

2- Her şeyi bir kenara bırakıp çok uzun bir tatile gidebilirdi ancak mümkün olduğunca çabuk bir sahaf açmak, yıllanmış kitapların arasında, yaşanmışlık kokusuna gömülüp sürdürmek istiyordu hayatını. Bu hayal çok uzun zamandan beri vardı, vazgeçilemezdi.

Düşünmeye devam ederken aklına Emre geldi. Hayatına giren kadınlara yaptıklarıyla onu çok kızdırsa da lise yıllarından beri tanışmaları yüzünden kopmamıştı ilişkileri. Çünkü Emre çok zor bir çocukluk yaşamış ve bunun yükünü hep sırtında taşımıştı. Yaptığı yanlış şeyler bunun yüzündendi Dilşa' nın gözünde.

Birine anlatması, en azından içmeye başlayınca birinin ona sınırını bildirmesi gerekiyordu. Telefonu eline aldı. Telefon dükkanı olan bir hastası ameliyattan sonra teşekkür etmek için vermişti bu telefonu. Herkes bir şekilde göstermeye çalışıyor memnuniyetini diye düşündü. Ve bu düşünce biraz rahatlattı onu. Bu sırada telefon kulağında bekliyordu.

“Bir kere de ilk arayışımda duy be adam!”

Neyseki sonunda o bildik, güven veren ve insanı inceden titreten sesi duydu.

“İşyerini ara, bir kaç gün izin al, sende kalacağım.” Dedi.

Emre daha önce buna benzer hiç bir isteğini duymamıştı Dilşa’ nın. Bu yüzden hiç düşünmeden hemen kabul etti, zorlanarak ne olduğunu sordu.

“İçkileri hazır et anlatacağım.” Diye yanıtladı Dilşa.

“Daha güzel bir fikrim var, seni sahilde şirin bir yere yemeğe götüreyim bu akşam. Nasılsa bir kaç gün evde olacağız.” Dedi Emre ve duyacağını bildiği itirazları dinlemeden telefonu kapattı.

Emre yaptığı bütün korkunç şeylere rağmen, hiç dillendirmese de Dilşa’ yı bir abi bir baba gibi severdi. Ve onun bu hale gelmesinin tek bir kişiye bağlı olduğunu biliyordu...

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Olması Gerekenler

Bu en yürekten haykırışım!..

İçinizde sonralara bırakılmış hiçbir şey bırakmayın! Yollara düşün! İnsanlara onları sevdiğinizi söyleyin! Aileniz veya arkadaşını, sevgiliniz… Gidin ve boyunlarına atılın! Sevgilerinizi yarınlara ertelemeyin.

Yardım edin insanlara. Kucak dolusu iyiliklerle gidin kapılarına. Yıldızlardan hayat dileyin. Bir kerecik olsun bir başkası olun! Başkasını düşünün. Bencilliğinizden sıyrılıp en fazla sencil olan insanların arasına katılın! Gülümseyin ölürken bile. Ya da öldüğünüzü hissederken acılarınıza gıcıklık olsun diye gökyüzüne gülücükler fırlatın. Hayatı sevmek zorunda değilsiniz belki ama sevmemek için üreteceğiniz her nedeni size hayattan başka bir şeyin vermeyeceğini unutmayın! Sırf bu yüzden, sizler için mecburiyetten bile olsa hayata sarılın ki nefret edecek lanet dünyalarınız büyüsün…

Kendinizden başka kimseye zarar vermeyin! Bırakın dökülsün incileriniz. Neyiniz varsa yerin dibine göçsün. Ama kimseyi ne üzün kendiniz için ne de onarımı imkansız yaralar açın. Fikirlerinizi koyun ortaya. Düşündüklerinizi tozlu sandıklara kilitlemeyin. “Ben” dediğiniz ne varsa haykırın dünyaya! Ama bugünlük bile olsa ne olur kimseyi üzmeyin.

Düşkünlüğünden mazlum biri bunları söyleyen. Bildiğinin aksine kafası çalıştığı için ne kadar pişmanlığı varsa kusar onları kimi zaman. Kimsesiz hisseder ama aslında dünyanın en kalabalığıdır. Sevgisiz kaldığını düşündüğünde aslında herkes onu eskisinden kat kat daha fazla sevmektedir. Aşktan nasip alamadığını söylediğinde yüzüne gülen birileri mutlaka vardır. Fakat o yine de üzgündür, mazlumdur, eziktir… O aslında beceriksizdir. Güzelliklerini şekillendiremeyen bir zavallıdır.

Size son tavsiyem onun gibi olmayın. Yoksa adınız Ferit olur, bir daha da kurtulamazsınız!..

Neden Beden

On: Başkaları

Böylesine küçük bir diyarda insanların birbirleri ile birden fazla kere karşılaşmaları gayet muhtemeldi. Yolda veya bir toplu taşıma aracının içinde, olmadı bir kafede açık havada oturması keyif veren başka bir yerde herkes herkesi bir çok defa görüyordu mutlaka buralarda. Her zaman olmasa da çoğu zaman hoşnut olmazlardı bu durumda. Birini birden çok görmek uğursuzluk gibiydi herkes için. Dile getirilmemiş batıl bir inanç gibiydi bu karşılaşmama isteği. Kimileri ise artık hayatlarının en monoton ve kısır döngülere saplanmış doğrultusuna girdiğini düşünüyordu. Onlar kendilerine göre dönüşü olmayan bir yola girmişlerdi nihayet.

Çocuk için ilk olmayan bir rastlantı anıydı otobüste yeniden ve yeniden gördüğü Başkaları. Bu tiksindirici durum artık bağışıklık kazandırmıştı ki Çocuk’a içinde onlara selam verme isteği bile duymaktaydı kimi zaman. Kalabalığın içinde, ayakta ve birbirlerine eğilip konuşuyorlardı Başkaları. Kendi hakkında konuşulduğunu hisseder mi insan bilinmez ama Çocuk ne hikmetse bu kez onları dinlemek istedi. Çaktırmadan yanaştı duyabileceği bir mesafeye. Elinden geldiğince kamufle etti kendini ve cümlenin içinde ismi zikredilirken yakaladı tam da diyalogu.

“… Sonra Çocuk atmış bardağı yere.!”

“Adam Kız’ın aşkından kuduracaktı zaten!”

“Hakikaten bir şey olmuş mu lan iş seyahatinde Kız’la Çocuk arasında?”

“yok oğlum bende oradaydım ne olacak!.. Bir ara kayboldu bunlar. Sonra bir geldiler çocuk’un surat beş karış. İçilmiş, eğlenilememiş! Belli ki Kız vermedi buna surat yapıyordu ibne!”

“Ama Çocuk her yerde böyle siktim, şöyle elledim diyormuş?..” sözünü duyduğunda irkildi Çocuk. Bu güne kadar değil söylemeyeceği, söylemeye tenezzül etmeyeceği şeyleri ağzından çıkmışçasına duyuyordu.

“Yok be Oğlum ya! O’nun en sağdık dostu olsa olsa Elizabeth’tir.”

“Sen nereden biliyorsun peki bunları?”

“Nereden olacak. Kız söyledi tabi ki.”

“Sen ne ara… Lan az çakal Herif değilsin sen!”

“Tabi Oğlum. Gittim sordum ben. Çocuk için o sünepe bana sevgili olacak kalemde değil dedi. Sonra baktım hafiften gerdan kırıyor haspam hemen yapıştırdım teklifi.”

“Sonra ne oldu?”

“O kadar fazla atıp tutmuşuz ki meğer bunların hakkında Kız soğumuş ortamdan tabi. Biraz abartmışız kanımca. Canımı sıktı zaten bu durum. Eski sevgilisi olacak Adam’ın yanına gidiyormuş yarın.”

“Lan ne Herif’sin sen. Bende tavladı diyip ciddi ciddi dinliyorum!”

“Biz ettik biz bulduk abi! Bunlar yakınlaşmasın diye dedikodu çıkardık haybeden. Sonra elimizde patladı. Meğer bu mamalaklar hakikaten sadece arkadaşmış.”

“Yani?”

“Yani biz bunları ağzımızla sevgili yaptık, ağzımızla ayırdık olan bu. Ha bu arada kantarın topunu da kaçırınca Kız’da uçtu gitti elimizden! Ama ben vazgeçmedim daha. Bir gitsin gelsin ne yapar eder ikna ederim ben onu. Hiç bu kadar istemedim oğlum ben birini!”

Soluk bile almadan ilk durakta apar topar indi çocuk. Duydukları hayretler denizinde boğuyordu resmen onu. Duydukları ne kadar da kendinden alakasız şeylerdi. Böylesine saçma bir eğlence malzemesi olacağını asla tahmin edemezdi. Kısa bir an istifa etmeyi bile düşündü. Kurgulayacak bir fikir bile üretemiyordu aklının içinde. Sokakları arşınlarken adım adım bu duyduklarını Kız’a anlatmak istedi bir anda. Eli telefonuna gitti, aramaya cesaret edemedi. Zihninde Kız ile ilgili bütünleşen tek bir gerçek vardı. Artık her şey için çok geçti. Kız’ı sevdiğini hissetse bile…

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Neden Beden

Dokuz: Resim

Koyu bir kupa dolusu çay nedense sakinleştirici bir etki ihtiva ederdi her çalışan bünyenin üzerinde. Birkaç yudum sonrasında sadece ince bir sızı kalırdı alınların şakaklarında. Çocuk iki duble çay yuvarladı boğazından midesine. Kendini en durgun hissettiği anda tekrar çalışmaya başladı. Monitöründeki kâğıtlarda yazan görevler bitmiş, sırada masaya yayılmış dosyalar vardı. Gün içerisinde nihayet kendini işine adayacağı dakikaların başladığını tüm benliğiyle hissediyordu artık.

Elindeki dosyaları önce teker teker baktı. Geçici olarak işe alınmış personele ait dosyalardı bunlar. İçlerinde sadece başarılı bulunanların olmadığı tüm geçici personel dosyaları… bu dosyalara Kız’ınki de dahildi.

Birkaç dosya sonra sıra Kız’ın dosyasına geldi. Meraksızca ve tepkilere engel bir soğuk kanlılıkla aldı dosyayı eline. Ön sayfayı açtı ve kızın gülümseyen bir resmi ile karşılaştı. O güzel gülümsemeye kayıtsız kalmamak nezaketsiz bir davranış olacaktı ki Çocuk da gülümsemeye başladı bir anda. Kız resimde değildi sanki kısa bir süre. Saçma bir espriye gülüyorlardı karşılıklı. Baş başa iken her şey ne kadar da anlaşılır ve basitti oysa. Bir gülümseme, bir bakış yeterken tüm cümleleri ortaya dökmeye, bu kadar zihni kasıp kendini zorlamanın bir anlamı yoktu. “Keşke bizi bize bıraksalardı.” dedi sessizce Çocuk. Bu belki de Kız ile alakalı en içten tek temennisiydi bu zamana kadar.

Ayak sesleri duydu ve başını odasına açılan kapıya doğrulttu. Açık kapı önünden öğle tatilinde didiştiği iki karakter büzülmüş suratları ile geçiş yaptılar. Göz ucu ile Çocuk’a baktı her ikisi ve her ne hikmetse yüzlerinde bir pişmanlık belirtisi vardı. Tıpkı onlar gibi göz ucu ile bakıyordu Çocuk da. Ve kapının önündeki geçiş merasimi tamamlandıktan sonra küçük bir zihin parlaması yaşadı Çocuk. Aynı gülümseyen suratla yeniden resme baktı en iyi tezini savurdu gün yüzüne ağzının dudak çeperlerinden:

“Hep Başkaları’nın yüzünden!..”

9 Ağustos 2009 Pazar

Sıradan veya Sıradışı

Onsekiz: Aradığınız kişiye şimdi ulaşılıyor.

Telefonu eline aldığında telefonu eline almasını sağlayan cesaretinin yerini büyük bir heyecan aldı. Aklından hemen bir diyalog metni üretmeliydi. Nasıl başlamalı? Neler sorabilirim? Konu nerelere sapabilir? Saptığı bu yerlerden nasıl kurtarabilirim?

Elindeki terleme telefonu kayganlaştırmıştı. Tuşlara basmaya çalışırken telefon elinden aşağıya doğru kayıyor, o da bunu engellemek için telefonu havaya atma hareketi ile tekrar avucuna oturtmaya çabalıyordu. Bunu birkaç kez yaptı. Hatta son yapışında heyecanının yanında gelen gerginliğin de etkisiyle biraz fazla kuvvet uygulamış olacak ki telefon elinden fırlayıp televizyon masasının altındaki boş şişelere çarptı: kırılma olmadı.

Numarayı çevirdi: 03141592653. Yes'e basmakta zorluk çekti. Nefesi duracak gibi oldu. O gerginlikle kendini kastı. Kasılan vücudunun etkisiyle sıkılan avucu sayesinde baş parmağı tuşa dokundu ve arama başladı. Kendi kendine aşmakta zorlanacağı belli olan bu duvarı bir şekilde aşmıştı ama az önce kurmayı planladığı bütün cümleler aklından uçuvermişti bile çoktan. O an fark etti ki telefon numarasını yalnızca eline değil aynı anda telefonuna da kaydetmişti çünkü telefonun ekranında "Aranıyor... Özlem!!!" yazıyordu. "Olduyla öldünün çaresi yok." atasözünü bir cebine alıp telefonun ahizesini kulağına götürdü ve "Ben onun numarasını kaydetmişsem o da benimkini kaydetmiştir belki." diye düşündü. Geceden aklında kalması gerekenlerin arasında bulunan bu ayrıntılar hakkında maalesef hiçbir şey hatırlamıyordu.

-dıııııt... dıııııt...
-(Hâlâ açmadı, acaba yanlış bir zamanda mı aradım?)

Saate baktı, yarımı biraz geçmişti. Uyuyor olma ihtimâli küçük bir olasılıktı.

-dıııııt... dıııııt...
-(Aç artık n'olur, aç!)
-dıııııt... dıııııt...
-Alo?!
-...

Kuracağı cümlelerin ötesinde, hangi dili konuştuğunu bile unutmuştu.

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Neden Beden

Sekiz: Önce

“… Hadi dışarı çıkalım sıcak oldu burası…” demesine rağmen aslında Çocuk’un o kadar da sıcak değildi bulundukları salon. Sadece Çocuk bir an önce çıkmak için bahaneler üretmişti kendine. Çünkü daha fazla yüzündeki mimikleri taşıyamayacaktı.

Neden çok yoğun hisler beslemedi Kız’a karşı bu kadar içlendiğini çözmeye çalışıyordu kafasında. Önce akşam chat ortamında reddedilmesinin bir etkisi miydi bu acaba? Malum insan imkânsızın üzerine gitmeyi severdi. Bu imkânsızlık da bütün ihtişamı ile Çocuk’un gözlerini kamaştırmış olabilirdi. Yok bu çok basit bir nedendi ancak. Belki de aşırı aynılıktı çekimi sağlayan. Kurulan cümlelerin benzerliği, birbirine bitiştirilmiş fikirler ve bakış açıları pek tabi çekici bir sebep olabilirdi. Kafası karıştı Çocuk’un ve kendini bahçedeki bir masanın dibine iliştirdi. Önce ayakta etrafa baktı ve ardından gözleri uzaktan gelen üç insan suretine takılı sandalyeye oturdu. Aslında sebeplerinin kaynağının aklına gelen ilk şey olduğunun farkında bile değildi.

Arkadaş ve yanında barındırdığı iki Tipitip’ti uzaklardan gelenler. Mekanın aşırı boşluğunda incir çekirdeği kadar yer dolduracaklardı bugün onlarda. Arkadaş’tan ayrılıp Çocuk’u daha iyi görebildikleri bir masaya geçtiler usulca. Arkadaş ise tereddüt etmeden Çocuk’un yanına ilişiverdi. Hal hatır sordular birbirlerine ve rutinlerden farklı olarak “iyi olsam ne değişir...” cevabı geldi Çocuk’tan ve çocuk soğuk bir içecek istedi garsondan ve garsonun isteğine bağlı aynı asık suratla.

“Kız Yakında gidiyor.” dedi arkadaş. Son zamanlarda Çocuk’ta dahil herkes bir konuya girmek için pek bir hızlı davranıyordu.

“Adam’ın yanına mı?” diye sordu Çocuk ve Arkadaş’ın başı ile onaylamasının ardından içinin bir kat daha daraldığını hissetti. İçten içe Kız’ bu kadar ilgi duyduğuna o da şaşırıyordu.

“Aslında artık geç ama sana bir şey söylemeliyim ben.”

“Nedir?” dedi Çocuk merakla.

“Sen çok hata yaptın bilmem farkında mısın?”

“Ne hatası?”

“Kız onunla birlikteyken senden bir şeyler beklemiş.”

“Nasıl bir şeyler?”

“Anla işte…”

Alnından sıcak terler boşalmaya başladı Çocuk’un. O zaman Dost’ları Kız’dan uzaklaşması yönünde uzaklaş diye telkinde bulunmuşlardı Çocuk’a. Hâlbuki tam tersi bir durumda şimdi bu masada birlikte olacaklardı. Ne söyleyeceğini bilemiyordu Çocuk. Dost’larının uyarısına kulak astığını söylemek dünyanın en aptalca kelamlarından biri olurdu. “Ben… Anlayamadım o zaman…” diye saçmaladı sadece.

“öpüştün ama anlamadım öyle mi?” diye bastırdı Arkadaş. “Şimdi sen kaçan balığa yan!” dedi ve son noktayı koydu ardından.

Yüzü düşük, ne diyeceğini bilemez bir haldeydi Çocuk. Tam olarak hangi duruma yanacağını bilemez bir haldeydi. Kız’ın gidişine mi, yoksa bu gidişin temel nedeninin mimarı Dost’larının yönlendirmesine mi?. Yutkundu birkaç kez. Hissettiklerini yüzüne yansıtmakta Kız’a kestiği rol kadar başarılı olamıyordu. Mimik yeteneği tükenmişti resmen. Aklı karman çorman bir halde önüne gelen meyve suyundan bir yudum aldı önce. Bir ara telefonu çaldı. Arayan artık iadesiz geri postaladığı Geçmiş’iydi. Konuşmak için izin istedi ve ayağa kalkıp birkaç adım ileri gitti.

Beni bir daha aramayın demedim mi!..” diye bağırarak konuşmaya başladı. Karşıdakinin ne söylediği ya da Çocuk’un ağzından çıkan sözler önemli değildi. Belli ki bir çemkirme anıydı karşılıklı yaşanan. Ve asıl olan Çocuk’un o güne kadar hiç olmadığı kadar öfkelenmesiydi dikkati çeken.

Telefonu kapattıktan sonra masaya geldi koşar adım ve meyve suyundan bir yudum daha almak istedi. Tam o sırada. Karşı masada oturan iki Tipitip’ten biri “Ne o çocuk! Hatunların artık pas atmıyorlar galiba!” dedi gevşek bir sesle.

Hemen ardından diğeri de ekleme yapmaktan çekinmedi: “Kız’dan yiyince tekmeyi böyle oldu aslında. Baksana tipe! Sarktığı tük karılar tokadı basmışta çocuk gibi ağlayacak sanki! Agucuk da gugucuk!” dedi jestlerle bir bütün Çocuk ile kafa bulmak niyetli.

İçtiği meyve suyu genzine kaçtı Çocuk’un o sırada. Bütün benliği kayboldu o anda. Kulakları duymuyor, gözleri ise Tipitip’lerden başkasını görmüyordu. Öksürdü bir defa ve elindeki bardağı kavrayıp içindeki meyve suyunun üstüne dökülmesine aldırmadan havaya kaldırdı fırlatmak için. Öfke bilincini köreltmiş, o anda hiçbir dış tepkiyi fark etmesine izin vermiyordu. Bir anda nasıl hissettiği bilinmez başını hafif yana çevirdi. Başının döndüğü yerde Kız hayretle olanlara bakınmaktaydı. Yüz hatları hiç değişmedi Çocuk’un Kız’ı gördüğü anda bile. Sadece içindeki vahşet köreldi biraz. Kız’ın gözlerinin içine bakarak bardağı yere fırlattı. Yerde şangırdayan bardağın insanlar üzerinde yarattığı etki daha tükenmeden olay yerinden uzaklaşmaya başladı. Bu kez yanında kaçırdığı fırsatların da etkisi ile fark ettiği Kız’a olan aşırı ilgisi de vardı.

4 Ağustos 2009 Salı

Neden Beden

Yedi: Sonra

Sükunet kimsenin kendisine yakıştırdığı bir meziyet değildi. Böyle bir durumda sükunetin erdem sayılması da beklenemezdi. Sessizliği asla vuku bulmayacağı bir yerde tek temenni onca sarf edilen cümlenin anlamlarla bezenmiş olmasıydı. Evet, cümleler anlamlarla yüklüydü. Bu anlamlar kasıt, ima ve olumsuzluklar içeriyordu. Hiç birinde hayatı güzel kılabilecek bir alt metin bile bulunmuyordu. Cümlelerin sahipleri hep karşılarındakine baskın gelmek için saldırganca savuruyorlardı tüm dağarcıklarını. Her kelimenin varsa bir anlamı hiç de iyiye yorulacak gibi değildi.

İnsan’lar bu söylemlerin hırçınlığında kendilerine bir yaşam alanı belirlemişlerdi söylediklerini etraflarını çevrileyen bir duvar kabul ederek. Böylesine tekdüze ve yoz bir popülasyon içinde Çocuk nasıl olabilirdi de yaşabilirdi? Elinde az konuşmak ve kulak asmamak gibi silahlar başka cephanesi yoktu. Ancak bu cephane de bir tükenecekti.

Kafası günlük gazetesine gömülü ve yine herkesten uzak bir masada bir bardak çay sipariş etmişti Çocuk. Gözü burnunun ucundaki haberi okumak için çırpınsa da kulakları bu isteğe mani oluyordu. İnsan’lar yine konuşuyorlar ve yine çekiştirmekten aldıkları hazzı kahkahaları ile ortalığa saçıyorlardı. Son iki haftadır olduğu gibi mevzunun yine Kız ve kendisi olduğunu anlamakta gecikmedi. Zaten her köşe başında manasız bir kinaye birikmiş gözler artık iyice paranoyak yapmıştı Çocuk’u. Acaba Kız de bu bakışlardan rahatsız olmuş muydu?

Çaktırmadan sesin geldiği yöne çevirdi kafasını. Söylenenlere bakılırsa Kız ve Çocuk çoktan halvet olmuşlardı bile. Ancak sadece bir defa öpüştüler o kadar ortak anlarında. Kaldı ki toplansa ne kadar ortak anları olmuştu ki zaten.

Fısıltılarla konuşan iki İnsan dedikodu malzemesinin karşısında bu kadar cesur cümleleri kurmakla büyük bir cesaret anlayışının temellerini oluşturuyorlardı. Bir tanesi çocuk’un bakışlarını fark etti. Konuşulanları az biraz anlayan Çocuk büyük bir öfke ile bakıyordu karşısındakilere. O sırada çalan telefonu sayesinde bakışlarındaki elektrik bir nebze olsun azaldı. Hızlıca telefonunu açtı ve konuşmaya başladı bir gözü diğer ikisinde:

“Efendim… İyiyim canım… nerdesin sen şimdi?.. Nasıl ya nerede olduğumu bilmiyorum?.. Saat 6’da… Yok ben seni alacağım sen hiç telaş etme… Bak program yaptım akşama çok bekletme… Bende öpüyorum canım…”

Telefonu kapatır kapatmaz sivrileştirilmiş kelam anında geldi: “Kız’ı çabuk unuttun galiba!” dedi iki kişiden biri.

“Yok yok! Bence o Kız’dı. Yok ya şimdi burada, Allah bilir nerede! Baksana adres sormak için Çocuk’u arıyor.” dedi diyalogun öteki teki.

Hiç biri Çocuk’un taşan sabrına aldırmıyordu bile. “Çocuk! Onu bunu bilmem de. Lan bu kız senle işi pişirmiş sonra Herif’in biri ile boynuzu takmış diyorlar ne kadar doğru bu?” dedi ilk konuşan sırıtarak.

Çocuk oturduğu yerden kalktı. Sipariş ettiği çayın boş bardağımı eline aldı bir anda ve sıkmaya başladı. Her an karşısındaki bu iki densize saldıracakmış gibiydi hali. Sadece ufak bir söz daha gerekiyordu ya onu harekete geçirmek için. “Ne o ha! Yoksa geçen seferki gibi bardağı mı fırlatacaksın sinirden!” dedi bir diğeri ve kahkahalara büründüler.

Tam söyleneni yapacaktı ki Çocuk Efendi’nin “Hayırdır!” sesi sardı etrafı. Bir tarafta iki gerzek ve diğer yanda onlara saldıracak bir çelimsiz Çocuk vardı. “Çocuk sen benimle gel şimdi. Siz ikinizi de öğleden sonra odamda istiyorum!” diye ekledi Efendi.

Daha önce yaptığı hatayı yenilemesini engellediği için Efendi’ye şükran borçluydu artık Çocuk.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Neden Beden

Altı: Uyarı

Olanların dışında farklı bir yerdeydiler Kız ve Çocuk. Alem dediğin sanki yok, olanlar ise objeden öte değildi. Cennet değildi oldukları yer, insanlar ise burada yoklardı. Araf’taydılar sanki. Sadece birkaç saniye iki ruh alemler boyu gezip durdular. Kainatın pozitif enerjisini içler gibi her şeyden ırak bir hayalin gerçeğe yüz tutmuş haliydi o ilk öpüşme anı.

Birkaç saniye sonra birbirlerinin dudaklarından koptuklarında umursamazlık sarmıştı içlerini. Donmuştu yaşam ve mutluluk çekingenliğiyle birlikte iç gıcıklayıp tebessümler serpiştiriyordu ayrılmayı istemeyen iki dudağa. Hani o telefon çalmasa azıcık bir gülümseme olacaktı ve yeniden öpüşmeler başlayacaktı ya olmadı işte. Sesleri önce kafalarında anlamlı hale getirdiler. Sonra da suçlu iki çocuk gibi telefonlarına bakmaya koyuldular sanki telefonun diğer ucundakine “Valla biz bir şey yapmadık!” diyeceklermiş gibi. Telefonu çalan Çocuk’tu. Heyecanlı bir ses tonu ile konuşmaya başladı.

“Evet Dost’um!.. Evet o bar… Siz neredesiniz?.. O kadar yakın yani!.. Koşun gelin o zaman!..” dedi ve kapattı telefonu. Kız’a döndü gülümsemesi iki kat daha fazla. “Dost’larım geliyorlar!” dedi.

Nedensiz bir toparlanma hissiyatı geldi ikisine de bir anda. Küçük de olsa aralarında bir mesafe oluşturdular refleksif olarak. Çekiniyorlardı birbirlerinden. Az daha surat büzseler utanacak gibilerdi sanki. Bu yüz ifadesi en çok Kız’da belirginleşse de Çocuk’un da altta kalır bir yanı yoktu. Az önce sarmaş dolaş olan bu acayip ikili şimdi yeniden en baştaydılar.

Kısa zamanda geldi Çocuk’un Dost’ları. Koyu bir muhabbet içerisinde geçmeye başladı zaman. Gelecekten, geçmişten konuştular. Samimiyet arttıkça Kız ile Çocuk arasındaki ince ve görünmez duvar yıkılıyor gibiydi. Doruk noktası olmasa bile birbirlerine yanaşmaktan çekinmediler koca kahkahaların havaya karıştığı bir anda. Dost’ların da dikkatinden kaçmayan bu yakınlaşma pek de güzel görünüyordu aslında.

Bir ara alkol tüketimi yüzünden lavabonun yolunu tutan Kız’ın ardından sorgu başladı bile anında. İnatla arkadaşlıklarının samimiyet dozunun kendilerininkinden daha ileri olmadığını savundu çocuk. Ancak ufak bir yanılgı ile az önce öpüştüklerini ağzından kaçırıverdi. Aslında neden bunu direk söylemediğini geçirdi içinden. Kısa bir öpüşme ile kimseye sahip olamayacağının kanaatine varınca bu sorunsalın devam etmesini reddetti. Dost’larından bir tanesi “Ama sen yine de dikkat etmelisin!” dedi uyaran bir ifade ile.

Suratını büzdü Çocuk. “Neden öyle dedin ki sen şimdi?” diye sordu.

“Tamam öpüşmüş olabilirsiniz ama böyle aşırı samimi duruşlar onu sıkabilir. Hele ki sen bunu hep yapıyorsun. Hoşlandığını belli etmek için yapışıyorsun karşındakine.”

Soğuk terler aktı sırtından bir anda. Bu kadar dobralık akla zarar gelir diye düşündü. Sadece konuşan değil, dinleyen Dost’larını da hak verdiğini görünce bu cümlelere donup kaldı Çocuk. Demek ki yanlış yapıyordu. “Ne yapmalıyım ben o zaman?” diye sordu çaresizce.

“Fazla yanaşma. Hem siz iş için burada değil misiniz? O yüzden Başka’larının yanında da dikkat et. Sizin şirketçiler malum ağızları boş durmaz, olan size olur.”

“İyi madem…” diyebildi Çocuk sadece. Öte taraftan gelen Kız’ı görünce konuyu çiftleşmekte zorlanan pandalara getirdi ustaca kurulmuş bir cümle ile. Kız’ın afili hareketler ile yanındaki yerine oturuşu seyretti göz ucu ile. Aralarındaki o görünmez duvarı yeniden, çok daha kısa bir sürede ve daha sağlam inşa etti kendini sohbetin akışına bırakmak isterken gözleri bir anda Kız’ın anlamlar oluşturmak istercesine bakan gözlerine takıldı. Zihni Dost’larının uyarıları doğrultusunda işliyordu artık. Aralarındaki yakın ama uzak mesafeden her şey normalmiş havas yaratan bir gülücük attı. Kız’da gülümsedi ve sohbete cümlenin birinden dalıverdi. O anda Çocuk Kız’ın aklından geçenleri tahmin bile edemezdi.

2 Ağustos 2009 Pazar

Sıradan veya Sıradışı

On Yedi Uykuya Dalmak

''Bir bakalım neler var... Raflar, boş poşet, boş ketçap kutusu, boş kahvaltı tabakları... Boş bir buzdolabı ve bomboş bir mide!''

Kıçını kaldırıp alışverişe çıkması gerekirdi oysaki. Bir buzdolabından gıda mamulleri üretmesini bekleyemezdiniz haliyle. Ancak Yeşim suçu nesnelere atmaya devam etti. Sorumluluktan oldu olası nefret ederdi. Sorumsuzluklarından da öyle. -Çelişkili mizacı gereği- Savunma mekanizması, çıkar yolu görmemezlikten gelme metodunda bulmuştu öyle ki. Zaten alışverişi ertelemek için çoktan gayet iyi bir sebep bulmuştu: Bayat ve yarım bir sandviç...

Yemeği küçük lokmalar halinde yiyince daha doyurucu oluyormuş... Aynen de öyle oldu nitekim. Hiç denemediği bir usuldü bu hayatının her alanında. Önüne çıkan her şeyden koca bir lokma alırdı ilk başta, beğenmezse tükürürdü. Ki asıl sorun da bir şeyi beğendiğinde başlardı o şey için... Hiç bir şey yapmazdı. Tüketirdi sadece. Ardından da kendine 'sadece'ler bulurdu. acımasızlıklarını masumluk kılıfına sarar, sonra teşhir eder, empoze ederdi gerekli kişilere...

''Sıcak bira, bayat sandviç. İyi ikili.''

Tam paniklerden sıyrıldığı sırada, bayat sandviçi, sıcak birasının en güzel yerinde çaldı telefon.

Ha siktir Emre!

Nefret ettiği sorumluluklardan sorumluluk beğenip yüklüyordu sanki sırtına Yeşim'in... Aptal gerekliliklere gün geçtikçe bir yenisini ekliyordu. Ve muhtemelen onun da tüketim tarihi geçmek üzereydi...

- Efendim bebeğim?

- Nasılsın? Sabah işe yetişebildin mi?

- Evet, öğle yemeğindeyim.

- Sabah yetişemeyecek gibiydin. Çok mu yordum yoksa seni? dedi gülerek. Yeşim'e ne kadar itici geldiğinin farkında bile değildi. Yeşim de ona güldü, daha doğrusu güler gibi yaptı. Çıkardığı seslerin neye benzediğini kendi bile bilmiyordu. Telefonu kapatmak için aradığı bahaneyi bir an önce bulmalıydı.

- Bir öğrenci geldi. Ben seni ararım daha sonra.

Peki demesine fırsat bile vermeden telefonu kapattı. Her zaman yaşadığı son kullanma tarihi sendromuyla yine baş başaydı... Ama çöpe atamıyordu bir türlü. Sorun buydu.

''Her neyse'' dedi ve başını yastığa iyice gömdü. Uyumasaydı olacakları adı gibi biliyordu. Beynini saatlerce bir kelime etrafında yoracaktı: Ayrılsam mı?.. Sonra kendi kendine muhalefet olacak, beynindeki iki tarafta üstünlük sağlayamayacaktı... Sonra bu düşünce gecesi gündüzü olacak ama eli kolu bağlı oturacaktı. Belki de bu şartlarda yapılabilecek en ideal şeyi yaptı Yeşim.

Uyudu…

Neden Beden

Beş: Mesai

Onca yapılacak iş içerisinde sessiz ve huzursuz duruşuyla akışı bozuyordu Çocuk. Çalışmak istemediği gün gibi ortadaydı. Masasına yığılmış dosyaların ve bilgisayarının monitörüne yapıştırılmış kağıtların her biri yeni günü daha da beyin çürütücü hale getirecek görevler barındırıyordu. Diğer yandan da dışarıda hafif bir yağmur başlamıştı. Damlaların cama vururken çıkardığı sesler çalışma koşullarını elverişsizleştiriyordu. Kim olsa bu seslere ve görüntüye karşı koyamazdı Çocuk’a göre. Koltuğundan kalktı ve sağ arkasına düşen pencereden gökyüzünü ve kendisine ait manzarayı izlemeye koyuldu. Küçük ve gülümseten hayaller kuruyordu. Gülümsüyor, gülümsedikçe rahat hissediyordu. İçindeki olgunlaşmaya yüz tutmuş huzur cep telefonunu mesaj sesiyle bir süre ara verdi gelişimine. Masasına döndü ve telefonuna gelen mesajı okudu masanın gözünden telefonu çıkartıp. Bir tebessüm de telefona attı. Huzur kaldığı yerden devam edebilirdi dallanıp budaklanmaya artık.

“Aklın hala başka yerde değil mi?” diyen bir serzeniş cümlesi sardı kulaklarını bir ara. Başını masasının karşısında duran kapıya yöneltti. Kapının ağzında duran Efendi’ydi bu cümleyi kuran. Tek bir cümle bile edemeden refleksif bir hareketle esas duruşa geçti. Bu sırada “Artık aramıza dönsen hiç fena olmaz!” diye devam ediyordu konuşmasına Efendi. Yüzünde yarı ciddi yarı karşınsındakine acıyan bir ifade vardı.

Hiçbir şey söylemedi Çocuk. Karşılık vermek istemedi bir türlü. Çünkü söylenenlerin asıl nedeninin Kız olduğunu anlamak hiç zor olmuyordu. En azından Efendi’nin yüzü ve gözleri bunu açıkça belli ediyordu. Kaşlarını düşürüp suçluymuşçasına baktı odadan ayrılan Efendi’nin ardından. Hatta o gittikten sonra bile bakışları gözlerindeki hükmünü devam ettiriyordu hala. Dosyalara baktı sonra tekrar, bilgisayar monitörüne… Yapılması gereken onca iş ve o işi yapmak için isteksiz bir beden vardı elde. Haksızlığını bilerek yenik ve derin bir nefes alıp yeniden penceresine döndü. Ancak bu sefer en azından çalışmaya çalışmak için niyetler tutuyordu içinden.

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Neden Beden

Dört: Emir

Seyahatler ne kadar sıkıcıysa, toplantılar için kilometreler aşmak ondan daha da sıkıcıydı. Bunun nedeni aslında sadece üç beş dakika süren bilgilendirme amaçlı toplantılar için uzun yollar kat etmenin ne kadar saçma olduğuydu. Kimi zaman yağmurlar altında ve çamurlarla dost ve sırdaş oluyordu Çocuk ve Efendi. En azından kendi aralarındaki sohbetler birbirlerinin zamanlarını iyi geçirmeleri için en ideal yöntemdi. Bugün şanslı oldukları tek durum ise havanın güzelliği ve güneşin dünyaya sempatik yüzünü göstermesiydi.

Yine aynı boş sözler ile birkaç dakikada bitmişti toplantı ve Efendi ile Çocuk aç karınlarını doyurmak için orta direk bir lokantaya gitmişlerdi. Her şey olağan seyrinde ilerliyordu yine. Oradan buradan kırpılmış espriler yapıp, ortak hayatlarında olup bitenlerinin kritik değerlendirmelerini yaptılar yemek boyu. Farklı olan tek şey Efendi’nin olur olmaz anlarda Kız’ı diline dolayıp lafa karıştırmaya çalışmasıydı. Bu çabaya anlam veremiyordu Çocuk. Anlam veremediği içinde oralı olmamaya özen gösteriyordu. Çok basit bir cümle içinde önüne servis ile sunulan Kız’ı daha basit bir cümle ile masanın diğer tarafına itiyordu Efendi’nin her denemesinde. Sadece arkadaş olduğu biri için bunca cümle kurulması gereksizdi Çocuk’a göre.

Gittikçe koyulaşan sohbet ve ağırlaştırılmış kalori içeren yemek beraberinde tuvalet ihtiyacını da getirdi. İzin isteyip ihtiyaç molası için tuvaletin yolunu tuttu Çocuk. Kısa sayılabilecek bir süre içinde geri geldiğinde masaya oturur oturmaz “Seni görevlendiriyorum!” cümlesi ile karşılandı Efendi tarafından. Kafasıyla anlamadığını işaret edince “Seni Başkaları’nın yanında görevlendiriyorum.” dedi Efendi üstüne bastırarak.

“Ama neden?” diye sordu çocuk şaşkın bir yüz ifadesinin berisinden.

“Gidecek başka kimse yok ve birilerinin gitmesi lazım.”

“Ama benim başka planlarım vardı.”

“İptal et. Çünkü senden başka kimseye güvenemem ben.” dedi Efendi ve yüzünde manidar bir gülümseme belirdi. “Üstelik Kız’da geliyor.” diye ekledi gülümsemenin hemen ardından.

Anlam verememek konusunda rekora koşar gibiydi Çocuk. “İyide Efendim ben giderim gitmesine de, Kız’dan bana ne.”

“Olur mu lan bana ne! Ona orada sen göz kulak olacaksın!” dedi Efendi aynı manidar gülümsemenin arkasına sığınmış imaları da ardına katarak.

Tam da bu cümlenin ardından eşeğin kulağına ilk damla karpuz suyu kaçmıştı sonunda.