30 Ocak 2012 Pazartesi

Kahve Sohbetleri

az daha solumaya devam edersem aynı odanın havasını eğer, karın boşluğumdan bir komidin, kulak memelerimden sarkan askılıklar ve boyumdan küçük bir yatapğa sığdırılmış bir bedene dönüşeceğim. evrim dediğin bazen hiç de dekoratif olmuyor. zira ben hep bir mutfağa benzemek isterim. ancak içinde bulunduğum koşullar beni biçimsiz bir iç mimariye doğru iteliyor.

her akşam içtiğimiz birer fincan kahveyi hatırlıyorum. her akşam içilen bir fincan kahvenin anlatım bakımından tekillik ile çoğulluk arasında sıkışıp kalması ne kadar da karmaşık. belki de ironik. türkçe kavram zıtlıklarının hepsi de ironik olabilir ya da... uçurumunun kenarında durduğumuz gramer boşluğu ne olursa olsun, yani esas olan cümle içinde tekil çoğulluktan ziyade senin bana yaklaşık üç günde bir anlattığın içi boş, hatta saçma sapan hikayelerdi. en sevdiğim dolunay parlaklığında ışıkların kapatıldığı en güzel zamanlarımızı düşünüyorum. karanlık gök yüzünden uçarak geçen filler vardı bir keresinde. makine mühendisini ormana göndermişler tahtadan biçer döver yapmış. daha ten tene değmeden boşalmışcasına genç yaşta intihar eden adamın munzur halleri vardı hatta... böylesi uzayıp giden daha bir çok saçma sapan hikaye.

bir hayvanat hikayesi vardı. hani şu kaplumbağaların illegal dövüş yaptıkları hikayen. parkalı fareler vardı ormanda, ağaç diplerinde bildiri dağıtıyorlardı. bir tek o hikayenin sonunu getirmediğini hatırlıyorum. sahi ne olacaktı sonunda. o karetta karetta herkesi terk edecek miydi hakikaten? peki o süper güç iksiri herkesi yenmesini sağlayacak mıydı bizim tospağanın?.. beni her seferinde güldürmeyi ve eğlendirmeyi ne kadar da güzel başarıyorsun. uyumluluktan hiç haz etmezdim ama kahveni bile benimle aynı anda bitimen o kadar hoşuma gidiyorki anlatamam.

bir gün beraberce oturup on sekiz yaşımıza mektup yazacaktık. ben senin neler yazacağını biliyorum. "sen ne ayaksın" diyecektin ilk önce, "hele bana onu bir anlat!.." diye devam edecektin. kendinle alakalı en iyi bildiklerini sıralayacaktın önce. ömrün boyunca durmaktan gurur duyduğun yeri söyleyecektin. sonra iyiki de şehri terk ettiğini. edindiğin arkadaşlarının bir kısmının seni ne kadar sahiplendiğini ve bununla her daim övünüp o arkadaşlarına asla fenalıklar yapmaman gerektiğini. bir de sevmekten ve körü körüne güvenmekten asla vazgeçmemen gerektiğini...

bu yaşımıza kadar hayatta kalmış olmayı başardığımızın haklı gururu içindeyim. kolay değil onca sene kocaman bir yalnızlık ile sevgili olmak. ama sen arada sırada yalnızlığından kurtulurdun. keşke daha az sevişip daha çok aşık olmayı deneseydin diyorum bazen. hadi ben bir kenarda sırtına kimi zaman binen koca bir yüküm ama sen pek tabi hem benden hem de bu yalnız hallerden kurtulabilirdin. şimdi burada olsan "e o zaman da burada olmazdım ki, kendim ile ilgili öngördüğüm en bariz dönüm noktasında bile aksi yönü seçseydim eğer şu halimden tamamen farklı biri olurdum..." derdin. belki de haklısın, aslında hç olmaman gerekiği halde. koca bir ömür eğer sabit bir çan eğrisinde ibaretse, aynı dönüm noktasının olduğu yere vardığında hayatı bir şekilde katekulliye getirip tekrar tersine çevirmeyi başarabilirsen eğer bu sefer diğer yolu seçer misin?..

artık bitirmenin zamanı gelmedi mi sence? güzel zamanlar yaşadık burası kesin fakat, gitmen gerek nihayet. bunu sen de iyi biliyorsun ki yaşadığımız bu deneyim bizi sadece küçük mutluluklara itti. biz, ikimiz ve akabinde tüm insanlık durmaksızın bir arayış içindeyiz ya hani, bu yüzden de duygularımız zaman içerisinde değiklik gösteriyor ve yine bu sebepten duygusal değişimlerimizin tümü karakterlerimize yansıyor ya, işte sırf bu yüzden, birbirimizden sıkılmaya başlamdan gitmenin zamanı geldi. "her şey normalmş lan meğer!.." dediğin zamanı hatırla. tıpkı o zaman olduğu gibi iki gün sonra olacaklar da gayet normal. bunları söyleyen bensem eğer söylesene bana, ben miyim anormal?..

madem sonuna geliyoruz, o zaman güzel bir sohbet edelim bu akşam. tam karşımda otur yine ve sana baktığım anları kaçırmadan direk gözlerimin içine bak yine. ne garip, bir şeyin sonunun geldiğini bilmek aslında o kadar da zor değilmiş meğer. hatta bunu kabullendiysen eğer keyifli bile olabiliyormuş. en nihayetinde gülümseyebiliyorum şu anda. sana dönüyorum, gözlerin bende yine aferim. bana baktığın o aynanın içinden en son ve en güzel hikayeni anlatman için usulca cesaretlenmeni bekliyorum...

17 Ocak 2012 Salı

Yârâ

15.12.2010 

Gördüm, orada, ağlıyor
Yaralarını kanatarak kaşıyor
Kanatacak kadar kaşıyor yaralarını

Kaşıyor
       kanatarak
              yaralarını

Gördüm, orada, gidiyor
Terk ediyor varını yoğunu
Varı yok artık, yoğu var
Elinde kalan
Kanatılan yaralarından
       geriye kalanlar sadece
              kabuk
                kan
                  ve...

Geliyorum sadede

"Sen," diyor şair "yüzüne sürgün olduğum kadın"
Bil ki kanamayacak hiçbir yara
       bir yerden sonra;
Sen, ne kadar kaşırsan kaşı
          ne kadar kanatırsan kanat
Unutma, değil nicesi umutların
Nicesi yaraların 24 karat!