6 Nisan 2010 Salı

Bir İle Altı Arasında

Sade parıltılardan ibaret bir gün içerisinde. Düşünmeye, düşlemeye gerek duyulmayan sesiz ve kendine has bir zaman dilimindeyiz. Göz kamaştırıyor kimi renkler ya biz sanki kör olmuşçasına birbirimize dahi bakamıyoruz. Biz… Tam altı kişiyiz. Sen bir’sin, bizimki iki, turuncu kafalı olanımız üç, ben dört ve benimle balık tutan beş, o kadın ise altı… Hep beraber durmuşuz kayık gibi bir şeyin üzerinde, ışıkların körlüğünden suretler çözmeye çalışıyoruz.

Ne kadar zaman oldu ki böyle olmayalı, bir araya gelmeyeli veya. Bir ve hep yan yana halbuki. Beş bir adım uzaklarında. Sadece dört ve üç gereğinden fazla uzakta o kadar. Böyle bir durumda herkesin bu derece yakınlığından dolayı mutu olması gerekir. Ama bizler değiliz. Kör olsak bir deniz parıltılarıyla, renk cümbüşleriyle veya kendimizi kaybetsek bu huzur deryasının içinde, inatla mutlu olmuyor gibiyiz. Bu sebeple sanki herkes kendi haline göçmüş gibi. Belki de sırf bu yüzden kimsenin kimseye söyleyecek sözü yok. Biz şu an mutlu değiliz ve kimsenin kimseye hüznünden bahsedecek hali yok!

İki ve altı sohbet etmeye koyuluyorlar kendi aralarında. Dört ve beş zaten balık tutmanın derdinde. Üç desen yüzünü denizden yana çevirmiş, kollarının üzerine başını sindirmiş öylece kayboluyor mavinin içinde. Bir dediğin kendi içine kapanıyor sanki. Bir, boğazına cümle düğümlüyor. Ortada küçük bir kız çocuğu var. Vızıldayıp duruyor rahatsız etmeyecek boyutta ve kendi halinde. Baktıkça ona bir daha da küçülüyor kendi ebadından sanki. Bir kütlesi gittikçe azalan ve hacmi aynı oranda kaybolan çürümeye yüz tutmuş bir madde sanki o bit kadar çocuğun suratındaki aptal gülümsemeye baktıkça. Yüzü kararıyor, nedendir bilinmez.

İki ve altı sohbeti koyulaştırıyor. Herkes kendi dünyasına göçüyor belli ki. Yalnızca bir o anda kalmakta inatçı gibi, nedeni bilinmez. Çocuk gülümsüyor, iki ile altı sohbet ediyor ve bir zamana daha sıkı sarılıyor. Saniyeleri dikişliyor sanki vücuduna. Hani elinden gelse durduracak tek bir bilek hareketi ile zamanı ya, gücü yetmiyor. Bir zamanı kontrol edemiyor ve bunu ve o çocuğun gülümsemesini ve o sohbeti ve herkesin kendi alemine ruhen göçüşünü kabullenemiyor. Bir istemediği biri gibi oluyor, nedeni bilinmez.

Zaman sarkaçlarını aksatmaz asla. Ne akrep durur olduğu yerde ne yelkovan. Zaman dediğin aktıkça tükenmeyen tek kum çeşidi. Kabul ediyor bir. Elinden geleni yaptı nasılsa. İmkansızı beceremeyince geriye kalan tek şey içinden geçen o düğümleri çözmek oluyor…

“Onunla birlikte olmayı sen istedin. Şimdi sen istesen de istemesen de buradaki herkes hep beraber olacak…”

Bir ne demek istedi? Bu söylenenin anlamı ne? Allah aşkına söylese, bunu söylerken amacın neydi? Usulca kararan yüzünde görünmeyen dudaklarından çıka çıka bu sözler mi çıktı? Bir açıklaması olmalı bunun. Konuştuktan sonra bile kararmaya devam eden çehrenin bir manası olmalı! Hepimizi dünya döndürmenin, ilgiyi senin üzerinde toplamanın… Her şey iyi güzel ama, iki ile altı seni duymadılar sanki. Baksana onlar hala kendi halindeler. Çocuk bile seni fark etmemiş gibi tam dibinde olmasına rağmen. Neden?..

Gittikçe kararan, karadıkça yok olan bir varlıksın artık sen ve seni bu yok oluştan kurtaran, içimde bir yara olmanı engelleyen, günlerce seni düşünmemi sağlayacak olandan kurtaran çalar saatime teşekkür etmelisin!..



"Fon Müziği: Replikas - Boş Vücut"

3 yorum:

ruzgar dedi ki...

neden bensiz:(

transkripsion dedi ki...

çünkü sen o ara afganistan'da bankada vadesiz mevduat hesabı açıyordun...

:p

Burcu Yılmaz dedi ki...

Buradakiler dilerim var olmamışlardır hiç. Bir zihinden fışkıran ve sonra tazecik ölen fikirler olsalar.