19 Kasım 2008 Çarşamba

Girizgâh

Buraya oyun oynamaya geldim. Doğruluk, dürüstlük gibi evrensel değerlerle kendimi boğazladığım sabahlardan kaçmak için, bunlarla iğfal ettiğim mahremiyetime borcumu ödemek için. Yüzümü kapatıp konuşmaya geldim. Kendimi rahat bırakmaya geldim, bıktım kendimle konuşmaktan. Sırtımı sıcak bir duvara verip ağlamaya ihtiyacım var, hepsi bu.
Yalanlar söyleyeceğim ama o denli samimiyetle yapacağım ki inanacaksınız. Şeytanlarımı besleyeceğim, uzun yıllardır açız. Kendimi kusacağım, çok kişiselim, çok yalnızım, çok küfürbazım.
Daha önce hiç hikaye yazmadım. Kaçak misafiriyim buranın, blog sahibine hürmetlerimi iletirim. Kimselere diyemeyeceğim bir tıkanmışlıktı, yaramı deşmedin ama görmezden de gelmedin. Sağ ol.
Hala çok hevesli değilim aslında yazmaya. Hatta şimdi bile bırakıp kaçmak istiyorum, ama biliyorum yarın, şu an olduğum yerden çok uzaklara gitmiş olacağım, nerede ne hissettiğimi bile hatırlamayacağım.
Ben ne yazacağımı bilmiyorum, her ne oluyorsa işte onlar, sancıyla dökülüyorlar beynimden ve var olmakla ilgili sorunları var. Görünmek istiyorlar, saldırmak istiyorlar, sonra birden saklanmak istiyorlar, hiç olmamış olmak istiyorlar. Çok rahatsız ediyorlar beni. Ben zaten rahatsızım. Göz kuyruklarım aşağı doğru benim, doğuştan hüzünbazım. Öyle olurmuş düşük göz kuyruklular.
Evet her şeyi silip, yatıp zıbarma isteğimin doruğundayken sözlerime son veriyorum. Ben Buruncuk. Buraya oynamaya geldim. O kadar.

18 Kasım 2008 Salı

Hazırım

Aşırı kişisel, yoğun ego aromasıyla kendini fazla şımartmış küstah kişi. Kendince çok haklı. Nasıl olmasın ki? Öte yandan halhallı-küpeli cariye. Nasıl da aşmış görünüyorsunuz benim içinde boğulduğum küçük bok çukurlarını. İnanmıyorum size. Siz gerçekseniz ben değilim. Aynaları piksel piksel ettiniz. Bok yemişin evlatları. Ama bir gün çok sakin olacağım. Hiç korkmayacaksınız. Hiç anlamayacaksınız ipler kimin elinde. Susmayı bilenin. Susmayı bilenle konuşamayan arasında ince bir çizgi olsa ya. Yine ikinci el ihanetlerin çöpünü süpürüyorum. DUVARINA HOŞ GELDİN ne abi? Dalga mı geçiyorsun? Asıl sen duvarıma hoş geldin. Üstüne yıkacağım. Bekle. Bir şeylerle oyalan. Kendimizi oyalamayı iyi biliriz, ertelemeyi ve ertelenmeyi. Ben payıma düşeni almaya gidiyorum odama şimdi.

( I can't stop loving you - Ray Charles)

Her geçen gün benim işim kolaylaşıyor da, sizin için endişeleniyorum. Zaman benim zamanım, çıplak gözlerle görüyorum bunu. Her şey mümkün. Affedebilmeyi diliyorum, içim zehir. En kötü ihtimalle hepimiz tepetaklak oluruz, ki bu uzun vadede çok sevimli bir şeydir. Hala vakti olduğuna inananlar için. Umudu sömürmezseniz şayet, hep yaptığınız gibi; size güzel hediyeler alırım. Ama önce tanık olduğum tüm adilikleri içime çekip sindirmeliyim. Zaman verin bana, bir şeylerle oyalanın, ilgilenmeyin benle.

(İnsanın kendine karşı bencil olması / Yine ne dedin Gülşen? Yine dan dan düşünmeden konuştun. Nasıl bir bölünmüşlük içindeyiz kızım, niye tek parçayız buna rağmen? )

(Unchain My Heart)

Bence de komik. Ama kendi kendimi yanlışlayıp, götüme baka baka geri dönemem, bu yazdıklarımı silmeyeceğim. Söz varsa her zaman yalan vardır, her zaman çarpıtma vardır. (hadi canım) Ben konuştukça homurdanan ne? Şimdi kişi listemde son bir temizlik yapacağım. Müsaadenizle.

7 Kasım 2008 Cuma

hikayeden hediye

öncelikle belirtmeliyimki bu yazı blog sahibinin isteği üzerine sanal bir doğum günü hediyesi olarak kaleme alınmıştır. kaleme alınmak kavramı ne kadar doğru oldu, bilemedim şimdi. şöyle değiştireyim. tuşlara basılmıştır. bugün benim de doğum günüm. benimle aynı günde doğma şerefine eriştiğinden dolayı yazıyorum bu yazıyı. yoksa tek bir tuşa bile basmam. bu da kayıtlara geçsin:)

buraya dilediğim gibi özgürce saçmalayabilirim. blog sahibinin saçmalama potansiyelimi kaldırabileceğini düşünüyorum. ruh ikizi kuzeni olarak eminim ki kan çekiyordur falan kesin.

popomundoyla ilgili olacak yazımın bu paragrafı. gittiğinden bu yana popomundoda başta adı olmak üzere çok şey değişti. artık biz onu aramızda popmundo diye çağırıyoruz. biliyorum eskiden daha güzeldi. fuat sütçüoğullarından aramızda olsaydı şu an 670 günlük bir karakter olacaktı ama maalesef kendisi rahmetli oldu ve ebedi istirahatgahında dinlenmekte. o zamandan bu zamana benim -hepsinin babaları başka olmak üzere- tam 4 (evet evet dört) çocuğum oldu. evlendim. coştum, dalgalandım. para veriyorum oyuna, vip oldum falan. hee bir de artık sonat zafertepe değil sonat jakes'im. kocamın soyadını aldım:) normalde yapamayacağımız şeyleri yapmamıza olanak sağladığı için seviyorum sanırım ben bu oyunu. mesela normalde 4 farklı adamdan 4 çocuğa sahip olsam maazallah toplumda hiç de doğal karşılanmam. tabi toplum kimin umrunda falan da kendim de normal karşılamam sanırım bu durumu. başka bir sevme nedeni şarkı söyleyemeyen bir insan olarak (evet sesim berbat, evet seni kıskanıyorum) burda dilediğimde sağa sola yeri göğü inleten şarkılar söyleyebilmem. sanal ego tatminleri yaşatması, sanal zenginlik sağlaması falan. ben bu gazla bi 675 gün daha oynarım bu oyunu. ben manyak mıyım da internetten bu kadar uzun süreli bir oyun oynuyorum. evet manyağım, şüphen mi vardı:)

doğum günümün sıradan olsa bile berbat geçmemesini temenni etmiştim dün geceki yazımda. sıradan değil iyi geçti. biraz daha zorlasa süper olurdu o derece. bu sene başıma kutsal felaketler gelmedi nedense. neyse, sorgulayıp tanrıyla pazarlık yapmayacağım. pastadaki mumları üflerken tuttuğum dileklerin bir tanesi bile aklımda değil şu an. asla gerçekleşmeyeceğini düşündüğümden aklımda kalmamıştır muhtemelen. ama hissedebiliyorum bu senenin "süper olmasa da iyi" olacağını. umarım seninki de öyle olur. ya da seninki "mükemmel olmasa da süper" de olabilir. karar veremedim şimdi bak. mükemel olamayacağından emin olduğumdan bu karamsarlık. mükemmel olursa söyle yalarım burayı. iyi dileklerde bulunmayacağım yazı bitiminde. o dileklerden bugün ben de duydum bir sürü. o yüzden şimdi sessizce yürüyüp gideceğim.

doğum günün kutlu olsun trans..

soundtrack: system of a down-toxicity :)

1 Kasım 2008 Cumartesi

ağıt

oğlum;
sana bu mektubu bizim cehennemden yazıyorum. bir yaşıma daha gireceğim neredeyse. tabii bundan haberin yok senin. kronometreye erken bastığın için beni hep yakışıklı hatırlayacaksın. bizi bırakıp gittiğin yerde eski güzel günleri düşünüp hayıflanacaksın. ama dur! sen hatırlıyor musun beni? peki sen herhangi bir şeyi hatırlıyor musun? ben yirmiydim tanıştığımızda. sen beni en son otuzbeşimde gördün istanbul'da. sonra sen kaş'ta öldün. o akşam aynı anda geldik antalya'ya. sen beni görmedin, ben sana bakıyorken. ben sana öyle dikkatli baktım ki oğlum ayrılırken, sen iyi ki görmedin beni. yoksa gözgöze gelir gülerdik, eskisi gibi. olmadık bir yerde gülerdik ya hani?. öyle olurdu yine. gözlerimizi kaçırırdık ciddiyeti bozmamak için. hani sahnede olduğu gibi. sen ağlarken bakamazdım sana sinirimi bozardın, gülerdim. çünkü sen her boktan şikayet ederdin oğlum. öyle çok şikayet ederdin ki, sonunda sıkılır gülerdim. sonra sen de sıkılırdın kendinden. başkası gibi olmak isterdin. mutlu olan bir başkası gibi, dert etmeyen biri. hani, benim gibi biri.

bir şey diyeyim mi sana oğlum? şimdi dönsen buralara. ne gidilecek bir yol, ne uğruna ölünecek bir kadın. her neyse... ama kadınları çok dert ederdin sen. ama onlar seni severdi oğlum. ama sen çok ağlardın onlar için. sevemezdin kendini bir türlü, onlar seni çok sevse de. senin gibi olmak istemezdim o zaman. daha çok sevin beni! daha çok gülün bana! beni daha çok isteyin! daha çok! ama seni en çok ben...

bir şey diyeyim mi sana oglum? şimdi dönsen buralara. ne gidilecek bir yol, ne uğruna ölünecek bir kadın, ne de sabaha kadar konuşarak sana vaad ettiklerim... kandırdım seni oğlum. parayı dert etme diye. yok öyle bir şey, başarısızlık diye. illa da başkası olmaya çalışma salak gibi. bir kadın için ölme diye... kandırdım.

artık umrunda değil mi bunlar? artık bozulmuyor musun bu işlere? aşkın da bir önemi kalmadı mı yoksa? o kadın için ölmez misin bir daha? ne var, bir kere daha ölsen? değmez mi o kadın buna? hani, hani değerdi?

çıplak ayaklarıyla yürürken mezarının üstünde keyiflenmeyecek misin toprağın beş karış altında? öyle de oldu zaten, vasiyet ettiğin gibi çıplak ayaklı kıza.

bıraktın değil mi oğlum? bıraktın, gittin. peki! ama ben buradayım hala. ben devam ediyorum. peki sen bakıyor musun bana oradan? gülüyor musun bana? sanıyor musun ben aynı şarkıyı söylüyorum? beni daha çok sevin! bana daha çok gülün! daha da çok isteyin beni! beni daha çok özleyin! ama seni... seni en çok ben, ben! hayır ben çok değiştim oğlum. bir başkası değilim artık. vazgeçtim maymunların dünyasından. bıraktım alkışları, istemiyorum kahkahaları. istemiyorum bir aptal gibi yaşlanmak. işte belki de bu yüzden seni en çok ben... en çok ben özlüyorum! benim ölü arkadaşım..."