27 Aralık 2009 Pazar

Dışa Vurum

Kış mevsimini sevmememin nedenini anladım. Olanından daha fazla tek başınayım bu kesin. Kendi hayatımı mevsimlere göre bölük pörçük ediyorum. Baharda umutluyum, yazda kalabalık, güzde yenilikçi ve kışta yalnız… Bunu kendime anımsattığım iyi oldu aslında. Ben kışın kimsesizim ve buna şahit yine bir tek benim…

Saray Bosna’da kellesi hedef bir Müslüman olsam
Afrika’da İngiliz sömürüsü bir madenci,
Ortadoğu’nun herhangi bir yerinde Amerika’ya kukla bir kürt,
Latin Amerika’da sömürenlere kafa tutsam,
Avrupa’da dinleri karalasam veya
Çirkinleştirsem tüm mezhepleri,
Irkçı bir alman olsam,
Kibirli ve acımasız bir Musevi,
Zengin ya da fakir olsam dünyanın fark etmeyen bir yerinde
Adım müzik olsa
Ve her dilde başka bir ismim olsa.
Daha başka ne isterim…


Bu hayatta herkesin bir mazereti var bana karşı. Selam verdiğim herkes dünya işlerinden bana karşılık vermeye fırsat bulamıyor. Sonra ben selam vermeye dahi korkar oluyorum. Eziliyorum onca insana benzemediğim için. Güvensiz davranışlara isyan ediyorum. Kötü o yapılanlar. Nerede kaldı koşulsuz güven, sağduyulu yaklaşım, insanı kazanmak…

İçten içe kanıyorum. Herkesin aynı oluşu ve bir benim böyle düşünmem canımı yakıyor. Beklide bu yüzden kimse beni kabul etmiyor yanına. Biliyorum. Herkes seviyor. Ama kimse yanına yanaştırmak istemiyor. Ben iyiymişim. Madem iyiyim o zaman neden bu dibimdekinin bana olan mesafesi?

Anlatmakta yetersiz kaldığımı biliyorum. Mağdur olacağını bildiğim herkese yardım etmek istedim. Ama cüzam satıyormuşum gibi herkes kaçtı. Anlam veremedim bir türlü. Sordum nedenini, dedim ki; biz böyle değildik, herkes biliyor doğru olan yardımcı olmak, peki ya neden?.. Cevap yok.

Herkese benzemekten korkuyorum. Onlar gibi olmaktan, eğer böyle olacaksa ben yalnız iyiyim.

Tüm bu cümleleri bile yazarken huzursuzum. Aslımı inkâr ediyor gibi hissediyorum. Kanıyorum, korkuyorum, sanırım deliriyorum…

14 Aralık 2009 Pazartesi

Oyun

ferit:
*sanki yok gibi tüm varolanlar...
*başımın üstündeki saat bile kendini kaybetmiş gib...
*duardaki resimler soluk
*hava desen kapalı ve güneşşe aç
*sanki bygünden tezi yok uzunca yoıllar yağmura ve bilimum doğal afete teslim olacak tüm dünyem...
*o zaman bir şeyler yapmalı tüm tepkileri geldikleri yere şurtlayacak
*ama ne?*
seçil:
*sanırım şu çalan telefondan kurtulmalıyım önce......
*kapat hatta at gitsin
*ne değeri varki arayan anlayan olmadıktan sonra.....
*sonra sonrasını bilmiyorum şimdilik????
*doğrul yavaş yavaş..*
ferit:
*aklıma tartuffe geliyor nedense...
*sahi ya o koca rahip nasıl aşık olmuştu sokak fahişesine?
*ne denli bir sevgiydi onunkisi...
*benimkisi...
*bugün acaba tüm dualarım, oruçlarım adaklarım ve hatta doğruğum günden bu yana ettiğim tüm ibadetlere kapansam...
*döner dolaşırda yine güzelliği olur mu bir başkasının gülcemalinde?
*bunları düşünmek aşırı yersiz aslında...
*hani yersin de değil
*zamansız
*öncelikle gökyüzünün mavisine kavuşmalı ya...
*ama nasıl?*
seçil:
*bu kaddar yersiz ve bu kadar zamansızken bu alemde gökyüzü çok mu gerçek kaldı??
*önce ben nerdeyim bunu bulmalıyım sanırım....
*bi hacmim varmıki dışardan bakan herkesin gördüğü ama anlamsız
*içeri bakmaya çalışan bir iki kişiyeyse tüm kapıları kapadığım
*ben, şimdi ,burda, ve bu kanepede gerçek miyim??*
ferit:
*yaylar var...
*duvar gayet fıstık yeşili...
*perdeler dumandan islenmişler gibi...
*çevremdeki her şey eski şimdi.
*böyle bir nbakıyorum diyarıma
*baktığım her yerde sabitlerine mahkum bir sürü obje...
*sürreal olmalı bence somutun içinde o zaman
*oda kırmızı olsa
*maviden anlamsız şekillernirmeler kondursam asma tavana
*oynasam onlarla
*bir heykel yapsam
*ya da bir tavşan
*sevimliyim bugün
*tavşanlar güldürüyor beni
*çiçeklerle dolu yeşermiş bir hayal bahçesi edinsem ya şu kürüsel ısınan dünyada
*tek bildiğim kanepem olsa sırtımı üstüne yasladığım
*umut ederek gerçekleştiremediklim ya bunlar
*bir şeyi umut ediyorsan ve o şey gerçekleşmiyorsa sen gerçeksindir*
seçil:
*o zaman ben bu sevimsiz obje
*o tavşanın yanında sırıtmazıyım
*ya da onun sevimliliğini yanında benim hiçliğim kayıp mıo lurdu
*aslında başlasam her güne yeniden
*bigün duvar kırmızı olsa bir gün kara
*ya ad turuncu
*hatta umut ettiğim etmediğim herşeyi arka cebimdeki cüzdanla kaybetsem
*ne dersin bütün anlamsızlığım o cüzdanla kaybolur düşermi bi garibanın cebine
*o da bütü yarımlıklala hayat oynamaya mı başlar bıraktığım cadde kumarhanesinde
**
ferit:
*sonunda bülent ortaçgil kıvamına geldim...
*bugüm ruhum haylaz bir çocuk caddeler boyu koşturan
*bahçeler olsa etrafımdaki kat kat evlerin aralarında gider meyve çalardım her birinden..
*benimle oynar mısın? diye mırıldanırdım her daim adımlarmın topuk seviyesinden
*o zaman bırakmalı ya bu kasvetine gebe ev ortamını
*gündüz gereksinimlerini yerine getirip sokağa çıkmalı
*belki tek nefeste dağıtırım bütün bulutları
*insanlar bulurum
*derşm
*benimle oynar mısın*
*sonra her birimiz hayallerimizin ardına koşar gibi asılırız bir uçurtmanın kuyruğuna...*
seçil:
*uzatırım o zaman elimi
*tut derim tut
*ya bana uzanan elin ucunda beyaz sakallarıyla noel baba ya da yeni dişime bırakacağı armağanıyla diş perisi
*o zaman ben bu kadar hayalsizken hayaller içinde
*biri de beni tutup ayağımdan indirir mi gerçekler alemine
**
ferit:
*sokaklar insanı kendine getirir diye boşuna dememişler
*karamsarlıktan sıyrılmanın ne kadar kolay olduğunu öğrendim bugün
*bunun için yaptığım tek şey sadece yürümek
*yürüdükçe etrafı seyredip gülümsemek
*bulutlar aralanıyor mu ne?..
*kimseye vermem bu galibiyet hakkını eğer mavi gök kendini gösterecekse bugün
*bu benim zaferimdir!
*hiç kimse konmaya kalkmasın umutlarımla ışıttığım dünyanın güzelliklerinin üstüne sömürürcesine
*o güzellikler benim!
*ki aslında saldırmaya gerek yok
*bende mutluluk ve umut paylaşabildiğim kadar..*
seçil:
*o zaman gel tut elimi uçalım tekrar göklere
*zaten aralanmış bulutlar
*kalanı da biz dağıtalım
*sonsuz maviliğin üzerinden geçelim
*hatta bak el salla titaniğe
*gidelim alalım hakettiğimizz mutluluğu
ferit:
*paylaşmalı ya tüm mutluluğu...
*umudu...
*kimden başlasam acaba...
*aaaaaaaa!...
*hüznü gözlerinin arkasında duran bir kız geçiyor yolun bir başından...
*sanırım en çok onun ihtiyacı var mutluluğa...
*üstelik sürekli de gökyüzüne bakıyor benim gibi
*en güzeli sırıtarak yaklaşmak...
*"selam... elimde fazldan paylaştırılmak üzere biriktirilmiş mutluluklar var... hatta yanında kreması umutlar... yüzünüz düşük malum belli bu... arıyorsunuz her yerde huzuru... eğer isterseniz paylaşmak isterim ben tüm bu elkimde olanları... adınız neydi?"

Not: Msn üzerinden anında kurmacalı hikaye denemsi iin Seçil'e teşekkürler. Gerçekliği bozulmaması için hiç bir imla hatası ile oynamadan servis ediyorum. Afiyet olsun...

9 Aralık 2009 Çarşamba

İstenilen Düzey

Bölüm 8: Tut Şu Kanepenin Ucundan

Dünyaya herkesin baktığı çerçeveden değil, azınlıkların baktığı küçük kapı aralıklarından bakmak bile insana yeterince farklılık ve üstünlük sağlayabilir. Üstelik eğer kişi herkesin baktığı çerçeveden oyuklara giden yolu tercih etmiş ise. O zaman kişi harmanlanmış ve iki sadece kendini bilenin ortasında her birinden bağımsız ancak özü her birine uyumlu bir monte olur. Karanlık nasıl uçsuz bucaksız bir körlük ise, aydınlıklardan taraf değiştirerek karanlıklar içinde gezenler kendi oluşturdukları grileri ile o kadar hayat bulurlar karanlıklar içinde. Bu sebeple siyah ve beyaz sadece insanın doğuşunda var olmuştur kabul edilir. İnsanlar saf değiştirmişler ve griler peyda olmuşlardır. Siyah ve beyaz insan eğer grileşmemiş ise harikuladedir. Gri ise asla vazgeçilmeyendir, hep göz önünde olandır. Standart bir insan topluluğu içinde siyah veya beyaz belirsiz zaman aralıklarında hükümlerini sürdürürler. Her iki hükümdarlık süresi içinde ise gri her daim normalliği temsil eder ve o topluluğun tabusu konumundadır. Kimse farkında olmasa da bilinçaltına hükmeden renk gridir.

Kimsenin ilgisi ile daha fazla ilgilenmemeksizin, sadece ay başlarında kazanacağı paranın derdinde geçiriyordu Furkan günlerini. Mesai saatlerine dahil ne kadar insan var ise aslında hiç biri yoktu. Furkan yaptığı işin gereği olarak kullanıyordu herkesi. Bu sırada ilk günden şimdiki zamana değin geçen süre içerisindeki ani davranış değişiklikleri lakabını deli yapmaya yetmişti bile. Herkesin bir sıfat ile ödüllendirildiği toplu çalışma ortamlarında Furkan en dengesiz olarak layık görülmüştü bu deli sıfatına. İş iş işlediği dairesinden kimse yeni hayatına nail olmadığından bunca soğukluk ve popnun kalkış taksimleri herkesi neredeyse çileden çıkarıyordu. Çalışkanlıkla bir defa övülen kişiler nasıl tembellikleri ve tutarsızlıkları ile bin defa yerden yere vuruluyorsa, Furkan adının geçtiği her sohbette yerin bir kat daha dibine itiliyordu. Furkan’ın tüm olanları umursamaması ise değişen davranışlarının açık bir neticesiydi. Şimdiye kadar mutlaka bir olay çıkmalıydı neredeyse kulağının dibinde edilen laflar yüzünden. Ancak Furkan bunca hakaret sahibini gereksiz ve basit bir insan topluluğu olarak değerlendiriyordu. O’nun yeni ve eskilerinden çok daha mühim dostlukları vardı artık.

İşte o dostlukların bütünü için her daim para muslukları açılır, dert keder ortaklığı yapılır ve arkadaş arkadaşın pezevengidir bilinci ile her şey yapılabilirdi. Bunların hepsini tek kalemde olmasa da belirsiz zaman aralıkları ile yerine getiriyordu Furkan. Son defasında evini emanet ettiği Adil ve Selen’in yediği ev sahibi baskını yüzünden evini değiştirmek zorunda kalması bile Furkan’a zerre koymamıştı. Hatta ev sahibine kafa tutup arkadaşlarını sahiplenmenin doruklarına ermişti. Nedensizce savunduğu bu insanlar ne kadar kadir kıymet bilmeseler de elleri içinde tuttukları Furkan gibi bir fırsatı kaybetmemek için evini taşımak için yardım sözü vermişlerdi. Isınmaya yüz tutmuş ve yerini bahara bırakmak için uygununu bekleyen bir kış gününde ise sadece Furkan, Adil, Selen, Esra, Nazan ve beklenmedik bir ilgi gösteren Büşra vardı evi taşımak için söz verilen saatte Furkan’ın yanında olan.

Usulca tüm ev gereçleri kamyonete yükleniyordu. Fazla eşyanın olmaması avantajdı herkes için. Adil ve Selen vefa borcu ödercesine kendilerini amele gibi çalıştırıyorlardı. Furkan’a borçlanmışlardı nihayetinde ve ellerinden gelse kimseyi çalıştırmayacaklardı. Onlar bir tarafta çalışadursunlar, öte tarafta Furkan Esra ve Büşra ile sessiz bir sohbet içindeydiler. Birbirlerinin hayatını deşifre ediyorlardı her yeni cümlede. Böylesi daha kolaydı karşılıklı birbirine ısınmak için. “Sen çok farklısın.” dedi bir anda Büşra Furkan’ı hedef alarak. “Anlattığın her şey bizden başka. Seni normal zamanda görsem sokak serserisi veya kıro biri zanneder yanaşmazdım bile. Sadece birkaç ayda bu kadar değişim hem hayret edici hem de takdir edilesi bir durum.” diye ekledi cümlesinin sonuna güzel bir gülümseme ile.

Gülümsedi Furkan’da o güzel yüzün etkisi ile. Yıllar sonra kitap okumaya başlamanın etkisinden midir nedir eski günlerinden değişik hareketler ve vurgular kullanarak konuşuyordu. “Ben tamamen değiştim diyemem. Farz edelim ben iki zıt renkten biriyim. Bir renkten diğerine geçmek nasıl imkansız ise benimki de öyle aslında. Geçmişimden kalan etkiler ve handikaplar halen daha içimde. Ben kendimi daha çok iki zıt rengin birleşiminden oluşan ara renk olarak görüyorum.”

Etkilendi Büşra Furkan’ın anlattıklarından. İşvelere büründü. “Nedir handikapların mesela? Ben öğrenmek isterim.” dedi.

Hiç hesapta olmayan elektriklenmeler oluşmaya başlamıştı sohbet içinde. Nasibini alamayan tek Esra vardı ve bu durum hiç hoşuna gitmiyordu. Şanslıydı ki, yüklemenin tamamlandığı uyarısı geldi ve elektrikler bir süreliğine kesildi. Esra’nın Furkan’a olan ilgisi tomurcuklanmıştı sonunda.

Her yer her yere yakın olduğu için bu şehirde eşyaların gideceği mesafe o kadar da uzak değildi. Aslında yeteri kadar insanla gayet kolay elden ele ve imece usulü taşınabilirdi Furkan. Üstelik böylesi daha ucuza gelirdi. Azıcık süren yolculuk ardından Furkan ve ardına taktığı tüm arkadaşları durumun vahimliğine söverken uzaktan belirdi ekibin geri kalan diğer üyeleri. Ellerinde siyah poşetlerle koşar adım geldiler kamyonetin yanına. “Bizsiz taşınma olmaz!” dedi içlerinden bir tanesi. Furkan’ı kenara itti ardından ve Furkan hariç herkes bir çırpıda taşıyıverdi eşyaları. Furkan’a ise içinden şişe sesleri gelen bir dolu poşeti eve çıkartmak kaldı.

Hiç hesapta yokken ortaya çıkan bu insanlar eski ev boşaltılırken haklarında tasarlanan tüm fikirlerden azat ettiler ucundan tuttukları tek bir kanepe ile. Hiç hesapta yokken hayatlarına giren bu gri renkli adamı bu kadar benimseyip yardım edecekleri akıllarının ucundan bile geçmezdi azat edilmiş herkesin. Karma bir mantıkla döşenen ev aniden bir parti ortamına dönüştü bile. Sonuçta herkes en iyi bildiği şeyi yapıyordu. Herkesin en iyi bildiği şey ise alkol tüketimiydi.

Herkesin tek noktada buluştuğu şey, nerede olursalar olsunlar veya ne yaparlarsa yapsınlar sonucunu alkole dair bir eylem ile neticelendiriyorlardı artık. Bahane olan Furkan’ın taşıdığı ev ise yorgunluğun atılacağı alkolik bir hareket ile gayet kolay sonuca uygun bir eyleme dönüşmüştü bile. Yine herkes sarhoş ve grup içindekiler sevişmeye meyilli kıvama gelmişlerdi. Aşırı yakınlaşmalara iç geçiren Furkan’ın canı sevişmek çekse de bunu o an sohbet ettiği Büşra’ya söyleyemezdi daha birkaç cümlede.

“Handikaplarım var diyordun. Anlatsana hadi.” dedi Büşra.

Elindeki şişeden bir yudum daha aldı Furkan ve tereddüt etmeden konuşmaya başladı. “Mesela bu Selen ile Nazan’ın arkadaşlıklarını ben anlayamıyorum. Biri Adil’in eski, diğeri yeni sevgilisi. Bu nasıl oluyor da oluyor ben kavrayamıyorum bir türlü. Yani bunlar hep üç kişi geziyorlar ya, bu Nazan nasıl tahammül ediyor bunların bu yapışık hallerine. Çok mu melek bu kız? Ya da diğerleri çok şeytan ki Nazan’ın gözünün içine bakarak bir saattir öpüşüyorlar.”

Dudağını büktü Büşra. Önce bir köşede Esra ile sohbete dalmış Nazan’a baktı, sonra tam karşılarında nefessiz öpüşen Adil ve Selen’e. Dudağının ucuna birkaç cümle geldi ve çekindi söylemeye. Gevelemeye başladı.

Furkan Büşra’nın ağzında ıslanmaya hazır baklayı fark etti. “hadi söyle laf çevirmeden!”

İnceden dudaklarını ısırdı Büşra ve alkolün verdiği gaz ile konuşmaya başladı. “benden duymadın bu söylediklerimi!.. Geçen Nazan anlatıyordu Esra ve bana. Rüyasında Adil ile beraber kumsalda konuşuyorlarmış. Sonra ne olduğunu anlamadan öpüşmeye başlamışlar. Derken sevişmeye…”

Gülümsedi Furkan. İçinde kaynayan çift gözlü tencerenin bir yarısında haklılığının hazzı, diğer yarısında ise gelecekte olacakların merakı vardı…