31 Temmuz 2009 Cuma

Sıradan Veya Sıradışı

On Altı: Seri Tesadüfler ve Ferit

Tesadüfün böylesine ancak gülümsenirdi. Sen git koca şehirde okuluna teftişe gideceğin kızın arabasına bin. Üstüne bin defa rezil ol. Ama nihayetinde intikamını da al… Aklının bir köşesinde bunları düşünerek mesai merkezine dönen Ferit akşamı gündelik bir telaşla içinde beklemeye aldı. Sakindi ve kalbinde ufacık bir heyecan kırıntısı bile biriktirmeye niyeti yoktu. Her gün nasıl geçip geceye devroluyorsa bugün de diğerlerinden farklı olmuyordu. O siyah ve ihtişamlı makam arabasının ön koltuğunda kaymakamının vaazlarını dinlerken sükutunun bu denli ortalıklarda olacağını hiç düşünmezdi. Halsizmişçesine içinde gelişenler şaşırtmıyordu bile da Ferit’i. Kendini kaybetmemek ve ruh halini belli etmemek için en üst amirine vaaz da söylenen birkaç cümleye kulak asıyor ve sallabaş bir görüntü çiziyordu. Bunca bürokrasi kimin umurunda!..

Odasındaydı nihayet. Birkaç evrak ve okunması için fosforlu kalemle üstü çizilmiş metinler gelmişti masasına. Çaresizlikten çalışma şevkine bürüdü kendini. Çalışmaya başlamadan önce son bir telefon görüşmesi yapmak istedi. Cep telefonunda Özlem ismine kayıtlı numarayı aradı. Meşguldü karşı taraf. “Lan Özlem! Zaten ne zaman arasam ya kapalı ya da meşgul! Herkes ulaştı sana bir ben geri kaldım!..” diye söylendi kendi kendine. Uzun zamandır göremediği biricik arkadaşının sesini beşinci aramadır duyamamıştı. Gün içinde süregelmiş tüm tesadüfler gibi Özlem ile karşılaşmasını veya konuşmasını başka bir tesadüfün kollarına iteleyip kendini işine verdi.

Birkaç evrak, az biraz incelenen metin… Biri çaktırmadan dürtmüş gibi hissetti odağının işi olduğu bir anda. Odasını gözden geçirdi. Yeni olan tek şey az önce istediği ve içindekini içip bitirdiği boş çay bardağıydı. Onun dışında hiçbir şey yoktu dikkat çekici. Gözlerini kısıp çay bardağına baktı. Uyarılmışçasına sayıklamaya başladı:

“Lan benin akşama bir randevum var!”

Beden kendini durgunluktan kurtarmak istiyordu. Beden hiç bu kadar sabitlememişti kendini ya, şimdi adrenalin pompalayarak oda içerisinde volta atmaya başlamalıydı. İş, güç ne varsa bir kenardaydı. Saate baktı. Öğle yemeği zamanının yaklaştığını gösteren dilimler içerisindeydi dakikalar. En iyisi bir yemek yemeli ve bu heyecan silsilesini yemek masasında bırakıp çalışmaya devam etmekti. Çok fazla kendini kasmadan odasından çıktı ve binadan dışarı vurdu kendini. Duvar diplerinde ciğerci kedileri gibi sigara içenlerin yanından geçti ve ucuzcu bir restoran bulmak üzere kendini şehrinin tozuna bıraktı. Ceketinin cebinde kalan aksilikler zincirinin sorunsallarını fark etmedi bile.

Neden Beden

Üç: Rüzgar

Uzun soluklu bir günün henüz başlangıcındaydı güneş. Denizin üstünden gökyüzüne doğmuş, yapması gerektiği gibi denizi masmavi parıldatıyordu. Hayat ne kadar sessizdi bu sabah. Buruk bir acının üzerine serpiştirilmiş tüm soyut sükunetleri ile hafif ekşi tat ihtiva ediyordu. Herkesin yüzünde ayrı bir sessizlik mimiği belirmişti. Radyo bile çalışmak istemezlik isteği ile insanlara veryansın etmişti de kimse elini dahi uzatmıyordu ona sanki. Asfaltı yamalı yol üzerindeydi uykusuzluk ve hüzne yakın huzur. Çocuk dâhil yol üzerindeki dört tekere poposunu abandırmış herkes böylesine sakin bir başlangıçtan alabildikleri kadar nasip eldesi içindeydiler.

Uyumak istemiyordu Çocuk. Zihnin hep canlı kalması niyetindeydi. Kafası her yana düşüşünde güzleri her seferinde daha fazla fal taşı boyutlarına erdiriyordu. Zihni ayık kaldığı her an içini hüzünlere gark ettiriyor, acıya gönüllü insanlar mertebesine erişmek için elinden gelen tüm çabayı sarf ediyordu adeta. Uykusuzluğa yenik düşeceğini anladığında aklındaki b planını devreye sokarak arabanın camını açtı ve başının bir bölümünü dışarı sarkıttı. Gözlerini açmak daha fazla gerdiriyordu. Yüzüne çarpan hız zaman eğrisine tabi rüzgar istediğini elde etmesine yardımcı oluyordu Çocuk’a. Sabahtan beri umursamayarak hatırlamayı reddettiği şeyi nihayet beyninde bütünleştirmeyi başardı:

Bugün tam dört gün olmuştu.

30 Temmuz 2009 Perşembe

Sıradan veya Sıradışı

On beş: Tercihlerimizin çoğu bizim değildir aslında.

“Lisede bölüm seçerken de böyle kıvranmıştın.” dedi kendi kendine. Genelin seçtiğinden farklı olanı seçmek istemesi babasının gözünde kolaya kaçmaktı. Babasının farklı ve çoğu zaman bunaltan bir mantığı olmuştu. Ve o ne kadar eleştirirse eleştirsin bölüm seçerken olduğu gibi en önemli yerlerde hep boyun eğmişti bu mantığa. Bu yüzden istediği yerde olamamıştı genelde. Bulunduğu yerlere ayak uydurmuştu elbette ama buruk bir tarafı vardı her zaman. En kötüsü gitmesi, dur demesi gereken zamanı asla bilememişti. Şimdi babasından çok uzaktayken bile onun mantığının esiri olduğunu hissediyordu.

Belki’ lerin baş döndürücü bir cezbediciliği, hiç bilinemeyeceklerin ayrı bir yeri vardı ruhunda. Bu kelime yaşanamamış iyilerin belirteciydi. Bu anlamı yükleyenin kendisi olduğunun farkındaydı ama artık ağırlığı altında eziliyordu o anlamın. Bir süredir yaşadıkları onu fazlaca boğuyordu ve o uzun zaman önce yaptığı seçimlerinin peşine düşmüş, farklı tercihler yapsaydı ne olurdu sorusunun cevabını düşünüyordu. Ve elinde olsa yaşanmış en güzel günlere rağmen farklı bir yolu seçerdi biliyordu.

Kafasında dönüp duran tek düşünce kapıyı vurup çıkması ve bir daha asla geri dönmemesi gerektiğiydi. O kadar yoğunlaştı ki düşünceler rahatlamak için kafasını suya sokup çıkardı. Gereklilik daha iyi bir yer edindi beyninde... Yine de biliyordu gitmeden önce konuşmadan edemeyecekti ve bu yüzden de gidemeyecekti. İradesizlik, hastalık, saplantı... O’na karşı içinde bulunduğu durumu açıklayan bir tek mantıklı kelime kalmamıştı. İnsanın durumunu bilip buna bir dur diyememesiyse büyük bir işkenceydi.

Kafasını tekrar suya soktu, gözlerini kapadı ve iyi ya da kötü bir sonuca ihtiyacı olduğunun ayrımına vardı. Saçlarını kurularken en azından o eve gitmeye, güçlü görünmeye ve arkasını dönüp gidemese de kendisini yaşanacakların akışına bırakmaya karar verdi.

...

“Dilşa! Dilşa bekle konuşalım!”

Kapıyı çarpıp çıktıktan sonra kendisiyle savaşmaya başlamıştı. Neden zili çalmadığını, o anahtarı binbir zahmetle aramaya neden katlandığını kendisine açıklayamıyordu. Evet biliyordu gördükleri asla geri dönülemeyecek bir yola sokmuştu onu. “Ben bunu haketmedim!” diye çırpınıp duruyordu merdivenleri inerken. Kendisini arabaya attı, bir kaç sokak ilerledi ve durdu.. Aylardır ağlayamıyordu ve kriz bu sefer nasıl gelecek diye düşünmüştü defalarca kez. Çok ağır gelmişti ve deli gibi titreyerek ağlamaya başladı. İçinde çok uzun bir zaman daha devam edecek bir hesaplaşma başlamıştı ve o hesaplaşma bitene kadar bir daha ağlayamayacaktı. Birikenler ve daha sonrası için saklananlar bir anda aktı...

“O kapıyı çarpmalıydım ama bu şekilde değil.”

Neden Beden

İki: Dans

Ne karanlık bir akşamdı ve ne aydınlık yüzler vardı karanlığı yaran etrafta. İnan’lar ve daha nicesi o akşam böylesine kalabalık bir meydan olabileceğini ve bu meydan içindeki herkesin bu denli mutlu olabileceğini bilmiyorlardı bile. Oradaki herkes salt kültürlerinin tüm geleneklerini ortama yansıtmaktan bir an bile olsun sıkılmıyordu. Göbekler atılıyor, halaylar çekiliyordu. İnsan’lar bile bu güzelim dakikalarda birbirlerinin çekiştirilmesini birbirlerine hakir görüyorlardı. Onlar da göbek atıyor, halay çekiyorlardı. Salt kültür ve düğü mantığı sarmıştı dört bir yanlarını.

Daha o gecenin sabahından beri aynı ortam içerisinde birbiri ile didişen iki insan motifiydi Kız ve Çocuk. Kahvaltıdan, öğle yemeğinden, yürüyüşlerden, oyunlardan ve tüm iğrenç esprilerden beri. Aynı oksijene tabii iki saçma ve çocuk ruhlu insan suretleriydiler. Pek beceremese de Çocuk göbek atma hususunda da halay çekme mevzusunda da Kız’a ayak uydurmaya çalıştı koca günün hatırına kendisini yalnız bırakmadığı için. O sırada birbirlerinde cereyan eden sempatik bir arkadaşlıktı. O anlaşılmaz İnsan’lar içinde birbirlerini anlaşılabilir sadece birbirlerini bulmuşlardı. Bu sayede hiçbir ileri gitme güdüsü hissetmeden, sadece konuşacak bir yüz olsun temennisi ile yaklaştılar birbirlerine. Göbek attılar, halay çektiler.

Yorulan insanlar için daha sakin ve daha samimi bir müzik çalmaya başladı tek kişilik org-estra. Bir anda herkes dansa davet edildi. Herkes amma çekingenmiş yakınlaşmak hususunda. Kimse kimsenin yanına yöresine uğramadan, haremlik selamlık bir hal aldı birden ortam. Org- estra şefi bu durumun farkın vardığında tam müziği kesecekti ki; eğlencenin en akla zarar ikilisi Çocuk ve Kız atladı sahnenin ortasına. Biraz tutuk, biraz çekingen gören tüm gözlerden ötürü dans ediyorlardı gülüşerek, şakalaşarak. İnsan’lar dahilinde orada olan herkesin gözü onlardaydı. “Aslında ben böyle sevmem.” dedi Kız dans duruşunu kastederek.

Anlayamadı Çocuk Kız’ın söylemek istediğini. “Nasıl Yani?” diye sordu.

Gürültüden sesler ulaşamıyordu karşılıklı her ikisine de. Kız biraz yanaşıp “Böyle mesafeli yani diyorum!” dedi Çocuğun kulağına.

Kız’ın ne demek istediğini şimdi gayet net çözmüştü Çocuk. “O zaman samimi oluruz bizde!” dedi gülümseyerek ve standart dans duruşundaki bütünleşmiş elini Kız’ın elinden kurtarıp belinin ardında diğer eli ile birleştirdi. Ancak atladıkları tek bir şey vardı. Bu arkadaşlıktan öte başka fesat bir fikir barındırmayan iki sevimli insanın, diğer İnsan’lar gözünde kıyılmıştı bir anda nikahları daha şimdiden.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Sıradan veya Sıradışı

On Dört: Yeni Umutlar

''Ben hep doğruyu söylerim, yalan söylediğimde bile...''

''Amına koyim böyle günün! Bütün aksilikler beni bulur zaten!''

Küfrede küfrede yürüyordu. Biraz önce gülümsemeyi başarmıştı. Ancak arabanın içinden sanki hayatın anlamını bulmuşcasına fırlayıp ona sarkan adam yüzünden gene sinirleri bozulmuştu. Hepsi aynılar diye düşündü... Aramamıştı... ''Emre'den bu yana doğal görünen biri vardı karşımda. Gerçi Emre de içten görünüyordu ama beni o şıllıkla aldattı! Yok, bu erkek milletine güven olmaz...''

Bu sinirle iş görüşmesine gidemezdi. Zaten çok da istediği bir iş değildi. Yapması gerekeni biliyordu. Eline kavunlu dondurmasını alıp deniz kenarında bir yerlere gitmeliydi... Nitekim yaptı da. Son zamanlarda bunu alışkanlık haline getirmişti. Bir diğer alışkanlığı ise hayatı hakkında yalan söylemekti. Ama bu yalanlara kendisini de inandırıyordu. Dün gece de yapmıştı işte... Daha yeni tanıştığı adama güçlü kadın ayakları çekmek için türlü yalan uydurmuştu. Ama alkolün etkisinden kurtulamamıştı. Bir ufak kıvılcım içindeki duyguların ortaya çıkmasını sağlamış, Emre'yi hatırlatmıştı. Adam yine de kibardı ona karşı... Ama bu sadece tek gecelik bir şeydi...

Huzuru bulmuştu gene bu sahilde. Sessizliğin ortasında bir telefon sesi yankılandı. Kalbinde sevinç ve acı karışımı bir şey hissetti. Telefonuna baktı... Evet, oydu...

Neden Beden

Bir: Ruya

Uçurumun kenarında. Derin bir nefes çektikten sonra göğüs kafesini ileri doğru itti. Tüm bedenini sarmalasın istiyordu rüzgar. Başını öne uzattı biraz daha. Yükseği hissetmek, kuş olmak ister gibiydi. İyice ilerledi vücudu boşluğun dip kenarlarına. Ayak parmakları boşluktaydı şimdi. Kollarını açtı iki yana. “İşte!” diye mırıldandı tüm heveslerin hazzına vakıf. Gülümsüyordu gözleri kapalı. Son bir refleks ile bedenini biraz daha ileri itti. Dibi görünen boşluğa bıraktı kendini rüzgarın son kurnaz darbesinin etkisinde. Uçuyor muydu ne!..

Saatinin sesine uyandı çocuk. Gözleri tavana dikilmiş sesin nereden ve neden geldiğini çözmeye çalıştı ilk bir kaç saniye. Evinde, yatağında ve kalkma vaktinin gelip çattığını anladı çok geçmeden. Kollarının tıpkı rüyasında olduğu gibi iki yana açılmış olduğunu fark etti. Düşerkenki o ince sızının aynısından yine vardı bacaklarında. Aynı mutlu yüz ifadesi çehresine dolanmıştı. Aynı kalp atışları ile sanki boyutlar arası bir mekan kayması yaşamış gibiydi. Rüyasında hissettiklerinin bire bir kopyası sinmişti özüne. Boş gözlerle tavana bakarken vücudunda buluşturdu kollarını. İçine günlerden beri baş göstermiş yürek sızısı güne başladı. Kaç gün oldu hatırlayamadı ilk anda hissettiği acıyı. Sonra boşverdi. Ne önemi vardı duvarlara yangının harlanma çiziklerinin atmanın. Zaten bugün unutma günü değil miydi…

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Neden Beden

Sıfır: Kız'a

"Kız'a...

Sonunda uygun başlangıç cümlelerini bulabildim. Nihayet içimden geçenleri anlatabileceğim kelimelerim var. Şimdi burada oturmuş ve karalarken bu satırları ve ışıklar bir yanıp bir sönerken ve hatta kesikken sular ve homurdanan gökyüzünün suretinden yağan yağurlar ve karıncalanan parmaklarım zorlanırken kalemi tutmakta ve içim titrerken müsamere de sırası gelmiş ilkokul gümlerim gibi ve kalbimde sebebini bilmediğim bir tıkanıklıkken hayatımın bir kısım gariplikleri... Sana yemin ederim ki; karmaşamın hudutlarını ben de tahmin edemiyorum. Biz neresindeydik bu hayatın ve km bizi itti ortak düzlemlere bilmiyorum. Ancak seçtiğimiz değil seçilip itildiğimiz gayet meşru. Legal insani yaşam alanları içinde, gözlerin odağında ve dillerin sivri ucları dönük ne yaptık biz? Bu hikaye nerede başladı? Sen şimdi saçma diyorsundur bu yazanlara ama, mantıkı olan ne vardı ki bizim hayatımızda?.."

23 Temmuz 2009 Perşembe

Sıradan veya Sıradışı

Onüç: Özlem

Bir süre numaraya bakakaldı. Eline bakarken aklına gelenler geçmişteki bu türden tecrübeleriydi. Bu türden akşamlardan sonra eline veya kağıda yazılı olarak aldığı numaraları aradığında gelişen hiçbir insani ilişkisi olmamıştı. Ama dün akşam başkaydı sanki:

Loş bir ışık: Hemen hemen her barda olduğu gibi. Dış kapıdan bara gidene kadar inilmesi gereken tamı tamına kırk merdiven: Üşenilmemiş, sayılmış kırk basamak. Dibe vurmak için gidilen bir yerin de dipte olması: Akılda kalması gereken ayrıntı. İç kapıdan girdikten sonra karşına dikilen kolon: Salonu masalar ve bar şeklinde ikiye ayırıyor. Ve o beş harfli: (adının hâlâ aklına gelmemiş olmasına sinir bozucu) Masalar ile bar arasında seçim yapmasını sağlayan.

Bardaydı. O da bara doğru yöneldi. Hatunun oturduğu sandalyenin iki yanındaki sandalyeye oturup bir tekila istedi. Hatun bira içmekteydi ve istenenin tekila olduğu bu durumda isteyeni merak etmiş olacak ki kafasını soluna çevirip baştan ayağa bir süzme eylemine girişti. Hatunun eteğinin rengi belli olmasa da şekli belli oluyordu: kısa, pilili. Makyaj: aynı karanlık ortamın gazabına uğrayarak kendini ele vermiyordu ama koyu tonlar seçilmiş olduğu belliydi. Dekolteli bluzu ona pek bir yakışmıştı ama emanet gibi duruyordu. Sanki sürekli giydiği bir elbise değildi. Önünde duran 50'lik bira bardağı ise tahminine göre ilk değildi. Hatunun da kendisini süzdüğünü fark edince daha dik durmaya çalıştı: kadınlar kendine güvenen erkeklerden hoşlanırlar. Kendine güvenmesen bile güvenirmiş gibi görün.

Gelen tekilaya tek dikişte dipledikten sonra kendinde hatuna yaklaşma cesareti buldu:

- Görünüşe göre bira ile aran gayet iyi.

- Evet, insanların olduğu bu dünyada güvenebileceğim tek varlık. eninde sonunda sarhoş etmesini biliyorlar.

- Birayla bu uzun zaman alıyor olsa gerek.

- Harcayacak zamanım çok!

- O zaman benimle de harcayabilirsin?!


Hatun bu teklifi ilk başta duymazdan gelse de aklındakilerden kurtulmak için başka bir vücudun işe yarayabileceğini de düşünmeden edemiyordu. Peki bu tedavi ne kadar işe yarayacaktı? Günü kurtarmak ne kadar anlamlı bir çözümdü? Yarın uyandığında yine aklında olacak olanlar şimdikilerden çok daha mı farklıydı sanki?

Hepsinin cevabını elbette biliyor ama o âna kadar aldığı alkolun etkisiyle (hatırladığı kadarıyla bu yedinci birasıydı ve bu da bitmek üzereydi) kendini birisine teslim etmek de ona cazip geliyordu.

- O zaman götür beni buradan!

- Peki ama nereye gitmek istersin?

- Eninde sonunda sevişeceksek ne fark eder?

Bu cevabı beklemeyen adam, içinden geçenin bu olduğunu bilmesine rağmen bir an kendisinden utandı. Her tanıştığı kadının hayatının kadını olma olasılığını göz ardı edememesinin bir sonucuydu bu. Herbir kadına samimi yaklaşmayı denemiş ama aslında amacının onlarla tek gecelik ilişkiler kurmak olduğu fark etmişti. Bu özelliğinden tiksiniyordu. Utancı da yavaşça mide bulantısına dönüşmeye başladı ve o anda kendini, hatundan daha sarhoş hissetti.

Adam aldığı bu cevabın etkisiyle hem hatunun hem de kendi tek tekilasının parasını ödedi. Hatunun koluna girdi.

- Kendim yürüyebilirim, bu kadarcık içki bana bir şey yapmaz.

Hatunun kolundan çıktı. Bu giriş-çıkış da onu rahatsız etmişti ama daha ziyade o kırk merdiveni nasıl çıkacağı ve hatunun kendisini neden bu kadar terslediğine duyduğu merak bu etkilerin hepsini ortadan kaldırıyordu.

İlişkileri böyle başlamış, daha sonra bir dans kulübüne gitmişler, orada hatunun kendinden geçercesine dans ederken, kendisi sadece yanında tempo tutmakla yetinmişti. Ezelinden beri dans etmeyi sevmezdi ama edebilmeyi dilerdi içinden.

Adamın arabasıyla onun evine geldiler -hatırladığı kadarıyla numarayı da arabada almıştı. Yoksa hatun mu vermişti?- fakat o sırada ne olduysa oldu ve hatun birden parlamaya başladı. Bir başkasından bahsediyor, deli gibi ağlıyor, çıkarmaya başadığı elbiselerini tekrar giymeye başlıyor ve arada bir de adam küfrediyordu:

- Ya sen kimsin ya? Ne cesaretle beni evine getiriyorsun? Burası da ev mi Allah aşkına? Sen bir de Emre'nin evini görsen. (Gerginliğinin adını öğrendi.) Her şey bir düzen içinde. (Düzene karşı bir eğilimi var.) Bu dağınıklığın da hayatın da amına koyim ben ya!

- Bir arkadaşımın bir lâfı var: "Yapabileceğin küfürleri et!" diye.

- Arkadaşının da amına koyim, senin de amına koyim, Emre'nin de amına koyim...

Küfürler devam etmeye meyilliyken hıçkırıklar bir es verdirdi.

Numaraya bakarken bütün bunların etkisiyle gözlerinde bir sululuk hissetti Samet. En son ne zaman bir kadın kendisi için bu kadar yoğun şeyler hissetti acaba? Peki ya kendisi en son ne zaman bir kadın için ağladı? O anda yaklaşık 5 yıldır hep aynı kadına ağladığını hatırladı, gülümsedi. Onu özlediğini fark etti.

- Evet, beş harflinin adı Özlem'di!

Koşar adımlarda cep telefonuna gitti. Hatunun adını hatırlamak ona bir anda cesaret vermişti.

21 Temmuz 2009 Salı

Sıradan veya Sıradışı

On İki: U Dönüşü

"Bu kadar boktan bir gün yasaklanmalı."

Kendini o müthiş isabetli arabasının içinde kaldırımda buldu Yeşim. U dönüşüne söverken, Vosvos'un düşük performansına minnettar kalmayı ihmal etmemişti. O an kaldırımda olmayan milyonlarca insana ve oradan geçmeyen polis arabasına teşekkür etti içinden. Virajı alamayıp kaldırıma zıplayan bir Vosvos'tan daha normal ne olabilirdi ki? O yüzden bu durumu daha utanç verici kılıp ana yola beceriksizce dönme çabalarından vazgeçti. Ve yukarı giden yolu eziklikle takip etti. Bu yol okula gidiyordu. Annesinin fosillerini ziyaret etmekten vazgeçti, zerre hevesi kalmamıştı öyle ki.

"Sanırım tekdüze günlere alışan bünyemde özgürlük yan etki yapıyor." diye düşündü içinden. En yakın sağlık ocağından kıytırık bir rapor alıp okula vermeliydi. Böylece her şeyin yolunda gittiğini görünce içindeki huzursuzluk bir nebze azalabilirdi belki.

Yarım saat sonra muayene olup, raporunu çoktan almıştı. Geçmek bilmeyen sinüzitinin işe yaradığı olmuyor değildi bazen. Acaba müdürden işiteceği azarı yarına mı erteleseydi? Bugün nasıl olsa bok oldu, o zaman yarınki boklukları da aradan çıkartalım diye düşündü. Hem böylece yarına 1-0 mağlup başlamayacaktı. Zaten okula iyice yaklaşmıştı.

Öğrencilerin arasında fiyakalı bir araba gördü. Siyah bir makam aracı.

"Tanrım! Teftiş! Kaymakam! Sıçtık!"

Başından aşağı dökülen kaynar suların eşliğinde salaklığına yanıyordu ki silik surat karşısında belirdi. O da Vosvos'u görmüştü bir an durakladı, sonra kapıdan içeri baktı, kaymakam görünürde yoktu, beş dakikalık kaytarmanın bir mahsuru olmasa gerekti. Yeşim'in yanına gitti hızlıca.

-Selam! Geriye kendim dönecektim aslında. dedi gülerek. Ama kızın gülmeye hiç niyeti yok gibiydi.

-Kaymakam Bey gelmiş, teftişi unuttum. dedi tüm samimiyetiyle. Sanırım sen de Milli Eğitim'desin. Ve el birliğiyle içerde benim cezamı kesiyor olmalısınız.

"Ay inanamıyorum yoksa sen burda mı çalışıyorsun? Hay allah tesadüfün böylesi!" gibi klasik şaşırma faslını atlamıştı ikisi de.

-Evet hakkınızda soruşturma açıldı Yeşim Hanım.

-Evet ismimi de bildiğine göre...

-Sana bir şey söyleyeyim mi? Aslında bu hiç yapmadığım bir şeydir. Ama müdür yardımcısı bana Yeşim Hanım'ın gelmediğini söyledi -ki o senmişsin, buna daha sonra hayret edeceğim- herneyse, ben bunu Kaymakam Bey'e söylemedim. Ağzımdan "Herkes burda" lafı çıkıverdi. İyi ki de bugün bir farklılık yapmışım dedi ve gülümsedi.

Yeşim derin bir oh çekti garip mimiklerinden biri eşliğinde.

-Nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum.

-Öyleyse ben yardımcı olayım. Hemen aşağıda, sahilde şirin bir restorant var. Orada bir akşam yemeğiyle bu iyiliğimi ödeyebilirsin mesela.

-Evet orayı biliyorum.

-Kaymakam Bey gelmek üzere. Gitmeliyim, bence sende gitmelisin çünkü müdür tardımcısını baya bir fişeklemiştim, dedi muzip bir gülümsemeyle.

Garip mimiklerinden biriyle cevap verdi kız.

-Saat sekizde teşekkür ederim öyleyse. Görüşmek üzereee.

-Unutma!

19 Temmuz 2009 Pazar

Sıradan Veya Sıradışı

On Bir: Yoklama Çekmek

Daha kaç kişi bugün tembellik isteği ile yanıp tutuşuyordur acaba? Çalışmadan öylece geçen boş beleş bir günün olmasını temenni edenler kendilerini bu doğrultuda hangi planların içine sürüklemiştir? Hastalık bahaneleri, önemli banka işleri, ailevi sebepler? Bugün birini denemeye kalksa mesela Ferit hangisi en başarılı olurdu? Aile yok, banka hesaplarını takip etmeyi sevmez, eğer hastaysa zaten işe gelmesi saçma. Bahaneler kendi kendilerini çürütürken teori hallerinden çalan telefon dalgınlığın da, bahanelerin üretim merkezinin çalışmalarına da son verdi. İsteksizce kulağına götürdüğü telefonun ahizesinden seksi olmaya çalışan fakat beceremeyen bir kadının sesi çınlamaktaydı.

“Efendim… Teşekkürler sekreter hanım, siz?.. İşler ya, değil mi!.. Evet dinliyorum… Şimdi mi?.. Neden belitti mi?.. Peki madem hazırlanıyorum ben o zaman… Ancak biz okula öğleden sonra diye bildirdik… Haklısınız, kaymakam beyin takdiri… İyi günler sekreter hanım!.. Yok bu aralar dışarı çıkmaya niyetim… İşlerim başımdan aşkın, başka zaman inşallah… Size de iyi günler!..”

Telefonu kapatır kapatmaz derim bir oh çekti. Sekreterin imalı ve istekli cümlelerine daha fazla maruz kalamazdı. Telefonu kapattığı için çok rahattı o anda. Oysa ki: “Siz seksi olmaya çalıştıkça daha da itici oluyorsunuz! Bu yüzden size el sürmek değil, sizi elden çıkarmak istiyor herkes!” demek istiyordu hep. Ancak, çekingenlik bütün mümkünleri imkansız kılmaktaydı o an için. Bu yüzden yapacak tek şey telefondan gelen tüm direktiflerin harfiyen yerine getirilmesiydi. Kalemlerinin arasından bir kalem seçti bunun için Ferit ve çekmecelerinin en üst gözünden bir ajanda alıp odasını derhal terk etti. Artık kötü geçeceği belirgin gün için daha fazla isyan etmenin bir anlamı yoktu.

Binanın girişine geldiğinde peşi sıra binayı terk etmek üzere olan kaymakamı gördü. Artık refleks haline gelmiş esas duruşu takındı ve selamlaştılar. Makam aracının afili parıltıları eşliğinde kendini bir halt sanarak bindi arabaya. Bu kaymakamın nezaretinde sadece kendini tatmin etmek için içine düşülmüş bir davranıştı. Araba asfaltlar boyu ilerlerken kaymakamın dakika başı çalan telefonunun gürültüsünde söndü tüm havası kısa sürede daha ne olduğunu anlamadan. Bulunduğu yeri bir an için unutmak istese de, hatırlamasını destekleyecek bir sürü dolaylı destek hazırdı her an.

Kısa bir yolculuğun ardından okula geldi kaymakam ve Ferit. Tüm okul idaresi şaşkın bir şekilde konuklarını karşılamak için peşi sıra çıktılar kapıdan. Sıra ile tokalaşıp hal hatır cümleleri kurdular. Eğilip bükülmelerle birlikte yağcılık da doğru orantılı bir şekilde artıyordu. Okulun koridorlarında yürürken neredeyse ayağının altında paspas olacak bir okul idaresi ile baş etmek ne iç daraltıcıydı. Kaymakamın anlık reflekslerine odaklanmış kalabalık, sanki anlaşmışçasına durdu kaymakamın yürümeyi kestiği anda. Ferit’e döndü kaymakam ve “Siz öğretmenler ile görüşün. Toparlansınlar ve ders arasında görüşelim.” dedi kibar ve otoriter bir ses ile.

“Peki efendim!” diye yanıt verdi Ferit ve durumun ehemmiyetini anlayan bir müdür yardımcısı nezaretinde öğretmenler odasına doğru yürümeye başladı. “öğretmenlerinizin hepsi burada mı?” diye sordu Ferit yanında koşturmaca halinde kendisine ayak uydurmaya çalışan müdür yardımcısına.

“Biri hariç herkes burada beyefendi.” diye cevap verdi müdür yardımcısı telaşlar içinde.

İrkildi bir an Ferit. “Hangi eksik öğretmendir bu?” diye sordu.

“Yeşim hanım. Kendisinin öğleden sonra dersi olduğu için henüz gelmedi.”

“Peki biz size bugün teftişe geleceğimizi haber vermedik mi?”

“Evet, öğleden sonrası için söylemişsiniz.”

Ferit’te yola çıkana kadar öyle sanmaktaydı. Yine de bozuntuya vermemek ve kaymakamlık makamına haksız konuma düşürmemek için: “Teftiş bu Beyefendi! Ne zaman yapılacağı normalde söylenmeyen teftişlerden üstelik! Siz dua edin biz bugünü ve kaymakam beyin neler istediğini haber verdik. Ve bu isteklere öğretmen kadrosunun tamamının görevi başında olması da dahil!” dedi gayet öfkeli.

“özür dilerim ama sizin mevkiiniz nedir?” diye sordu altta kalmamak için müdür yardımcısı.

“ben sizin yerinizde olsam benim kariyerimi değil de bu durumu soracağı zaman kaymakam beyin ne kadar sinirleneceğini düşünürüm!” diye yanıtladı Ferit, yine aynı öfke ile. Zaten kaymakamlık içinde sadece teftişlerde görevli basit bir memur olduğunu anımsamak lafı bastırmaktan başka çare sunmamıştı o anda.

Hiçbir söz söylemeden öğretmenler odasının kapısını araladı müdür yardımcısı önden. Ferit odaya adım atar atmaz ise odadaki herkese takdim etti kendisini ve bir köşeye çekildi sessizce. Ferit’in öğretmenler ile konuşma tarzının etkinliğini gördükçe ona karşı cümle kurmanın ne kadar başa bela olacağını düşünmeye daldı bir anda.

Sohbet koyulaşmaya başlamıştı yavaşça. Ve beklenenden erken kaymakam geldi odaya. Oturanların tümü saygı gereksinimi ayağa kalktılar. Ufak bir merasimin ardından kaymakam Ferit’in kulağına eğildi ve “Herkes tamam mı?” diye sordu.

Tam kulağına eğilmiş konuşan kaymakama yüzünü yanaştırırken, köşede korkusunu yüzüne vuran müdür yardımcısına ilişti gözü Ferit’in. Günün kötü gidişatını kendi elleriyle bozmak için tek fırsattı beklide bu an. Mikro saniyeler içinde düşünüp tek cümle cevap verdi.

“Tüm öğretmenler burada efendim…”

17 Temmuz 2009 Cuma

Sıradan veya Sıradışı

On: Yerçekimi Yasası

''Düşen bir nesneyi sakın tutmaya çalışmayın. Bırakın düşsün, daha az zarar görecektir.''

''Keşke biraz daha uyuyabilseydim... Biraz gözlerimi dinledireyim....'' Gözleri kapanmakta olan Özlem, yere düşürdüğü çay bardağının sesi ile uyandı. Yine sofra başında uyuyakalmıştı... 'Bugün kötü bir gün olacak' diye düşündü. Terslikler sabahtan başlamıştı...

Kalktı, üzerini değiştirdi. Evden çıkarken kendi kendine ''Buraya kadar her şey iyiydi. Belki de o kadar da kötü bir gün olmaz'' dedi. Yanılıyordu... Arabasına bindi ve müzik açtı. Keyifli bir şekilde gitmekteydi. Lastiği patlayana kadar... Arabayı kenara çekti. Lastikle uğraşacak ne gücü ne vakti vardı. Kapıyı kitleyip yürümeye başladı. Az yolu kalmıştı. Yolda, arabasının içinde aynı anda hem gülüp hem ağlayan bir kız gördü. ''Günü tek kötü geçen ben değilim'' diye düşündü. Yürümeye devam etti. Ama o da ne? Yağmur başladı. Evet, iş görüşmesine hem geç kalmıştı hem de ıslak bir şekilde gidiyordu. Yine de gülümsedi. Çünkü başına başka bir şey gelmeyeceğini düşünüyordu... Yine de... Buraya kadar her şey iyiydi...

''Bu 50. kattan düşen bir adamın hikayesidir. Adam düşerken kendine hep şöyle demiş: 'Buraya kadar her şey iyiydi'. Ama önemli olan; düşüş değil, iniştir. ''

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Sıradan veya Sıradışı

Dokuz: Mektup

Açılan kapıdan arabaya hücum eden bok kokusuna bir çözüm bulmalıydı. Torpidoyu açtı, silik suratlı adamın arkasından bakarken el yordamıyla oto parfümünü aramaya koyuldu. Israrla avuç içini yoklayıp duran kağıda bakmaya karar verdi.

“Şimdi hangi solucan hangi hücreni sindiriyordur kim bilir... Kısa ve öz deyimine muhalefet, uzun ve anlamsız cümlelerini öldüğün akşam bir şişeye doldurup denize atmıştım. Vicdan azabım diğer duygulara göre daha yoğun olduğundan turgor basıncına maruz kalıp şiştikçe şişmişti, büzüştükçe büzüşürken ellerin... Haklıyı, haksızı bırakalım anne. Söyle, sahi cennet var mı orada? Yoksa onca sene boşuna mı 'günah' adı altındaki tüm toplumsal yasaklara boyun eğdin? O zaman senelerce çok muhterem toplumumuz küstürdü bizi birbirimize öyle mi? Toprak zehri alır derlerdi. Kırgınlığını enjekte et öyleyse ona. Sen çiçek açtığında aldırmaz mıyım sanıyorsun?..”

Annesine yazdığı yüzlerce mektuptan biriydi. Torpidoyu kapattı. Asıl amacı olan parfümü olduğu yerde bıraktı, tıkanan burnu sayesinde buna gerek kalmamıştı öyle ki. Mutluluğa okkalı bir küfür sallayıp arabayı sağa çekti. Yeşim büfeye girer girmez büfeci selpaklara yöneldi. Apar topar 3 bira ve müessesenin ikramı kağıt mendili alıp arabaya bindi. Şişmiş suratına maruz kalan büfeci cinsel tercihini değiştirmiş olabilir miydi? Kaldırımdakilerin gözü arabanın içinde ağlayarak kahkahalar atan kıza takılıyordu. Bu bakışları gördükçe daha çok gülesi geliyor, buna paralel olarak gözyaşları da artış gösteriyordu. Bu onu daha da çok güldürüyor elini kolunu kornaya çarpıyordu. Arabalardan fırlayan kafaları gördükçe gülmek ve ağlamak işini bir arada yapabilmenin sınırlarına ulaşıyor, tam bu sırada kendini kontrol altına alabiliyordu. 17 yaşından beri süregelen bir durumdu bu. yaşadığı trajik komik olaylara mekanizmasının geliştirdiği trajik komik bir tepki.

Kendini toparladığında yola çıktı. Fosilleşmiş annesiyle iki tek atmak için geri dönmeye karar verdi. Fosilleri bağırıp çağıramazdı üstelik. Az ilerden dönecekti.

''U dönüşü yasakmış. Çok da penis!''

12 Temmuz 2009 Pazar

Sıradan Veya Sıradışı

Sekiz: Teftiş

Karşısında kocaman Kaymakamlık binası ile birbirlerini istemezcesine bakışırken Ferit, neden okul kırarcasına davranmak istemediğini halen kestiremiyordu. Olup biten onca talihsizlikten sonra sabahın bir vakti, belli ki her şey ters gidecekti. Yine de yapılması gerekenler tembellik etmekten daha mühimdi bugün. Daha sakin bir kahverengi sabahta yapabilirdi bu eylemi bu yüzden. Binaya düşmanca baktı, sanki insan olsa tekme tokat kavgaya tutuşacakmış gibi ve hızlı adım üzerine yürüdü.

İlk önce kapıdaki güvenlik görevlileri karşıladı Ferit’i. Yüzlerinde anlamsız bir gülümseme vardı. Ferit’te bir anlam veremedi. Selam verdi, aldı. Neden güldüklerini sordu. “aynaya baksan sende gülerdin hocam! Yeni bir sakal tarzı yaratmışsın sanırım!” dedi içlerinden biri ve kıs kıs gülmeye devam etti.

Elini yüzünde gezdirdi Ferit ve çenesinin altında tıraşlanmaya baş kaldırmış şerit halinde bir sakal kümesi fark etti. İçinden çok anlamlı bir “Hassiktir!” çekti. Acaba arabasına bindiği o topaç suratlı acayip kız fark etmiş miydi o isyankar kılları? Fazla kafa yormadı. Odasına giden yol boyunca eli çenesindeydi. Selam verdiği herkesin onu düşünceli olduğunu sanması için elinden gelen tüm rol kabiliyetini sergiliyordu. Nihayetinde yakaladığı üstün başarı sayesinde rekor bir sürede odasına vardı. Masasının etrafına bakındı. Oturduğu kenardaki çekmeceye yöneldi. Acil durum tıraş makinesini buldu. Alt çekmecede ve yanında promosyonu ayna ile. Bir gün hiç bu kadar ters gidemezdi.

Biraz daha sakindi şimdi. Sessizlik çöktü bütün odaya kısa süre. Sabahın ilk saat sesinden bu yana yaşadıklarını düşündü biraz. Hiç beceremediği tıraş faslını, kaçırdığı otobüsü ve halen daha almadığı arabayı, otostop çektiği kızı… Sahi ya! Acaba kimdi o kız. İyi insan olduğu belliydi. Biraz acayipti. Ferit’in geçmişte bıraktığı acayipliğinin kokusu vardı sanki üstünde. Fazla hatırlamadığından kendini o acayipliğe de bir tanım getiremedi zaten. Tüm asilikler geldi sonra aklına ve hepsine espriler uydurup sırayla gülmeye başladı. Bütün yaşanmışlıklar genel izleyici kitlesine hitaben çekilen bir komedi dizisi gibiydi nihayet.

Gözü masasındaki not defterine ilişti. O günlük planlamalarının kayıt altına alındığı not defteriydi Ferit’in. İsteksizce uzattı elini deftere. Günlük planını inceledi. Bir adet okul teftişi vardı listede ve öğleden sonra mutlak suretle yapılması gerekiyordu. İçi sıkıldı Ferit’in. Sevmiyordu çoluk çocuk gürültüsü. Ancak ne hikmetse teftişler hep ona yazılırdı. Not defterini elinden masaya bırakırken ne kadar sövse de kaderine bugünün doğru gitmeyeceği artık aşikar bir hal almıştı.

Sıradan veya Sıradışı

Yedi: Kelimeler

''Kelime aramızda yaratıldı. Ve bizler onun zaferini alkışladık. Ne kadar güzel, ne kadar zerafet dolu...''

Geceden kalma bir ağrı ile uyandı Özlem. Kafasında yine kelimeler vardı. Hayatından geçen erkeklerin adları, adresler, gereksiz konuşmalar... Hepsi ama hepsi aklındaydı. En çok da bir gece için yapılan kelime oyunları... Gülüyordu bunlara; ama bir yandan da şaşırıyordu. Cinsel istekler nasıl bir erkeği şaire dönüştürebiliyordu? Nasıl yüklüyorlardı o anlamları? Ne de olsa kelimeler sadece harflerin kombinasyonuydu. Onlara anlam katan bizim düşüncelerimizdi. Biz kelimeleri alkışlamadık aslında, kendimizi alkışladık. Kendimizden korktuk bazı kelimeleri kullanmazken. Kelimelere kafasını çok taktığını düşündü. ''Ama'' dedi kendi kendine ''Bazılarının kafası kelimelere, bazılarınınki matematiğe çalışırmış. Ben buyum ve bunları düşünmeye devam etmeliyim.''

Kalktı, aynaya baktı. ''Güzel'' dedi ''En azından benim yüklediğim anlamda güzel''. Aranmayacağını biliyordu; ama yine de istemsizce telefonuna baktı. Gülümsedi. Tahmin ettiği gibiydi... Şu zamana kadar karşısına çıkan erkekler arasında en iyi, en masum gördüğü bile aramamıştı. Hüzünlü gülümsemesiyle çayını koydu. Zor bir gün onu bekliyordu...

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Sıradan Veya Sıradışı

Altı: Matematik

"Düzensizlik de bir düzendir ama asıl düzen düzmek yeteneğinden gelir!" desturuyla yatağından doğrulup yavaşça mutfağa doğru gitti. Öncelikle su ısıtıp kendine bir kahve yapmaya karar verdi ve ardından da her sabah olduğu gibi günlüğüne yeni şeyler karalayacaktı. Sabahları kahve içmeyi seviyordu ama şu anda kahveyi içmek istemesinin nedeni daha çok dün geceden sonraki ayılma evresini hızlandırmaktı. Ancak bu şekilde yeni bir şeyler karalayabilirdi o her sabah karalanmaktan tam anlamıyla kapkara olan deftere.

Gözleri en sevdiği fincanını aradı: Buldu: Kirliydi. Yıkamak için uzandı önce bardağa, sonra da musluğa ve o sırada elindeki karalamayı gördü: Bir telefon numarası. O anda kafasında bu telefon numarasının dün geceki beş harfliye ait olduğunu anımsadı. Kız en azından telefon numarasını ezbere yazacak ve onu gecenin bir körü terk etmesine sebep olanı hatırlayacak kadar ayıktı anlaşılan.

Bardağı bir kenara bıraktı ve elinde yazılı olan numaraya baktı: 03141592653.

Aramalı mıydı?

Sıradan veya Sıradışı

beş: otostop

Tam da otostop çekecek arabayı bulmuş dedi içinden. O silik adamdan bir jipe otostop çekmesini de bekleyemezdi gerçi. Sonra dedi ki: Mutluluğa adamamış mıydık bugünü? Vosvosun iki kişiyi taşıyabileceğine neredeyse emindi üstelik. Aynı anda frene bastı, direksiyonu sağa kırdı, durdu ve dörtlüleri yaktı. Silik surat, öylece bakıyor adım atmakta tereddüt ediyordu.

-Bir tekerlekli sandalyeye ihtiyacın var mı?

-Hayır?

-Öyleyse yürüyerek gelebilirsin sanırım!

Tanrımm! Mutlu edeceğim otuzuncu insanı seçerken pek de seçici olmadığım bi gerçek. Ama yarattığın bu alıkları neden benim başıma salıyorsun? dedi Yeşim bu sefer yüksek sesle ama kendi kendine. Yine de kendine verdiği sözün gereği sinirini sindirdi. Tanrıdan da ses seda yoktu. Gidip bir an önce bira içmeliydi.

-Nereye gidiyorsunuz?

-Bununla fazla uzağa gidemeyiz sanırım. Ne dersin?

-Peki. Atakum'a gitmeliyim. Sizin için yeterince yakın mı?

-Evet dersem yine bön bön bakmayacaksın değil mi?

Adam bu sorunun üstüne cevap olarak beklemeden arabaya bindi. Son on dakika içinde bu arabada gitmek isteyip de kalmak zorunda olan, sonrasında kalmak isteyip de gitmek mecburiyetine boyun eğecek ikinci kişiydi Ferit. Bunu önce Vosvos fark etti. Her zamankinden yavaş ama sinirleri bozmamaya dikkat ederek yaptı işini. Sonra Ferit kırmızı ışıkları daha bir sever olmuştu. Sırf kızın mimiklerini daha fazla izleyebilme fırsatı verdiği için geciktiği her dakikaya lanet etmekten vazgeçti. 15 dakika sonra bu arabadan inecekti. Görebildiği kadarı yanına kar kalmalıydı öyle ki.

-Hala bu arabaya otostop çektiğine pişman olmadın mı?

-Belediye otobüsüne bindiğime daha çok pişman olmuştum.

Eski bir dost gibi gülüştüler. Böyle olur bazen, insanın içinde hayatına girecek herkesten birkaç cümle var gibidir. Sesi anımsadığın anda bir gülücük oturur yüzüne insanın. Ve bir saniye ömrü vardır o gülücüğün. Silinir gider hafızadan, bir sonraki cümlede.

-Ben böyle ineyim.

-Peki. Hoşçakal.

-Çok sağol. Güle güle..

Ve tüm çekingenlikler en sıradan cümlelere tıkıştırılıp, içi boşaltılır anlamların.

10 Temmuz 2009 Cuma

Nedensiz Bedensiz ------>>> Neden Beden

Aslında bir çok hikaye bittiği denilen yerde hemde en başından ve yeniden başlar...

Kız kimine göre boş beleş hayatından bir bölümü yaşadı ve bitirdi. Peki ya Çocuk ne yaptı bunca zaman? Çocuk o kadar basite mi indirgedi her şeyi?

Transkripsion'dan ilişki sorgulayıcısı "Geri Zekalı Ayrılık Sendromu" kökenli iki seri hikayenin birincisiydi bu zamana kadar yayınlanan. Pek yakında Çocuk'un hayatının kısa süreli sarsılışının ve ilişiki yumağının bilinmeyenlerinin içinde barındığı ikinci bölüm blog içinde yer alacak...

Hatta ben bunu çok sevdim. Biraz merak katalım işin içine!

Çocuk neden Kız ile konuşmaktan kaçtı?
Kız'ın aslın düşüncelerini öğrenebildi mi?
Masasındaki Biri kimdi?
Ve hikaye asıl nerede başladı?..

Tüm bu soruların cevabı pek yakında...

(acayipmiş bu ya :)) )

Nedensiz Bedensiz

On Üç: Son

Kimin ne önemi vardı artık? Kim ne kadar veya ne birim edebilirdi? Tüm erkekler aynı değil miydi zaten? Evrimleri ve güdüleri gereği bırakabildikleri kadar döl bırakırlardı dünyaya. Gerisi onlar için önemsiz ve boştu. Her aldatılma olayından sonra hortlayan bu feminist ruh, Adam’ın yanından döneli saatler ve gidişinin ardından sadece dört gün olmasına rağmen arkasındaki masada kimliği belirsiz Biri ile fingirdeyen Çocuk’u gördükten sonra kendini daha da yırtıcı bir kıvama getiriyordu.

Küçük bir an için kafasını çevirip Kız’ın bakışlarını fark etti Çocuk. Başı ile selam verdi Kız’a ve tekrar Biri’ne dönüp önce önünde duran alkol güdümlü bardağı kafasına dikledi ve sonrasında Biri’nin yüzünü okşayarak tatlı tebessümler yaratan cümleler kurmaya kaldığı yerden devam etti.

Oysa ki; sadece küçücük bir ihtimaldi Kız’ın Çocuk ile yeniden deneme fikri. Önce nedensiz sordu, sonra merakına yenik düştü ve merakla karışık küçük bir kıvılcım hissetti Çocuk’a yönelik son olarak. O da gördüğü manzaraya alık alık bakarken daha da belirginleşti ve bakışlar boyunca kendini çözerek imha etti. Düşünmeye koyuldu Kız. Yaptığı şeyler, aldığı kararlar hata mıydı? Yoksa doğru olan o muydu da insanlardan bir ayar sıkıntısı vardı? Cevap bulamadı o an içerisinde de, o andan çok çok zaman sonra da.

Tüm bu kararsızlığın sonunda aşka tövbe etti. Hatta konu ile alakalı şarkılar dinledi akrep yelkovan ilişkisinin hırçınlığı içinde. Aşksızlık ile ilgili kitaplar okudu, melankoli içerikli her faaliyete dahil oldu. Sıkıldı ve yine aşkı özledi. Va hatta Çocuk’un son haline kadar geçen süre kadar kısa bir zamanda, eski sevgilileri özleyip, başkalarının ilişkilerine imrendikten hemen sonra bir Kişi ile tanıştırıldı yine bir masada. Kişi Kız’a yönelikti tüm sohbet boyu. Esprilerin, iltifatların ve entelektüel kasılmaların merkezinde hep Kız vardı. Tüm bunların farkında olan Kız geçmişi formatlarcasına hızlı sildi her şeyi. Bir tek Kişi ne yemin bıraktı, ne de insanların acılarına dair basit bir kalıntı.

9 Temmuz 2009 Perşembe

Nedensiz Bedensiz

On İki: İskele

Sabahın köründe bir yolculuk için sıcak yatağından kalmak derttir aslında. En azından Kız bunu düşünüyordu. “Bari cam kenarı olsa koltuğum!” ümidiyle zorlanarak kalktı yatağından. Geceden hazırlanmış bavulunu aldı ve kimse ile vedalaşmaya gerek duymadan kendini otogar kestirmelerine vurdu. Gün yeni doğuyor ve tüm güzel çiçek kokuları sokakları sarmalıyordu. Derin nefesler çekerek yürüyordu Kız. İçindeki kavuşma anının giderek yaklaşması mutluluğu giderek artıyordu. Denize vuran güneş ışıkları göz kamaştırıyor, seyredenine ise büyük bir keyif bahşediyordu. Adımlarca ilerleyerek, güne pozitif başlamanın verdiği ilham ile şarkılar mırıldanarak yürüyordu yolda Kız. Gitmeden son defa iskeleye çıkmak istedi. Sekerek yürüyordu yollarda. İskelenin başına geldi. Birkaç adım yürüdükten sora uçta yere bağdaş kurmuş oturan birini gördü. Bir an yavaşlatsa da kendini fazla umursamadı oturanı ve yürümeye devam etti. Miyopluğunun elverdiği yerde iskelenin ucunda oturanın Çocuk olduğunu fark etti. Adımlarının arasındaki mesafeler küçüldü birden. Bir yandan gitmek istiyor, bir yandan Çocuk’un orada ne yaptığını merak ettiğinden yavaş yavaş ilerlemeye devam ediyordu.

Başı eğikti Çocuk’un. Ne yaptığı, düşündüğü anlaşılmıyordu fakat sarhoş olduğu her halinden belliydi. Derin bir uykudan aniden uyanır gibi kaldırdı başını çocuk. Ağlıyordu. Güzlerini denize dikti. Sulu sulu baktı ufka. “Neden be Kız’ım!” diye bağırdı sokaklardaki insansızlıktan da cesaret alarak.

Tüm şifreler çözülmüştü artık. Kimin ne hissettiği belliydi. Çocuk kıza aşık, Kız ise bir zamanlar hoşlanmaktaydı ondan. Şimdi ise bu haline sadece üzülmekle yetinebilirdi ve geç kalmışlığına içten içe küfür edebilirdi. Uzaktan iyice süzdü çocuğu. Aklında yine çelişkiye düştü kısa süreli. Ve tekrar kesin kararından caymamaya karar verdi. Son saniye bakışları ardından iskeleden ayrıldı Kız. Bunca yaşanmışlığın ardından Çocuk zihninin unutulmuş bir köşesine yeniden hatırlanmak üzere ufacık bir kırıntı bırakmıştı Kız’ın.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Nedensiz Bedensiz

On Bir: Hikaye

Birkaç saat için bile olsa kendini daha fazla yorgun hissetmek istercesine attı kendini sokaklara geri döner dönmez Kız. Amacı geberene kadar yorulup uyku ile beynini uyuşturmaktı. Ama öncesinde zehrini akıtmaya yardımcı olacak bir Arkadaş’a ihtiyacı vardı. Yüzünde o bilindik aykırısı ifade ile yürüdü tanındığı yollarda. Selam verenlerin kimisini duydu, kimisinin sesi kulaklarına bile çarpmadı. Burnundan soluyor gibi görünmek istiyordu. Çünkü sıradan nezaket diyaloglarına girmeye hiç niyeti yoktu kimseyle. Hızlı adımlar atmayı beceremedi asla ve bu yüzden birkaç defa sendeledi kaldırımlarca. Hüznünü ve öfkesini o koca çantasına sıkıştırmış her zaman gittiği o mekana eserek girmişti. Ağlamakla karışık çatılmış kaşlar ve çehreye kibarca oturtulmuş yüz çizgileri mekandaki insanların bir çoğuna tesir etti. Kız karizması ile herkesin bir şekilde dikkatini çekmeyi başarmıştı hiç hedeflemediği halde.

Az ilerde bir masa da oturuyordu Arkadaş’ı. Soluk almadan yürüdü yanına ve direk boynuna sarılıp gözyaşlarına gümrük onayı verdi nihayet. “Neden böyle olmak zorunda! Ben neden hep aynı hatayı yapıyorum!” feryatları ile yavaş yavaş kendini küçük düşürmeye başlamıştı insanların gözünde. Çünkü Kız’ın o mekan içerisinde sağlam ve yıkılması neredeyse olanaksız bir duruşu vardı. Şimdi ise o duruşun dengesini kendi kıvraklığı ile bozuyordu.

Sarılma anında biraz olsun sakinleştirmeyi başardı Arkadaş’ı Kız’ı. Anlatmasını istedi usulca. Kız tekledi önce birkaç saniye. Sarf edeceği cümlelerin kurgusunu oluşturmaya yeltendi. Halbuki konuşmaya başlaması için basit yapılı bir kelime bile yeterdi. Kısa süre içinde fark etti bu hakikati ve tek kelime çıktı önce ağzından, sonraki yarım saat soluksuz bir anlatım ile geçti. Kendini iyi ifade ediyordu Kız ve anlatımının akıcılığı ise buradan geliyordu. Kendi derdi bile insanlara hiç duymadıkları bir hikaye tınısı ile ulaşıyordu. Tıpkı bir masal dinler gibi oluyordu karşısındaki ve her kelime aklına kazınıyordu neredeyse. Erkeklere olan aşırı güven bağlılığının sürekli aynı tip sorunlar yarattığından, Adam’la olan iki yıllık ilişkinin götürdüklerinden ve ikincil boynuz darbelemesinden, kendini bir erkeğe mahkum edip köleleşmesinden ve artık bunun büyük bir hata olduğunu anlayışından öyle yalın ve üslup sahibi bir dil ile bahsetti ki; ne kendi fark etti etrafından geçen insanları, ne Arkadaş’ı. Kendini kaptırmıştı artık cümlelerin girdabına. Peşinden Arkadaş’ını da sürükleyip sözcüklerden kendisine dönük hayranlıklar inşa etmekteydi o anda. Ne zamanki zehri tamamen akıp gitti ağzından çıkan her seste, anlattığı post modern aşk destanı da nihayete erdi. O an masada oturan her iki kişi için de soluklanma amaçlı bir dinlenme anı gelmişti. Hikayenin rüzgarı o kadar kuvvetliydi ki; her ikisini de masanın farklı uçlarına savurmuştu.

Öylesine sessizdi ki ortam, ağızdan nedeni bilinmez bir şekilde fırlayan küfür gibi fırladı bir anda “Çocuk nasıl?” sorusu Kız’ın yorulmak bilmez çene kaslarının ittiresiliği ile. O bile beklemiyordu böyle bir soruyu sormak kendinden. Çocuk geride kalmış bir başkasıydı çünkü. Becerebilseydi Adam’ın yerine hayatına bodoslama dalacak biri, beceremediği için ise kısa süreli boşluk doldurmaca denemesi idi Kız’ın zihninde. Yine de Çocuk’a dair içinde hiçbir sevgi ümidi olmamasına rağmen sormuştu bu soruyu. Alacağı cevabın kendisini ne denli etkileyeceğini bilmeden.

Arkadaş’ı ilk anda idrak edemese de soruyu, kavradığı anda gizli bir şaşkınlığa büründü. Cevap veremeyeceğini varsayarak, bahaneler üretmek için gözlerini diğer masalarda gezdirdi. Aradığı cevap Kız’ın tam arkasına düşen masadaydı. Önce dikkatle baktı o masaya ve “Bana sorma. Arkana bak görürsün.” dedi Kız’a.

Kız bilinmeyenden gelen sorunun akabinde bilinmeyenden gelen merakının etkisinde arkasını döndü…

7 Temmuz 2009 Salı

Nedensiz Bedensiz

On: Koz

Son günleriydi Kız’ın Buralarda ki. Bunca zaman yaşanan onca dedikodu, nedensiz laf sokuşlar sulu bir şaka gibiydi şimdi. Geri kalan birkaç cümle kırıntısını da sindirmek istemiyordu artık. Kulaklarını İnsanlar’a tıkamış bir şekilde bir kenarda oturuyordu yalnız başına. Bugün diğerlerden farklı olmak için tüm kartlarını oynar gibiydi sanki. Çevrede İnsanlar’dan hiç biri yoktu neredeyse. Etraf o kadar sessizdi ki, alışılagelmiş laf sokuşlar ve çaktırmadan bakışlar olmadan bir garip hissetmeye başlamıştı kendini Kız. Kendi kendini dinler bir haldeyken Çocuk göründü girişte. İçeri girdi ve ne hikmetse direk Kız’ın oturduğu masaya yöneldi. “Kesin İnsanlar’ın yokluğundan istifade geldi.” diye düşündü Kız. Çocuk masa dibindeki sandalyeye izin isteyerek oturdu ve selam verip selam aldıktan sonra anlaşıldı bütün karın ağrısı. “Bugün Adam’la tanıştım.” dedi.

Kız uzun zamandan beri gelen bir gelenek gibi olmuş şaşkınlığa büründü tekrar. Adam’ın yeniden sanal alemle alakalı şifrelerini kullanmaya başladığını anladı o anda. Gülümsedi belirsiz. Çocuğun sakin duruşu ve tepkisizliği çekti dikkatini. Sıradan bir olaymışçasına karşılıyor gibiydi çocuk. Beklediği tepkiyi bulamamıştı Kız Çocuk’un ne yüzünde ne de sesinde.

Sıradan bir tebessüm vardı çocuğun yüzünde. “İyileştin mi diye soracaktım. Derken ben Kız’ın sevgilisiyim diye bir cevap gördüm ekranda. Tanıştık, ufacık sohbet ettik.”

Kız illa kıskançlığa veya kine dair bir tepki görmek istiyordu Çocuk’un tüm halinde. “E ne var bunda! Sevgilim o kullanır şifrelerimi kendisi.” Dedi hafif sinirli gibi ve gülümseyen bir suratla. Amacı çocuğu tuzağa çekmekti.

Hiç bozmadı istifini çocuk. “Ya alır almaz bana ne! Ama keşke daha önce söyleseydin de bu dedikodular durdurmak için elimde bir koz olurdu o zaman.” dedi. Kısa süreli bir sessizlik oldu masada. “Neyse canım zaten gidiyorsun sen artık. Kurtuluyorsun… Hadi dışarı çıkalım sıcak burası.” diye ekledi çocuk sessizliğin ardından. Karşındaki tepkisiz duruşun ardından masadan kalktı ve dışarı yöneldi.

Bu diyalog istediği gibi gitmemişti kızın. Çocuk iyi bir rol kesere benziyordu anlaşılan. Onca yaşanmışlığın üzerine böylesine tepkisiz kalınamaz fikrindeydi Kız. Yine de beklediğini bulamayışı onu haliyle değişik hissiyatlara sürükledi. Kısa süreli de olsa verdiği kararı gözden geçirdi. Aynı kıs süre içinde ne kadar haklı olduğunu kararının bir kez daha onayladı.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Nedensiz Bedensiz

Dokuz: Dönüş

İlk bulduğu otobüsün içinde, değil manzaraya etrafındaki insanların merak eden bakışlarını bile umursamadan ağlıyordu Kız sessizce. Tanımadığı yol arkadaşı olan bir başka Bayan sordu da birkaç kere nedenleri, Kız o’nu duymadı bile. Zihninin sokak başları tutulmuştu sanki. İkinci defa aynı durumla karşılaşmak veya aynı duruma düşmek düşünme yetisi yok ediyordu her geçen an. Burnunu otobüsün camına dayamış aklında sadece Kadın’ın söyledikleri dönüp duruyordu:

“Şimdi anlıyorum ben o gün inatla ayrılmak isteyip telefonda niye bana bağırıp çağırdığını. Hepsi bu kaltak yüzünden! Lan salak Adam! Konuştuğun yerin otogar olduğunu anlamadım mı sandın! Hadi bu Kız mal sana kandı, sen de mi malsın o kadar da beraber gittiğimiz yerleri geçtim anahtarının öteki teki bende olan eve getiriyorsun a geri zekalı! Ya sen! Kızım boynuzlarını cilalamaktan sıkılmadın mı? Hayatımda hiç böyle aptal insanlarla karşılaşmadım! Ne haliniz varsa görün lan! Allah belanızı versin!”

Tüm bu saydıklarının ardından kapıları vurup gitmesi ve hatta Adam’ın susup sinmiş hali Kız’ın aptallığına delaletti. Aptaldı Kız çünkü, tekerrür eden bir durumun üzerine o tükeniş anında bile Adam’dan umuda dair bir cümle beklemişti. Adam Kadın gittikten sonra başı öne eğik öylece oturuyordu yatakta ancak. Şoktan sıyrılan Kız ise hiçbir söz söylemeden toparlanıp evden çıktı. Toparlanma anında bile Adam’ın tepkisizliği öfkesini daha da arttırmıştı. İşte tam o anda dünya üzerinde sayılı en aptallardan biri olduğunu fark etti Kız.

Burnunu dayadığı cam gittikçe buğulanırken ne denli hataların içinde olduğunu hesaplamaya çalışıyordu. Ancak düşünmekten yorgun düşmüştü beyni. Yeniden canlanması için de birilerine olanları anlatmalıydı. Yasaklara aldırmadan, gizlice cep telefonunu açtı ve mesaj yazmaya başladı. “Arkadaş’ım ben çok kötüyüm. Şimdi yoldayım. Akşam görüşelim. Konuşacak birilerine ihtiyacım var.”

Mesaj istenilen yere gittikten sonra aynı sessizlikle kapattı telefonunu. Arkadaş’ını aklına getirdiğinde neredendir bilinmez Çocuk geldi aklına. Usulca içinden geçirdi. “Acaba şimdi ne yapıyordur.”

5 Temmuz 2009 Pazar

Sıradan Veya Sıradışı

Dört: Murphy Yasaları

“Beklediğiniz otobüs her zaman sizin beklemekten vazgeçtiğiniz anda gelir.”

Durakta öylece beklerken Ferit zaten geç kaldığından ötürü çevresindeki kentleşmişliğe dair tüm manzaranın tadını çıkarmaya karar verdi. Etrafından geçen insanlar, seyyar satıcılar, yoldan geçen arabalar. Ve hatta bir tane Vosvos geçiyordu tam önünden. Gülümseyerek takip etti Vosvos’u ve içindeki suratını şişirmekten bir hal olmuş kızı. Arabanın güzelliğini mi yoksa kızın salak salaklaşmış yüz ifadesine mi gülümsediği belirsizdi. Belirgin olan sadece artık gelecek otobüsü beklemeyi aklından sildiğiydi. Etrafındaki artık güzel görünmeye yüz tutmuş her taşlaşmışın büyüsü altındaydı Ferit. Derken bir anda duraktaki insanların bir yol köşesine koşturduğunu fark etti. O yöne çevirdi yüzünü ve beklediği otobüsün tıka basa dolmak üzere olduğunu fark etti.

“Ne kadar geç kaldıysanız trafik o kadar sıkışıktır.”

Onca kalabalık içinde otobüste nefes almak imkansız gibiydi. Ter kokuları eşliğinde duyulmamış besteler mırıldanan kulaklıklı gencin bet sesiyle devam ediyordu yolculuk. İnsanların birbirleri ile akraba olma ihtimalleri giderek yükseliyordu da tek sorun ter kokularıydı. Yine iğrenç başlayan bir gün içerisinde güzel giden birkaç dakikanın ardından yeniden aynı berbatlığa gömülmüştü Ferit. Gülümsemesini sağlayan tek şey otobüsün ilerlemekte tereddüt eden Vosvos’un yanından geçivermesiydi. Belki de içindeki şişik suratlı kız bu durum karşısında daha da genişletmiştir yüzünü. Bunu düşünmek bile burnuna psikolojik pamuklar yapıştırmış gibi gülümsetiyordu Ferit’i. Ta ki; trafiğin sıkışıp otobüsün milimetre ile ölçülecek yollar kat etmeye başlamasına kadar. Ferit artık daha da geç kalmış ve yollar artık daha içinden çıkılmaz haldeydi.

“Bir şeyin yolunda gitme olasılığı varsa, ters gider.”

Açılamıyordu bir türlü yollar. Herkes artık daha terli ve isyankardı. İsyan etikçe de daha terliyorlardı. Nihayet artık umutların tükendiği bir zaman diliminde açıldı yollar. Yavaş yavaş da olsa ilerliyordu otobüs. En azından Vosvos’ları geçecek kadar hızlıydı ve Ferit bunu mutluluğu ile işe kadar gidebilirdi. Bulunduğu durumda kendini gülümsetecek neticeler üretmekten başka çaresi yoktu zira. Gülümsemeyi beceri edindiği anda açlıktan koca metal yığını sanki açlıktan midesi kazınıyormuş gibi sesler çıkarmaya başladı. Dünyanın en berbat mide gurultusuydu sanki duyulan. Şoför otobüsü emniyet şeridine kenara çekti. Otobüsün önünden arkasında dumanlar gelmeye başlamıştı. Sorumluluğunun bilincinde olacak ki şoför, derhal tahliye etti yolcuları otobüsten. Düzgün giden her şey yeniden ve yeniden kendini olanaksızların kucağına attı en fahişe haliyle. Otobüsten inen herkes bir yol tuttu kendine de bir Ferit kalakaldı öylesine otobüsün dibinde. Kısa süren bir anlamsız bekleyişin ardından ikidir karşılaştığı Vosvos göründü geliş güzergahında. Bir umut doğdu Ferit’in içinde otostopların güzelliğine dair. Çekingenlikle iç içe hafif kaldırdı elini. Ancak kendi bile uzaktan baksa fark edemezdi kendini. O güzelim Vosvos içindeki acayip mimikli kız ile önünden geçiverdi sakin sakin.

Nedensiz Bedensiz

Sekiz: Chat

Sanal alemde, msn denen sohbet dünyasının içinde aynı anda birkaç kişi ile yazışıyordu Kız. Derken Çocuk’un selamını gördü. Mimiksiz tepkisiz ve ruhsuz konuşmaya başladılar.

“Selam.”

“Nasılsın?”

“Hala biraz rahatsızım.”

“Ama rahatsızlık senin doğuştan problemin bunu dindiremezsin ki!”

“Aman ne komik! Çocuk’tan müthiş espriler!”

“O zaman hadi bene çorba ısmarla.”

“Ne alaka şimdi ya?”

“Sen hastasın, kronik kısmın dışında kalan tüm sorunların giderilmesi için çorba ideal bir ilaç. Bir de benim uzun zamandır sulu yemek yemediğimi hesaba katarsak…”

“Eeeee? Katarsak?”

“Anlamıyor musun Kız’ım? İkimizin de çorbaya ihtiyacı var!”

“Valla anlamam ben! Anlayacak kadar gücüm yok. Halsizim.”

“valla ben onu bunu bilmem! Beş dakikaya kapındayım.”

“Bak çocuk! Emrivakiden hiç hoşlanmam. Senden rica ediyorum; bana asla emrivaki yapma!”

“iyi madem. Yarın diyelim mi?”

“Ben uygun olduğumda sana haber vereyim diyelim mi?”

“Öyle olsun o zaman… Eskiden sana bir şey sormaya korkardım. Artık iyice tırsar oldum.”

“O neden ki?”

“Aman boşver! Hem sen gelmezsen ben giderim! Hadi görüşürüz.”

Sadece yazı karakterleri üzerinden ruhsal bunalımlara girmek ne kadar kolaydı. Ne kadar yalandı. Şimdi hem Çocuk, hem de Kız bu yalan duyguların esiriydiler.

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Nedensiz Bedensiz

Yedi: Tekerrür

Sevgili ile aynı yatakta uyanmanın dayanılmaz mutluluğu vardı Kız’ın üzerinde. İkisi birden o anda huzurlarından hareketle yataktan çıkmak istemediler. Geceden kalmalığın tembelliği ile birlikte sohbet edip aşklarına muhabbeti yeniden katıyorlardı. Ne bir soru, ne beyni kemirip duran yaşanmışlıklar vardı o odada. Dünya kendi ekseninden çıkarıp o odaya denk gelen koordinatları tam tur dönüşüne devam ediyordu adeta. Gündüz müydü, gece miydi kimse bilmiyordu. Hem zaten bilmek isteyen ne bir Adam vardı o odada ne de bir Kız.

Sükuneti önce evin dış kapısının sert bir şekilde çarpması bozdu. Hemen akabinde “Neredesiniz lan!” diye bağıran öfkeli bir bayan sesi dünya üzerindeki olması gerekilen koordinatlara geri dönüşü sağladı. Toparlanmaya ve daha ne olduğunu kavramaya fırsat bile bulamamışken Adam ve Kız birden odaya bir Kadın dalıverdi. O da diğerleri gibi en klişe cümle ile sorgusuna başladı: “Neler oluyor burada!”
Adam öne atıldı “Senin ne işin var lan burada!” dedi Kadın’a.

“Asıl bu Kız’ın ne işi var burada! Bizim evimizde ve yatağımızda ayrıldığın kızla da senin ne şin var ayrıca!”

Tüm bu söylenenler kızda feci bir şok etkisi yarattı. Kenetlendi adeta ve soru sormaya yeltenemedi bile. Ne zaman ki şoktan bir nebze kurtulmayı başardı sormaya niyetlendiği sorunun cevabını anında yapıştırdı kadın. “Ben bu Adam’ın senden sonraki sevgilisiyim!”

Yaşananlar tekerrürden ibaret bir ilişki sonunun kısır döngüsüne yeni bir bitiş/başlangıç anıydı.

Sıradan Veya Sıradışı

Üç: Beş

imdi eğilip ayak parmak uçlarımıza dokunuyoruz!
-...
-Bir, iki, üç, dört, bir, iki, üç, dört...
-Hıı, kim o ya sabah sabah?!
-Kaslarımızın iyice kasıldığını hissediyoruz, değil mi hanımlar? Artık diğer hareketimize geçebi......ciyoup.

Battaniyesi yere düşmüş. Yine bir kabus görmüş olmalı ama gördüğü kabus bitmemiş olsa gerek ki jimnastikçi bir kadının sesiyle uyanıyor. Başını hafifçe havaya kaldırıyor ve fark ediyor ki yastığı başının altında değil, ayaklarının arasında. Başını tekrar yatağa koyuyor. TV'nin altında bir kaç aydır biriktirdiği şarap ve bira şişeleri gözüne ilişti. Hiç bardak yoktu görünürde. Bardağın olmaması yalnızlığa delaletti bir yerde. İçkisini en son kiminle paylaştığını hatırlamaya çalıştı: bulamadı. En son tanıştığı kadın'ın adını düşündü... Aklında yer eden diğer bütün kadınlar gibi onun da adı beş harfliydi. Eğer gecenin bir körü evine gitmek için tutturmasaydı belki adını şimdi hatırlayabilirdi ama yok, o da gitmişti; diğer bütün beş harfliler gibi...

Sıradan Veya Sıradışı

İki: İsteksizlik

Tüm gereklilik kiplerini bir kenara bırakabilirdi tam o anda biri. Akrep ve yelkovanı zamandan dışlayıp kendi kavramlarının içinde yüzebilir beklide kendi kavram karmaşalarının arasına tıkılıp kalabilirdi. Ferit gri bir yaşamı üzerine sindirmeye başlamışken kalan 6 milyar insandan bazıları uyuyor, bazıları aşık oluyor kimileri bulaşık yıkarken biri de sabrının sınırlarını zorlamaktan medet ummanın faydasız bir eylem olduğunu keşfedip, akrep ve yelkovanı hayatından iteliyordu.5 saniye içinde alınan kararlar ne kadar sağlıklı olur düşünmeden, bir başka sağlıksız kararı olan Vosvos’una atlayıp sabahın köründe bir bira içmek için ayakkabılarını giymeye başlamıştı bile Yeşim 6. saniyede. Zaten sağlıklı olan her şey zararlı, yararlı olan her şey lezzetsiz değil miydi? İçinden geçirdiği kocaman bir ‘ evet!”ten sonra okula uyuyakaldığı için gecikmesinin şerefine bir şampanya patlatabilirdi. Çünkü karar aşamasını uyuyarak başından savmış, vicdanına küçük bir öpücük kondurmuştu. Ve bugün işe gitmeyerek kaç kişiyi mutlu ettiğini düşündü 28 kişilik sınıfı ve kendisiyle beraber 29 mutlu insan. Bugünü mutluluğa adamalı mıydı? Yada mutluluk mu ona bugünü bahşetmişti? ne değişirdi ki. O, kararlarından daha doğrusu kararsızlıklarından bir gün için sıyrılmayı seçmemiş miydi? Öyleyse gaza basabilir böylece bir Vosvos’la 80 km hızla gidebilmenin sıra dışılığını kendine bağışlayabilirdi. İşte bu yüzden kırmızı ışığa söverken hiç tereddüt etmedi. Gitmek isteyip kalmak zorunda olduğu bir ana daha dudak bükerken, yaya geçidindeki eski sevgilisi onu bu burukluktan kurtarmış ancak yanan yeşil ışık ve yükselen korna sesleri onu, bu sefer de kalmak isteyip de gitmek zorunda olmanın sıkıntısına gömmüştü. Bir iki saniye daha onu görebilme isteğini bastırıp yola çıktığında günün ilk mecburiyetini atlatmıştı bile..

Sıradan Veya Sıradışı

Bir: Geç

Kendinden uzaktaysa eğer yetişmeye çalışmalı. Koşmalı, toplu taşıma araçlarını kullanmalı. Kullanmalı ki, küresel ısınmayı engellemeye dair ufacık bir umudu olsun. Kendi gibilerde olmalı o otobüste. Kendi gibi çevre bilinci olanlar doldurmalı ve ağırlıktan yavaşlamalı otobüs. İçinde sıkılmalı, sabırsızlanmalı havasızlıktan ve yeniden koşmaya başlamalı. Yollar uzun, yollar hep engebeli kendine doğru. Son durağına gelmeli derken. Kendi son durağında bu zamana kadar peşinde koşturduğu tüm hayatlara ve hatta kendininkine bile geç kaldığını anlamalıydı artık Ferit. Ömrünün geri kalanında olduğu gibi, gelecek zamanların tümünde geç kalmak üzerine oturtulmuş bir yaşam sindirmeliydi üstüne. Şu geç kaldığı otobüs gibi. Yetişemediği randevusu, trafiğe takılmış ziyaretleri gibi. Hayattan çalamadığı tüm anları gibi…

3 Temmuz 2009 Cuma

Nedensiz Bedensiz

Altı: Şikayet

Sıcak mı soğuk mu belirsiz zamanların birinde hastalandı Kız. Ayaktaydı, yürüyebiliyor ve mesaisini bile icra edebiliyordu. Bir öğle molasına denk geldi çöküşü. Başı devekuşları gibi toprağa yüz tutmuştu. Üstelik sadece hastalığının ağırlığı da değildi bu ağırlık. Oradan buradan bir takım İnsan’lar yaşantısını zorlayıp cümleleri için kendilerine pay çıkarmaya çalışıyorlardı. Hepsi birden tek bir ızbandut kırması insan modelini bile elden ayaktan düşürmeye yetecekken Kız bu haliyle iyi bile dayanıyordu.

Öylesine halsiz kıvranıp dururken bir masa dibinde Arkadaş’ı geldi uzak köşedeki kapıdan girip insanlara selam vererek. Kız’ın yanına oturdu. “Telefonda kötüyüm diyince aceleyle geldim. Nasılsın? İlaç aldın mı?”

“Ya Arkadaş’ım seni yanımda dur diye çağırdım ben. Annemlik yap diye değil. Dur işte öylece sakin sakin!” dedi Kız aşır yorgun sesinin içinden.

Yer çekimine aykırı ilerleyen başını zorla kaldırdı Arkadaş’ının yüzüne. O sırada Arkadaş’ının tam arkasında sabitlenmiş kapıdan Çocuk girdi içeri. İnsan’lara selam verdi önce, ardından Kız’a ve Arkadaş’ına sadece el sallamakla yetindi. Daha dikkatli baktı bir an Kız’a uzun zamandır yapmadığı gibi ve Kız’ın hasta olduğunu fark etti. “Sen iyi Misin? İlaç aldın mı?” diye sordu.

“Herkes neden bu kadar ilaçlama meraklısı!” diye geçirdi içinden ve yüzünde aslında Çocuk’a tepki olan pis bir gülümseme belirdi.

Sakin karşıladı Çocuk Kız’ın söylediklerini. Gülüşün altındaki derin manayı çözmeye yeltenmedi bile. “Peki madem. Geçmiş olsun o zaman.” dedi sadece. Uzak köşede bir masa buldu kendine ve eline aldığı gazeteye teslim etti gözlerini.

Bu hasta halinin üzerinde öfke bile barınamıyordu Kız’ın üzerinde. Öfkelenemeyecek kadar halsiz hissediyordu. “Halt var o gazetede! Oku sen! Geri zekalı!” diye mırıldandı öfkelenebildiği kadar.

“Ne oldu? Ne geçti aranızda?” diye sordu Arkadaş’ı bu mırıldanma üzerine.

“Ben bu Çocuk’u anlamıyorum bir türlü. Orada o kadar iyiydi ki her şey. Başkaları’nı bırakıp gezdik, dolaştık. Ama ne zaman Başkaları’nın yanına döndük yine bu hale geldi. Bir müzik çalar bulmuş. Ne zaman bir kalabalık içindeyiz kulağında o. Hayır ben konuşmamasını geçtim, söylediklerimizi bile duymuyordu salak!” diye isyan edebildiğini sandı.

“Aslında hiç öyle biri değildir ama. Belki de Başkaları’ndan rahatsız oluyordu.”

“Ya bıraksana! Neden rahatsız olsun? Zaten Herif’in biriyle de adım çıkmış! İnsan’lar benim dedikodumu yapıp duruyorlarmış.”

“Onları bende duydum aslında.” dedi Arkadaş’ı dudaklarını ısırarak.

Yüzündeki ciddi ifade yavşak bir gülümsemeye dönüştü Kız’ın. “Daha ne olsun Arkadaş’ım! Neyse ki görevim bitiyor buralarda. Yakın zamanda kökünden kurtulacağım! Belki geri dönerim.”

“Neden döneceksin?”

Duruldu Kız bir anda. Anlam veremediklerinin üstüne eklenen yeni anlamsızlıklar canını sıkıyordu. “Konuşmak istiyor. Yeniden denemek istiyor.”

“Siz neden ayrılmıştınız?”

“Arkadaş’ım sen boşver o nedeni ya! Ben bilemiyorum anlıyor musun? Kafam karışık. Halbuki şu aptal Çocuk bir konuşabilseydi neler anlatırdı kim bilir…” dedi ve derin bir nefes çekti içine. “Sanırım ben geri dönmek istiyorum.”

Arkadaşlığın en kutsal vazifelerinden biri olan telkin müessesesi o anda yine faal konuma geçiverdi. “Eğer seviyorsan ve barışmak istiyorsan git.”

Gazetesine gömülmüş Çocuk’un üzerindeydi gözleri. Gitmek ile kalmak arasındaki net kararını o anda verdi…

2 Temmuz 2009 Perşembe

Olan Biten, Yazarlar ve Ortak Hikaye Hakkında

buraya yazmaya başlayalı neredeyse bir yıl olacak. bir yıl içinde iki adet yarım kalmış seri hikaye, sürüsüne beket dışa vurum ve bir o kadar denemeyi elimizden geçirmişiz de haberimiz yokmuş meğer.

zaman içinde şahsen bir arpa boyu bile olsun yol kat ettiğimizi düşünüyorum. burada yazan ben dahil tüm amatör kişiler hayalleri geniş tutmaya çalışarak, kimseciklere beğendirilme kaygısı olmadan, içimizden geldiği gibi ve samimi cümleler kondurmaya çalışıyruz bloğa. yani ayıptır söylemesi buraya yazan kimsenin beğenilmek gibi bir takıntısı yok tur. yani kimse bu durumu siklemiyodur bile yazarlardan.

minimal gelişimler içerisinde bloğun kazancı yeni yazarlar oldu. benim gibi her dakika yazı koymayı beceremeyen, sadece içinden geldiğince karalama ihtiyacı güttükleri yazılarını herkesle paylaşıyorlar. mesela burcu. kendisi kelime sihirbazıdır kanımca. sanırım bize büyü yapıyor... mesela buruncuk. son eklediği yazı ile bence olmuştur. level atlamıştır ve daha iyilerini de yapabileceğinin ışığını ortalığa saçmıştır. "gitmek temalı yazı" ile beni benden almayı başardı kendisi. ve yeni çömezimiz bolshy. onunla birlikte daha önceleri blog haricinda ve farklı kişilerle denediğim ortak hikaye çalışmasını oluşturmaya çalışacağız. imece usulu bir yazı üzeinde sadece anlatım hakkında fikir birliği yaparak kurgusunun nereye gittiğini bilmeden yazacağız.

elimizdeki tek yenilik de bu işte. bir adet ortak hikaye çalışması mevcudumuz var. şimdilik ben ve boldhy bu işi birlikte yürüteceğiz bu blog üzerinden. eğer varsa katılımcı ve iştirakçi insanlar lütfen bize bir şekilde ulaşsın. mail veya bir yorum ile de olabilir bu. ama yorumlar bu zaman kadar neredeyse hiç olmadığından bu blopun takip yüzdesinden ve beğenilirliğinden şüphe etmiyor değilim. ama bizler güzel şeyler yaptığımızı hissediyorsak bunların ne önemi var...

tüm bu olup bitenler içerisinde herkese bu bloğu keyifle okumasını diliyorum. artık bir yıl dolunda görüşürüz...

Nedensiz Bedensiz

Beş: His

Kulaklarında çınlayan bir devrimci türküsü idi Adam ve Kız’ın. Başka bir kapalı mekanda dumanlı, nargileli bir bar ortamında, tezatlardan ironi üretmek istercesine ve etraftaki onca insanın tabularına küfredercesine devrim türküleri eşliğinde öpüşmekteydiler hasretle. Kendilerini anın akışına bırakmak istercesine görünmez bir duvarın inşası içindeydiler sanki de, türküler amacından sapıldığı hissiyatına kapıldıkları anda bu eyleme engel olmak istiyorlardı. Onlar ise aldırmamakta ısrarlıydılar. Birbirine hafif sarılmış bu iki sevgi kümesi elemanlarından Kız bir anlık seğirme ile gözlerini açtı girdiği hayal aleminden. Gözleri açıldığından gördüğü ilk şey Adam’ın gözlerinin fal taşı gibi olduğu ve huzurdan uzak boş bakışlar attığıydı. Bir anda sevgisizlik şüphesine kapıldı Kız. Zaten ya bakışlardaki kaçamaklardan ya da beyni yerine göre duraklatan hafıza parlamalarından sebeplenerek bu kanıya varırlardı kadınlar. Birincisi hissiyat, ikincisi ise bitirememişlik intiba ederdi. Her iki durumu da şu an itibari ile bünyesinde barındırıyordu artık Kız. Önce Adam’ın uzaklığıydı içini acıtan sonra geride bıraktığı Çocuk’tu şimdi. Dudakları sanki içeri büzülmüştü. Bir hissizlik geldi o anda üstüne Kız’ın. Bunu anında fark eden Adam “Bir sorun mu var?” diye sordu kendini az biraz geri çekip.

Gülümsedi o anda Kız. Aklından geçenleri belli etmemek istercesine “Hayır aşkım olmadı bir şey.” Dedi gülümseyerek ve Adam’ın dudaklarına son bir buse kondurdu aklından geçenleri anlamasın diye ve “İnsanların homurtusu rahatsız etti biraz.” Diye tarihin en başarılı bahanelerinden birini üretti. İçinden geçenleri inkar etmek istiyordu kendine. Çünkü, Çocuk ile ilgili aklının berisinde bıraktığı her şeyi yeniden hatırlamıştı. Ve bu Adam’ın sayesinde olmuştu.

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Nedensiz Bedensiz

Dört: Yakınlaşma

Öylesine loş bir ortamdı ki; insan burada mutluluktan uyuşabilir, kısa süreli ve temeli pozitivize edilmiş ruhlar olan kendini kaybedişler içinde günlerce kalabilirdi sanki. Hafif ve duyguları okşayan bir müzik eşliğindeydi bütün bedensel faaliyetleri insanların. O romantik olmak için zorlananlar vardır hani; işte onlar için biçilmiş kaftandı burası belki de. En odun ruhu bile yontabilirdi bu içi sakin, büyüleyici bar.

Ortama uyum sağlamak için acele etmediler asla Kız ve Çocuk. Gülümseten espriler, henüz daha mayışmayı düşünmeyen bedenlerden gelen inatçı elektrik karışıyordu soludukları havaya. Kendilerini serbest bırakmaları için tek mazeretleri önlerindeki alkollü içecek olacaktı belli ki. Başkaları’ndan kaçıp geldikleri ve hiç bilmedikleri bu diyarda sadece yürümekten yoruldukları için girdikleri bu mekan ruhlarını ne enteresandır dinginleştireceği yerde biraz daha güçlendirmişti. Ancak, bu direniş fazla uzun sürmedi. Espriler kendini fısıltılara bırakmaya, diri duran bedenler geniş kanepe üzerindeki ağırlığını arttırmaya başlamıştı. Üstelik vücutlar huzuru birbirlerinde buluyorlardı yavaşça.

“Neden geldin ki sen buraya? İşinden de oldun üstelik.” dedi Çocuk usulca.

“Ne önemi var bunun şimdi. Geldim işte güzel olmadı mı yani?” diye yanıtladı Kız aynı usul ve fettan tavırla.

“Güzel oldu tabi. Bak hatta ne kadar güzeliz böyle…” dedi çocuk gülümseyerek. Vücudunun tüm kimyası artık kızın esiriydi.

“O zaman daha ne soruyorsun ki! Buradayım işte. Sen neden geldin peki?”

“Sana göz kulak olmak için tabi ki neden olacak!”

Bu itirafın üzerine sakinlemiş ruhuna şaşkınlıktan tozlar serpildi Kız’ın. Başkaları’nın yanında öyle suskun ve samimiyetsizdi ki Çocuk, bu aşırı içtenlik bir anda neye uğradığını şaşırttı Kız’a. Zaten meyli olduğu Çocuk’a kendini biraz daha yanaştırdı. Artık birbirlerinin kokularını daha iyi duyabiliyorlardı. Ne kadar güzel bir bahar kokusuydu o vücutlarından birbirlerinin burunlarına süzülen. Ne kadar cezp edici ve bütünleştirici…

“Ya sen?” dedi Çocuk. İçindeki kendinden uzaklarda bir sebebin olabileceği kuşkusu o güzel anın törpüleyicisi olmak ister gibiydi.

Kafasını kaldırıp Çocuk’un gözlerinin içine baktı Kız. Usulca “Ne önemi var…” dedi ve kendini Çocuk’a doğru itip dudaklarını Çocuk’unkilere kenetledi. Artık hiç bilmedikleri bu diyarda, hiç görmedikleri bu mekanda, hiç tanımadıkları bu insanlar arasında ve hiç tatmadıkları bu aromalı içkiler etkisinde bildikleri, gördükleri, tanıdıkları ve tattıkları sadece birbirleriydi.