2 Ekim 2012 Salı

Mavi Tüysüz Kan

Eylül'e

Bizim olduğumuz zamanlarda doğmazdı
Ay
Ki ben
Şeftalisevengillerden olmuşumdur çoğu zaman

Karanlık bir ödüldü
İnananlar için
Hiçbir şeye
Ve ölüydü
İnananlar için
Bir şeye
Ve gidilmeliydi elbet
Gidilmesi gereken yere.

Gidildi mi, bilinmez
Gidilecek mi, elbet
Kalındı mı, kesin

İnceldiydi sonrasında
                    doğrana doğrana
Bir hıyar ulemasıydı toplum
Doğrandıkça sayıları arttıydı
Azaldıydı aynı oranda etkileri

Karanlık bir ödüldü elbet
İnanmayanlar için
Ay
Dolundu elbet sen ve ben için
Ve bilirsin ki sen, ben
Şeftalisevengillerdenimdir doğma büyüme

Ay, ilik ilik içimizde
      kana kana kırmızı
      mavi mavi tüylü

Elbet varılacaktı varılması gereken yere

Varıldı mı, bilinmez
Varılacak mı, kim bilir
Kalınacak mı, elbet!

Gün
Sanmayın ki aydan sonradır.
Aydan içredir güneş
Ve değildir ay gibi
Kana mavi tüylü batmaz yani

Güzel, elbet varacaktır dokuza
Dokuzu da gelecektir üstüne
Sonra, dokuzdan sonra yani,
Sonsuz...

Eee, ne kaldı geriye?

2 Eylül 2012 Pazar

Boy Meselesi

Denedim denedim yanıldım
Savaştım savaştım yenildim
Bütün gerçeklerde beklerken
Boyum 1.79 öğrendim

Sabahlanmış
          ve gelinmiş
                    ve oturulmuş dışarıya

Yüzük tokluğuna çalışan işçiler
Sabaha kadar sabahayan öğrenciler
Bir de üstüne medeniyet mi dediniz
Kalsın: Benim boyum 1.79

Gelmiş oturmuş masama
Değil masama
          değil masaya
                    sandalyeye
Elbette o da bakmıştır
-göz ucuyla da olsa-
Balkonlara
Cam ve ahşap pencerelere pervazlara

 Kalkmış gitmiş bir romantik
-romantizmi hiç sevmeyen bir romantik-
Omuzlarına bulut yüklenmiş adamları umursamıyor
Yüzü filtreli -kısa eteğiyle- o kadını görmüyor
Bak işte durmadan yürüyor beni de görmemeleriyle
Aklında, yine, işitsel hafıza
Benimse boyum, 1.79

31.08.2012

2 Ağustos 2012 Perşembe

Lâmbada

Dedi ki birisi:
"Sen yenisin burada
Bilemezsin
Şimdi Arnavut olan bu yolların
Zamanında asfalttan oluştuğunu."

Dedi ki:
"Burada sen yenisin
Bilemezsin
Gövdemin yamukluğunun
Bir kamyon çarpmasından yadigâr olduğunu."

Yine dedi ki:
"Yenisin burada sen
Bilemezsin
Öpüşüyorlar diye direğimin dibinde bir çiftten
Erkek olanının
Mahâlleliden dayak yediğini."

Dedi ki diğeri:
"Evet, ben yeniyim burada
Bilemem dediklerini
Ama sen de bilemezsin
Bu eski sokakta
Eskileri aydınlatmanın yeniliğini."

Ve yine dedi ki diğeri:
"İtiraf edelim ikimiz de
Bilemiyoruz
Yanım sıra sigara içen şu gencin
Dumanı üflerken
Neyi imlediğini."

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Âmâsya

Gitmiştik;
Amasya
Dünyada çok insan vardı
-Bunlar hakkında konuşmadık-
Amasya'da çok insan yoktu
Ama zamanında olmuş
Yanlarından geçerken bilmem ne renkli bilmem kimlerinin kafalarının
Bunların hakkında konuşmuştuk
Uzakları görebilirdik
-Hem bir liramız da yok değildi-
Uzakları görmek için bir lira yeter değildi.
Sağım solunu tuttu, yetti

Adının verildiği büfelerin önlerinden geçtik
Adım adım yanımızdan geçtiler faytonlar
Uzaklara bakmadık sağ tarafımızda
Sağa dönüp uzaklara gitmiştik
Yorulmuştuk, ayaklarımız kayar olmuştu
Dinlenirken sıkıştırılmış kola şişeleri gördük merdiven aralarına
Kaydettik, sayılara

Sonra konuşmuştuk hakkında yine bir şeylerin
31'ler, 32'ler, 33'ler hakkında konuşmuştuk
Sonra sen başka uzaklara gitmiştin ben uzaktayken
Bambaşka uzaktakilerle konuşmuştun bir süre
Ne kadar bekledimdi seni?

Yine sonra, gelmiştin sen, öpüşmüştük
Kaydetmiştik, başka sayılara

Beklemek en çok beklenen görüldüğü zaman zor oluyormuş
Hakkında bunun
Konuşmamıştık

Uzaklara giden yollar kıvrım kıvrım yeşildi
Dönüşte ise siyahlara gizlemiştin sen beni
-Ben bunu çok sonra fark ettim-

Başka farkındalıklarım da olmadı değil çok daha sonra
Benim hiç bilmediğim
Seninse çok iyi bildiğin o sokakta
                                       o parkta
                                            o balkonda

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Esin

Mutsuzdum
Mutsuzluğumun nedenleri arasında yoktu şarap
-olsun isterdim-

Kadındım
Seviştiğim her kadın kadar yalnızdım
Yanıldım
Yanılgımın nedenleri arasında yoktu şarap
-olsun isterdim-

Sıvılaşmış kadınlar ise
Tarihi bedeninde şairler ise
Bir kadeh boş şarap ise
Vardı

İki hidrojen bir oksijen kadar, âşıktım
Sarılmak için çimlere atladığım çatıdan
Betona çakıldım

10 Temmuz 2012 Salı

Nasıl Olan Ruhi Bey

Eylül'e
Sevilmeğe değer olmayan çok şey var,
Ben pek azını bilirim.
Yaşamım eksiktir, biraz da esrik.
Yaşamımı tamamlamak içindir bu esriklik.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Dilber Dudağı

-Ahmet geçen yine zıkkımlanıp gelmiş eve. Evdeki bütün ahâli uyanık. Saat sabahın dördü falanmış. Kapıyı açmayı denemiş ama bir türlü beceremiyormuş. Gürültüyü fark eden evdekiler gidip kapıyı açmışlar. Evdekilerin hâlâ uyanık olduğunu gören Ahmet basmış kalayı. Görüyorsun ya, hem suçlu hem güçlü pezevenk.

Dilber başladı yine anlatmaya. Ne zaman baş başa kalsak başlar zaten mahallelinin başından geçenleri dökmeye. Dedikodu konusunda epey uzmanlaşmış. Edebi bir dil kullandığını dahi söyleyebiliriz.

Ama geçelim şimdi bunları. Çıktı benimki yine kapının önüne. Dudağında henüz yakmamış olduğu sigarası, elinde şimdi çaktığı kibrit var. Kibritin kıvılcımı yüzünü aydınlatıyor. Güzel bir yüzü var. Yaşı otuzun üzerinde. Hakkında bildiklerim de çok değil aslında. Şu Dilber ne anlattıysa onu biliyorum. Bir de bu saatlerde, kapının önüne çıkıp sigara içtiğini. O beni bilmiyor.

-Yüzü, gözü kan içindeymiş. Ayakta duracak hâli dahi yokmuş. Sinirden oğlana bir tokat savurmuş fakat ıskalamış. Dengesini kaydebip cumburlop bahçedeki su birikintisine kapaklanmış. Hah ha, Allah'ından bulmuş gavur!

Gavur olduğunu söylediği Ahmet'in Allah'ından nasıl bulduğunu düşünmüyorum. Dilber'in anlattıklarını duymamaya çabalıyorum. Gözlerim O'nda. O beni görmüyor. Kibrit söndüğünden beri yüzünü de pek seçemiyorum. Sigarasını içine çektiğinde aydınlanır gibi oluyor sadece. Acaba şimdi ne düşünüyor?

-Ahâli yine insanlık yapmış, kaldırmış Ahmet'i düştüğü yerden. Bir koluna Mustafa, diğer koluna da Hilmi girmişler de eve ancak taşıyabilmişler. Nimet sadece izliyormuş olan biteni. Zaten başka da ne yapabilir ki? Oğlanlara: "Dikkat edin yavrum, basamağa takılmayın. Babanızı sıkı tutun. Yavaş yavaş." falan diyormuş. Çok korkuyor kocasından. Ölüsünü görse, dayak yerim korkusuyla yine de yaklaşamaz bizim Nimet. Zavallı kadın. Gençliğinde pek de güzelmiş. Vara vara bu sapsıza varmış. Yazık.

Dilber'in anlattıklarına bakılırsa öğretmenmiş. Hiç evlenmemiş. Sevdalanmış bir kez. Kızı kaçırmaya kalkmış. Kızın akrabaları onları kovalarken kızı vurmuşlar. Bu, canını zor kurtarmış. Sonra gelmiş buralara kadar. Kim bilir, belki sigaraya da o sebeple başlamıştır. Şimdi biten sigarasını ilk olarak belki de bir kadın yüzünden çekmiştir içine. Belki de hâlâ o kadını düşünüyordur içine her nefes çektiğinde. Acaba izlendiğini de düşünüyor mudur arada bir? İzleyenin ben olduğumu bilmeden ama izlendiğini bilerek, o kadını düşünerek içiyor olabilir mi sigarasını? Ya da, ne bileyim, sanki buraya bakıyor gibi. Belki ben Dilber'i dinlerken o da beni izliyordur, benim ben olduğumu bilmeden. Bu da ne demekse: Benim ben olduğum?


-Sen beni dinliyor musun gı?


-Hayır!

29 Haziran 2012 Cuma

Adın K.

Baharın ilk ayları değildi
Geçti gitti koca koca mevsimler
Geriye kaldı bir avuç yaprak
Yaktım hepsini, kuruydular
Yandılar ki bir kutu kibrit bitmişti
Sonra söndüler,
    ben gittim

Gün batmak üzereydi ki kızıldı mermer
Ve gün batmak üzereydi -ki
Gitmekler bitmemiş, gelmekler başlamamıştı
Bende doğup sende batan gün
Bir gün bir daha doğmamıştı

Doğanlar olmuştu yine insanlık için
Daima
Doğuranlar olmuştu
Bakire kalmıştı ama bazı kadınlar
Evlerinde pencereler vardı
Panjurları pembe
Tülleri siyah
Çekmiştik beraber sonuna kadar
Hem öpüşmüştük de o insanların önünde
O insanların yataklarında sevişmiştik
Uyanmamıştık ama o yataklarda
Sen ağlamıştın
"Ağlama!" demişti adamın biri sana
Susmuştun

Karanlıkların sebebini tüller sanmıştın
Odana dolan yarasalara imrenmiştin
-yoksa öykünmüş mü-
Sonra gitmiştin yine o adama
Girmiştin koynuna
Koyun koyunaydılar yarasalar
Ama kimseye yaramamışlardı
Delicesine bir yağmur başlamıştı ardından
Her şeyin iki metre üzerine yağıp ıslanmadık güneş bırakmıyorlardı
Gökyüzü dalgalıydı, deniz delik deşik
Derken bir poyraz, bir hortum, bir tayfun
Fırlatıp atmıştı bizi iki katlı bir evin balkonuna
Kenarına oturup şarap içmemiştik balkonun, içememiştik
Şarabımız ertesine kalmıştı

Kesik kesik yağıyordu meret
Bir ıslatıyor, bir ıslatmıyordu
Biz birbirimize kurulanıyorduk
Öyle sanıyorduk ya da
Hatta öyle sanıyorduk ki birbirimizi görmüyorduk
Görmeden birbirimizi, birbirimize gömülüyorduk

En sonunda bahar geldi
Yağmurlar dindi, güneşler çıktı
Dağlar denizlere boşaldı, insanlar sokaklara boşaldı
Çalışan işçilerden ter boşandı, sevişen çiftlerden ter boşandı
Bahçeler yeşile boyandı, gözlerim yeşile boyandı
Biz gül dalı olmayı seçtik
Tuttuk birbirimizi
Kanattık

16.06.2012

3 Mart 2012 Cumartesi

Son Durak

Ellerini çıkar, koy bir köşeye
Gözlerini çıkar, koy bir köşeye
Köşelerini çıkar, koy bir kenara
Sen kal, kaldığın yerde kalan tek sen
Sen kal, gitmelerden arta kalan sen
Bir sen kal, başka kimse kalmasın
Ben de gideyim, gelemeyeyim senden
Kalayım en son durağında
Durakların olmasın benim durduğum dudaklarından başka.

20 Şubat 2012 Pazartesi

Dağıt

Uzun seviyorum, evet
Hep böyleydi bu, böyle olacak
Ama kısanın da
          ayrı bir tadı var
          benim dudaklarım, senin
          avuç içlerini öptükçe.

15.02.2012
13:17
Bornova / İzmir

12 Şubat 2012 Pazar

Çok Eğlendim Lan! Neden?

Dediler, fanzin yapalım.
Dedim, yapın!
Dediler, hep beraber yapalım.
Dedim, neden?
Hâlbuki denmez neden; sorulur.
Ama dedim, ben.
Dediler, neden dedin sen?
Dedim ki denmez neden, sorulur.
Ki düşündüydüm de bunu üç satır evvel.

Karaladık bu sayfayı da bu mürekkepsizlikle
Bizden bi' bok olmaz bu mütevazılıkla.

Öyle Diyorlar!

2 Şubat 2012 Perşembe

Aritmetik


Aşağıda ne var?
Üç ağaçkakan
Aşağıda ne var?
İki elma
Aşağıda ne var?
Bir bulut

30 Ocak 2012 Pazartesi

Kahve Sohbetleri

az daha solumaya devam edersem aynı odanın havasını eğer, karın boşluğumdan bir komidin, kulak memelerimden sarkan askılıklar ve boyumdan küçük bir yatapğa sığdırılmış bir bedene dönüşeceğim. evrim dediğin bazen hiç de dekoratif olmuyor. zira ben hep bir mutfağa benzemek isterim. ancak içinde bulunduğum koşullar beni biçimsiz bir iç mimariye doğru iteliyor.

her akşam içtiğimiz birer fincan kahveyi hatırlıyorum. her akşam içilen bir fincan kahvenin anlatım bakımından tekillik ile çoğulluk arasında sıkışıp kalması ne kadar da karmaşık. belki de ironik. türkçe kavram zıtlıklarının hepsi de ironik olabilir ya da... uçurumunun kenarında durduğumuz gramer boşluğu ne olursa olsun, yani esas olan cümle içinde tekil çoğulluktan ziyade senin bana yaklaşık üç günde bir anlattığın içi boş, hatta saçma sapan hikayelerdi. en sevdiğim dolunay parlaklığında ışıkların kapatıldığı en güzel zamanlarımızı düşünüyorum. karanlık gök yüzünden uçarak geçen filler vardı bir keresinde. makine mühendisini ormana göndermişler tahtadan biçer döver yapmış. daha ten tene değmeden boşalmışcasına genç yaşta intihar eden adamın munzur halleri vardı hatta... böylesi uzayıp giden daha bir çok saçma sapan hikaye.

bir hayvanat hikayesi vardı. hani şu kaplumbağaların illegal dövüş yaptıkları hikayen. parkalı fareler vardı ormanda, ağaç diplerinde bildiri dağıtıyorlardı. bir tek o hikayenin sonunu getirmediğini hatırlıyorum. sahi ne olacaktı sonunda. o karetta karetta herkesi terk edecek miydi hakikaten? peki o süper güç iksiri herkesi yenmesini sağlayacak mıydı bizim tospağanın?.. beni her seferinde güldürmeyi ve eğlendirmeyi ne kadar da güzel başarıyorsun. uyumluluktan hiç haz etmezdim ama kahveni bile benimle aynı anda bitimen o kadar hoşuma gidiyorki anlatamam.

bir gün beraberce oturup on sekiz yaşımıza mektup yazacaktık. ben senin neler yazacağını biliyorum. "sen ne ayaksın" diyecektin ilk önce, "hele bana onu bir anlat!.." diye devam edecektin. kendinle alakalı en iyi bildiklerini sıralayacaktın önce. ömrün boyunca durmaktan gurur duyduğun yeri söyleyecektin. sonra iyiki de şehri terk ettiğini. edindiğin arkadaşlarının bir kısmının seni ne kadar sahiplendiğini ve bununla her daim övünüp o arkadaşlarına asla fenalıklar yapmaman gerektiğini. bir de sevmekten ve körü körüne güvenmekten asla vazgeçmemen gerektiğini...

bu yaşımıza kadar hayatta kalmış olmayı başardığımızın haklı gururu içindeyim. kolay değil onca sene kocaman bir yalnızlık ile sevgili olmak. ama sen arada sırada yalnızlığından kurtulurdun. keşke daha az sevişip daha çok aşık olmayı deneseydin diyorum bazen. hadi ben bir kenarda sırtına kimi zaman binen koca bir yüküm ama sen pek tabi hem benden hem de bu yalnız hallerden kurtulabilirdin. şimdi burada olsan "e o zaman da burada olmazdım ki, kendim ile ilgili öngördüğüm en bariz dönüm noktasında bile aksi yönü seçseydim eğer şu halimden tamamen farklı biri olurdum..." derdin. belki de haklısın, aslında hç olmaman gerekiği halde. koca bir ömür eğer sabit bir çan eğrisinde ibaretse, aynı dönüm noktasının olduğu yere vardığında hayatı bir şekilde katekulliye getirip tekrar tersine çevirmeyi başarabilirsen eğer bu sefer diğer yolu seçer misin?..

artık bitirmenin zamanı gelmedi mi sence? güzel zamanlar yaşadık burası kesin fakat, gitmen gerek nihayet. bunu sen de iyi biliyorsun ki yaşadığımız bu deneyim bizi sadece küçük mutluluklara itti. biz, ikimiz ve akabinde tüm insanlık durmaksızın bir arayış içindeyiz ya hani, bu yüzden de duygularımız zaman içerisinde değiklik gösteriyor ve yine bu sebepten duygusal değişimlerimizin tümü karakterlerimize yansıyor ya, işte sırf bu yüzden, birbirimizden sıkılmaya başlamdan gitmenin zamanı geldi. "her şey normalmş lan meğer!.." dediğin zamanı hatırla. tıpkı o zaman olduğu gibi iki gün sonra olacaklar da gayet normal. bunları söyleyen bensem eğer söylesene bana, ben miyim anormal?..

madem sonuna geliyoruz, o zaman güzel bir sohbet edelim bu akşam. tam karşımda otur yine ve sana baktığım anları kaçırmadan direk gözlerimin içine bak yine. ne garip, bir şeyin sonunun geldiğini bilmek aslında o kadar da zor değilmiş meğer. hatta bunu kabullendiysen eğer keyifli bile olabiliyormuş. en nihayetinde gülümseyebiliyorum şu anda. sana dönüyorum, gözlerin bende yine aferim. bana baktığın o aynanın içinden en son ve en güzel hikayeni anlatman için usulca cesaretlenmeni bekliyorum...

17 Ocak 2012 Salı

Yârâ

15.12.2010 

Gördüm, orada, ağlıyor
Yaralarını kanatarak kaşıyor
Kanatacak kadar kaşıyor yaralarını

Kaşıyor
       kanatarak
              yaralarını

Gördüm, orada, gidiyor
Terk ediyor varını yoğunu
Varı yok artık, yoğu var
Elinde kalan
Kanatılan yaralarından
       geriye kalanlar sadece
              kabuk
                kan
                  ve...

Geliyorum sadede

"Sen," diyor şair "yüzüne sürgün olduğum kadın"
Bil ki kanamayacak hiçbir yara
       bir yerden sonra;
Sen, ne kadar kaşırsan kaşı
          ne kadar kanatırsan kanat
Unutma, değil nicesi umutların
Nicesi yaraların 24 karat!