8 Mart 2009 Pazar

Bir Hayvanat Hikayesi

Bölüm 3: Kontrolsüz Güç İksiri

Etraf kalabalıklaşıyordu. Sonun başlangıcının ardından çevredeki hayvan ve meraklı sayında orantısız bir artış vardı. Her son yeni başlangıç ise eğer Tahsin ve Necip için hayat en olmadık yerde yeniden başlamıştı. Sadece iki gün önce tükenmek üzere olan hayatları şimdi yeni bir pencere içerisinden sokakları seyreder gibiydi... Hayvanlar salonu doldurdu nihayet ve “Yer Altı Ölüm Dövüş”leri başlamak üzereydi.

Uzak bir köşede heyecanla sırasının gelmesini bekliyordu Tahsin. Bu çelimsiz ve az biraz yakışıklı Kaplumbağa az sonra ringe çakacak ve para için dövüşecekti. Heyecanlıydı ve korkuyordu Tahsin. Birazdan bu salonda olacaklar iki gündür yaptığı ağırlık kaldırma antrenmanlarından çok daha farklıydı. İki gün önce içtiği o iksir sayesinde aynı anda on tane Ulu Meşe Ağacı’nı kaldırabiliyordu ancak, dövüşmek farklıydı. Sol yanında en az kendisi kadar heyecanlı Necip’ döndü bakışları. “Abi ben yapamayacağım galiba.” dedi titrek bir ses tonu ile.

Necip zaten heyecanlı olan bünyesine bu sözden sonra binen stresi hiç bekletmeden öfkeye çevirdi. “Ne demek lan yapamayacağım. Biz birbirimize söz vermedik mi? Sen bu iksiri içince etkisi geçene kadar benim için çalışmayacak mıydın? Ne sikim adamsın lan sen! Dövüşeceksin lan! Hani neden çekiniyorsun anlamıyorum. O senin yaptığın çalışmayı acaba burada ka. Hayvan yapıyor? Sen süpersin oğlum! Buranın en iyisi Tigger Selim’den bile iyisin! Başaracaksın ve başarmalısın! Unutma, buradan gelecek para seni de beni de peşimizdekilerin elinden kurtaracak!”

Necip haklıydı. Dövüşten gelecek para Çakal Yusuf’a ve Saliha Teyze’ye gidecekti. Böylece ilk olarak başlarındaki kesin beladan kurtulacaklardı. Sonrası ise cukkanın sağlamlığı ve hayal gücünün sınırsızlığı… Etrafı sık örülmüş Tarantula Ağı ile bezenmiş bir ring oluşturulmuştu dövüşler için. Ringde bir gergedan ve bir boz ayı dövüşmekteydiler. Ringdeki acımasızlığa kendini sabitledi Tahsin. Orada olanları seyrederek hem başına gelecekler konusunda fikir ediniyor ve o atmosferdeki zalimliğin kokusunu vücuduna bulaştırmak istiyordu. Gözlerini kırmadan izledi dövüşü. Hatta dövüş sonunda pençesi artık vücudunun bir uzunu olmayan Boz Ayı’nın feryatlarını. Ring önce boşaltıldı ve sonra sıradaki dövüşçüler ring kenarına çağırıldı. Dövüş sırasında yere bulaşan kanlar hiç temizlenmedi bu durum Tahsin’i ürkütmeye fazlası ile devam etti. İstemeyerek gitti ring kenarına. Adımlarının gitmediği yerde Necip tereddütsüz itiyordu onu bir adım ileriye.

Bağrışmalar ve yoğun bir duman içerisinde kendini kaybediyordu sanki Tahsin. Etrafındaki olup bitenlerden ruhen soyutlanmak üzere idi. Ringin ortasına, elinde mikrofonu ile orta boy bir zürafa çıktı. Kendinden emin ve insanları coşturmaya hazır bir görünümü vardı.

“Az önce o ayının ne hale geldiğini gördünüz değil mi!” diye bağırdı. Bir anda büyük bir uğultu yükseldi ve o berbat gürültünün ardından konuşmaya devam etti zürafa: “Burası kanın, vahşetin, ölümün arenası! Buradaki tek kural sağlam kalabilmek! Yoksa o geri zekalı ayı gibi olursunuz! Ve şimdi iki yeni kana susamış canavarımız var. Bahisler açılsın!.. Sağ tarafımda, daha önce başka arenalarda büyük başarıları olduğunu iddia eden biri var! Uzun ve kıvrak.. Bayanlar ve baylar! İdam Askısı Piton Haydar!..”

O büyük uğultu yeniden kulakları felç ederken ringe koca bir piton yılanı fırladı bir anda. Vahşi görünmek için bütün her şeyi yapıyordu. Kısa müddet tribünlere oynama eylemi zürafa tarafından kesildi.

“Ve hemen solumda bir çömez var. Buraya kan dökmeye gelmiş! Bayanlar ve baylar…” dedi ve bir anda uzun boynunu Tahsin’e eğip “İsmin ne senin?”

“Gotik Kaplumbağa Tahsin” diye cevap verdi Tahsin kendisinden kendisinin bile beklemediği bir soğu kanlılıkla.

“O ne saçma bir isim be!” diye cevapladı zürafa ve yeniden doğrulup “Bayanlar ve baylar! Allahsız Tospağa Tahsin!”

“Allahsız Tospağa mı! Çok saçma bence.” diye mırıldandı Tahsin.

“Buna mı takıldın şimdi, hadi çık!” dedi heyecanla Necip ve Tahsin’i ringe itti.

Ringde koca bir piton ve ufacık bir kaplumbağa vardı. Rakip Piton haydar dahil herkes bu olanlara gülüyordu. “Bahisler açılsın!” dedi zürafa kahkaha atmamaya çalışırken ve ringden indi. Tüm seyirciler bir yandan olayın absürtlüğüne gülerken diğer yandan da Piton Haydar’a yatırıyorlardı tüm paralarını.

“Ne yani bu mu bana rakip gördükleri? Ben bunu hakaret olarak alırım.” dedi Haydar.

Tahsin sinirlendi ve ne zaman öfkesi kendini gösterse Amazon’un en ukala hayvanı oluveriyordu. Zaten etraftan yayılan bunca kahkaha ve alay içerisinde sinirlenmemek imkansızdı. “Sana daha iyileri layık farkındayım. Bu aşksam seni ben sikecem ama idare edersin artık!”

Gülümsüyordu Haydar. “Bak hele sen. Az önce ölmüş biri için çok cesur cümleler bunlar.”

“Madem ölüyüm, o zaman hayaletimle yüzleşmeye hazırlan”

“Ne edebi şeysin lan sen öyle Tosuncuk!”

“En son okul çağı kızlarının oyunlarında kullanılan biri için asıl bu sözler çok edebi.”

“Seninle çene mi yarıştıracağım ben be! Madem ötenazi hakkını böyle kullanmak istedin al o zaman!” dedi Haydar ve kuyruğunu Tahsin’in tam yüzüne savurdu.

Suratında patlayan kuyruk Tahsin’i yerinden bile oynatmaya yetmedi. “Lan çamaşır ipi! Bu mudur yani hepsi?” dedi.

Salonda ağır bir sessizlik oluşmuştu. Herkes adeta hipnotize olmuş gibi ringde olanlara bakıyordu. Bütün gözler o anda tahta kabuklu Tahsin’deydi. Az önce “Kabuğunu da al öyle git!” diye bağıranlar şimdi hayretler içerisindeydi.

Hayret eden sadece seyirciler değil, kuyruğunu Tahsin’in yüzünde patlatan Haydar’dı da. “Nasıl olur bu!” diye haykırdı aynı hayretin etkisi ile ve bir kuyruk tokadı daha şaplattı Tahsin’in yüzünde.

Yine hareketsiz ve aynı ciddiyet içindeydi Tahsin. “ne saçma bir yılansın sen. Bir de buradaki insanlar seni gözünde büyütmüş! Sen bir hiçsin lan Sikindirik Çıngırak!”

“Sen şimdi görürsün!” diye bağırdı Haydar ve bir anda Tahsin’in etrafını dolanıp onu sıkmaya başladı. Yavaş yavaş boğuyordu Tahsin’i. Aksiyonun doruk yaptığını fark eden seyirci kitlesi bağrışmalara yeniden başladı. Haydar sıktıkça sıkıyordu. Bir yerden sonra artık sona geldiğini fark etti. Ancak Tahsin bundan etkilenmemişti bile. Hatta Haydar’a pis pis sırıtmayı ihmal etmiyordu bile. Daha da sinirlendi Haydar o gülümseyen suratı görünce ve son bir can havli ile daha da sıkıştırdı Tahsin’in vücudunu. O sırada “çıt!” diye bir ses duyuldu. Tahsin’in sunta kabuğu çatlamıştı.

Canı yandı Tahsin’in. Kendisini kaybetti. Tüm gücü ile kollarını iki yana açarak Haydar’dan kurtuldu. Etrafına baktı bir an. Gördüğünü sandığı şey etrafında dönen simgeler ve anlamsız sesler idi. Gerçek olan ise sadece Haydar’ın bir köşeye atılmış vücuduydu ve Tahsin büyük bir öfke ile sadece o vücuda odaklanmıştı. Önce kuyruğunun bir ucundan tuttu Haydar’ı ve uzunca çevirip yere çaldı. İçinden talan öfke dinmiyordu. Çatlayan kabuğunun acısı onun bütün duygularını köreltmişti sanki. Hiç durmadan yerden yere çalıyordu Haydar’ı. Derken vücudunu düğümledi ve karşısında az önce gülümseyen hayvanın şimdi bitmiş bir kadavraya dönüştüğünü gördü.

Herkes bitti zannediyordu ki Tahsin bir anda Haydar’ın üzerine altladı. Artık kontrolünü kaybetmişti. Boynuna yapıştı. Kafasını koca gövdesinden ayırdı ve Haydar’ı öldürdü. Yeniden sessizleşti tribünler. Herkes ringdeki büyük vahşete çakılı kalmıştı adeta. Tahsin insanların kendisine baktığından halen daha habersizdi. İki parça olmuş Haydar’dan derin nefesler eşliğinde bir kıpırtı bekliyordu saldırmak için. Yavaşça sakinleşiyordu. Kabuğundan içeri sızan hava iyice halsizleştirdi Tahsin’i. Ağır çekim yere çöktü, düştü ve bayıldı…

Bir Hayvanat Hikayesi

Bölüm 2: Gotik Kaplumbağa Tahsin

Rüyalar en güzel mutluluk kaynağıydı Tahsin’in. Uyuyuşundan uyanışına idi tek mutlu ve huzurlu anı. Hayvan olmak farklılık gerektirirdi inancı. İnsan denilen tür her zaman çok başka şeyler yaşamak ve o başkalıklar için hayatını nankörce değiştirmekteydi. Belgesellerde bile insan türü hep değişken ve bu değişkenliği yüzünden özünden sapmış bir ırk olarak anlatılmaktaydı.

Hâlbuki Tahsin öyle değildi hayvandı neticesinde ve güdüleri gayet kuvvetliydi. Kimi zaman gökyüzüne bakıp yıldızlardan hayat dilediği anlar hariç. Ya da elde avuçta olmayan, en azından karnını doyuracak kadar Orman Dinarı için sinyal çektiği anların dışında. Tahsin’in her şeyden önce inancı vardı. Saçma da olsa mutluluğa inanıyordu pesimist ruhuna inat. Ve bir gün Bar Lalesi Karetta Hande’yi koluna takacağı güne… İnsanlar gibi değişken değildi üstelik. Hande’yle karşılaştığı ilk günden beri her gece rüyasında onu görüyordu mesela. Bu zamana kadar sırf soyun devamı ayağına bile çiftleşme isteğiyle yanıp tutuşan diğer kaşar kaplumbağaları bile reddetmişti. Çünkü Tahsin’in güdüleri vardı ve hepsi bir tek karşı cinsi hedef gösteriyordu. Hande’yi…

Yine böyle bir gün “Hande ile sahil kenarındayım ve aradan 200 yıl geçmiş…” rüyalarından birinin en güzel yerinde kabuğuna bir yandan vuran ve bir yandan da feryat figan bağıran ev sahibesi Kaplumbağa Saliha Teyze’nin sesi ile uyandı. “Lan yine ne var yaa!..” dedi kendi kendine. Dışarıdan gelen “Tahsin Dışarı çık! Konuşacağız!” nidalarına aldırış etmedi bile. Önce yüzünü yıkadı, sonra “Yarın yağmur geliyor!” diyen televizyonunu. Ağır adımlarla kabuğunu vücuduna bürüdü. Sakindi. “Evet, Saliha Teyze?” dedi.

“Kirayı en son ödediğinde insanlar birinci dünya savaşını başlatmışlardı hatırlatmak istedim!” dedi öfkeyle Saliha.

“Tamam, Saliha Teyze söz Üçüncüsü çıksın öderim.” dedi Tahsin aynı dalga geçen ton ile.

“Dalga mı geçiyorsun sen benle terbiyesiz! Aah ah! Ey gidi Mümtaz Bey burada olacaktın şimdi!”

“Ahanda yine Mümtaz Bey geyiği. Lan zaten bir sabahım da mutlu başlasın!” diye geveledi Tahsin.

“Ne diyorsun sen bakayım öyle kısık kısık?”

“Kaderime küfrediyorum Saliha Teyzeciğim sen rahat ol!”

“Kime edersen et be! Terbiyesiz! Kiramı istiyorum ben!”

“Yaa vereceğim ben kiranı!”

“Son yüz yıldır hep aynı bahane Tahsin. Bak artık bıçak kemiğe dayandı. Afrika’daki oğlum evlendi Amazon’a gelecek. Ya çık evimden ya da kiramı ver!”

“Hay senin yalanını…” diye mırıldandı önce Tahsin. Sonra “Saliha Teyze. Hani başvurdum ya şu Sincap Biraderler’in Fındık Fabrikası’na… Yanıt bekliyorum işte. İşe başlayayım pat avans, çat kira!” diye ekledi.

“Ben anlamam! Bana şimdi kiramı vereceksin!”

“Ama bakın Saliha Teyze. Etraftaki herkes size bakıyor. Hiç yakışıyor mu böyle gayet naif bir Amazon hanımefendisine ulu orta bağırmak? Bakın sıçanlar bile size bakıyorlar.” dedi en yumuşak ses tonu ile Tahsin ve etrafı gösterdi.

Saliha usulca etrafına barkı ve ağırbaşlılığından çık uzak bir yerde rezil rüsva olduğunu fark etti. “Bak sana bir hafta mühlet. Ya paramı getir ya da söyle Marangoz Ağaçkakanlara sana bir kabuk yapsınlar suntadan!” dedi usulca ve çevredeki herkese gülücükler saçarak uzaklaştı.

Güne standart başlangıçlarından birini yapmıştı aslında yine Tahsin. Tek fark, bu sefer alacaklı ev sahibesiydi. Bu durumun farkında olan sıçanlar bile Tahsin’le dalga geçmeden duramadılar. “Lan Gotik! Oğlum haberlerde seyrettim Deney Fareleri greve gitmişler. Bence bundan faydalanmalısın. Sana kulak filan yaparız mesela. Ağza iki diş..” dedi içlerinden biri ve kahkaha koptu o anda.

“Siktirin lan! Ben kobay olacak kadar fare değilim!” diye karşılık verse de Tahsin, söyledikleri sadece kahkahaların büyümesine sebep oldu.

Dün sabah başladığı yere geri dönmüştü yine Tahsin. Cebinde son beş orman Dinarı ile en ucuz mekân “Bülbül Yuvası”ında kahvaltı yaptı. Gazetelere baktı. İş ilanlarından sıkılınca haberlere geçti. “Bugün Baykuş Merlin’in idamının 6. Yılı ve yılanlar halen daha bugünü kara gün olarak ilan etmekte ve Merlin’i idam edildiği bok çukuru önünde saygı ile anmaktalar…”

İşte yine olan oluyordu. Ağaç köklerini titretircesine geçiyordu yoldan Hande. Herkes ardından sadece bakmakla yetiniyordu. Uzanıp ta erişememenin Karetta Karetta kabuğu içine gizlenmiş haliydi o. Sadece Hande idi istediği ile birlikte olan ve canı sıkıldığında bırakan. Erkeklerin itiraz mekanizmaları Hande karşısında adeta yok oluyordu. Evet, belki bir Karetta Karetta’da anlatılacak ahım şahım bir güzellik olamaz ancak, Hande’de erkekleri çeken başka bir şey vardı sanki.

Tahsin oturduğu kovuk üzerinde kısa süre öylece bakakaldı Hande’ye. Mütevazi bir hayranlığın yüzünde yarattığı anlaşılmaz salaklık açıkça belirginleşti her geçen an. Bir şeyler söylemeli, bir şekilde kendini belli etmeliydi. Ayaklandı oturduğu yerden ve “Hande merhaba!” diyebildiği detone ve titreyen bir ses ile. Sonradan boğazını temizlese de faydası yoktu artık.

Konuşanı kim olduğunu görmek için endamını da omuzlarına alıp ardına döndü Hande. Karşısındaki salak bir yüz ifadesi ile kendisine bakan titrek bir Kaplumbağa’dan başka biri değildi. “Akşam barda görüşelim Tahsin.” dedi sadece ve tekrar yoluna dönüp ilerlemeye devam etti.

İçinden hiç dur demek gelmedi Tahsin’in Hande’ye. Nasıl olsa akşam görüşeceklerdi. Zaten böylesine bir güzelliğe hayır demek imkânsızdı. Hande bedenini alıp gitmişti belki ama suretinin hayali kazındı bir kere Tahsin’in. Kendini az biraz topladığı anda Fındık Fabrikası’na giderken bile aklında sabitlenen tek şey Hande idi. Ne zamanki fabrikanın sincaplar için düzenlenmiş girişinde sıkışıp kaldı Tahsin, o zaman gerçek dünyaya kesin dönüş yaptı.

Daracık kapılar ile küçücük odalardan bezeli fabrika da Hayvan Kaynakları Sorumlusu’nun odasına erişmek hayli güç oldu. Ufak bir ikram ve birkaç hoşbeş cümlesinin ardından sorumlu sazı eline aldı. “Sayın Tahsin. İş başvurunuzu değerlendirdik ve sizin bu fabrika içinde çalışmaya uygun olmadığınıza karar verdik.”

İçinden ettiği binlerce küfrün arasından seçebildiği tek kelimeyi direk soru kalıbı olarak sorumlunun önüne attı Tahsin. “Anlamadım?”

“Anlaşılmayacak bir şey yok Sayın Tahsin. Siz bir kaplumbağasınız ve sizi burada çalıştırmamız imkansız.”

“O nedenmiş?”

“Çünkü biz hem iç hem de dış posta hizmetlerinde çalıştırabilecek bir eleman arıyoruz.”

“Peki neden ben bunu yapamıyorum?

“Siz bir kaplumbağasınız Sayın Tahsin. Ne hızlısınız ne de ufak… Atalarınız bile Tavşan’ı yenerken süratli olduğundan değil Tavşan’ın salaklığından başarıya ulaşmışlardı.”

Bir kaplumbağanın hayattaki nadir övün. Kaynaklarından birisi de az önce kibar bir üslup ile ayaklar altına alınmıştı. Gururunun ardına düşen Tahsin umutlarının kayboluşunun sebeplerini arıyordu. “Ancak ilanda tüm hayvan dostlarımıza duyurulur yazmışsınız.”

“Sizce bir su aygırı çam kozalağından yapılma bu yerde çalışabilir mi?”

“daha fazla söze tahammül edemedi Tahsin. Usulca edilmiş bir teşekkür peşinden yine zorlanarak geçip gitti kapılardan, koridorlardan. Koridorun birinde sırtına zarflar ve paketler yüklenmiş bir süt yılanı gördü. “Ulan şu göt kadar süt yılanı bile…” dedi sadece. Sözler o anda anlamını yitirmişti.

Artık iş yok, bir hafta sonra ev yok ve en önemlisi hayatının Hande faktörü hayatının sadece bir cümlelik hayvanlar bölümü içinde… Şimdi Tahsin içmesinde kim içsin? ”Söğüt Gölgesi Kafe & Bar” içine düştüğü bu promillere dökebileceği en uygun yerdi. Bir duble, iki duble… Kapıdan giren Bar lalesi Karetta Hande ve yanındaki ızbandut kılıklıyı görünce bir duble daha. Bilincini yitirmeye çok az kalmıştı ki Hande yanaştı yanına Tahsin’in ve “İyi misin?” dedi. O cümleyi duyan Tahsin mutluluktan mı yoksa kederden mi bilinmez önündeki bardağa son kez kafasına dikip filmi kopardı…

Rüyasında Hande’yi gördü Tahsin. Sahil kenarında ve aradan 200 yıl geçmiş…

Kendine geldiğinde sargılar içindeki vücudu ile sert bir yerde yüz üstü yattığını fark etti. Yerinden kalkamıyordu. Çünkü kabuğu yoktu sırtında. Kaplumbağalar kabuksuz denge kuramazlardı. Öyle yüzükoyun yatıyordu bilmediği bu yerde. Üstelik daha fazla kabuksuz kalması onu öldürecekti. Sadece başını oynatabiliyordu. Etrafında oyulmuş ve cilalanmış tahtalar vardı. “Neredeyim ben?” dedi gayet yorgun ve koca bir baş ağrısı ile.

“Ağaçkakan Sinan’ın Marangozhanesi canım.” Dedi nereden geldiği belli olmayan bir ses.

Tahsin iyiden iyiye korkmaya başladı. Marangozhaneden olduğuna göre evinin başına bir hal gelmiş olmalıydı. Saliha’ya ne diyecekti şimdi? Daha da önemlisi gece ne olmuştu? “Nasıl geldim ben buraya?” diye soru kıçından gelen üç buçuk sesleri ile.

“Çok eğlenmişsiniz dün gece. Şu Bar Lalesi Hande’ye asılmışsın sen. Sonra yanındaki adama kafa tutmuşsun. Derken adamı Kabuk Çarpışmasına davet etmişsin…”

“ne diyorsun sen ye!..” dedi Tahsin. Kabuk Çarpışması bir kaplumbağa düellosu idi.

“Adama bir dünya sövmüşsün sen. Ne olacaktı? Önce söv, sonra düelloya çağır. Hem de bu cüsseyle. Böyle dizlerler işte adamı! Adam sana bir koymuş evin mevin kalmamış! Sen yine Hande’ye dua et. O getirtmiş seni buraya.”

Ortada bir rezalet ihalesi vardı ve o ihale Tahsin’e kalmıştı. Kocaman bir utanç kucağına almış Tahsin’i öpüp kokluyordu. Dün gecenin şahitlerinin gözünde artık rezil rüsva bir adamdan başka bir şey değildi. Bu saatten sonra Hande’ye de selam bile veremezdi. İçinde biriken her şey yanlış bir zamanda boşalmıştı ve zaten kendini kaybetmeye meyilli bünyesi Tahsin’i bu düştüğü duruma sürükleyen tek sebep olmuştu.

“Kollarını kaldır.” dedi gizemli ses. Tahsin’in hafifçe doğrulttu ve suntadan yapma bir kabuk giydirdi vücuduna. Şimdi yüzü görünüyordu. Bu tabi ki Ağaçkakan Marangoz Nusret’ten başkası olamazdı. “bu seni birkaç hafta idare eder ama en yakın zamanda kendine bir kiralık kabul bulmalısın.” dedi Nusret.

Para pul almadan yol etti Tahsin’i Nusret. Kendi utancıyla, kırılmış dirayetiyle baş başaydı artık Tahsin. Yoldan geçen insanlar bu zavallılaşmış kaplumbağaya acıyan gözlerle bakıyorlardı. Hani Tahsin dilense herkes üç beş bir şeyler atacak gibiydi sanki. Bunu da fark etmekte gecikmeyen Tahsin artık bütün morali ve ruh hali diplerde bir köşeye çekilip sessizce ağlamaya başladı. Hayattan istediği sadece birkaç mutlu an ve birkaç iyi insandı sadece. Hayat ise Tahsin’e sürekli sorun ve sıkıntıdan başka bir şey vermiyordu. Yolun karşısında bildiri dağıtan yeşil parkalı Deney Faresi bile en azından çabalıyor ve başarıyordu. Fakat Tahsin neye el atsa kuruyordu sürekli. Ayağa kalkıp biraz daha yürüdü yürüdü…
Ağrıyan ayakları değil bu bitip tükenmişliği yoruyordu Tahsin’i. Bahtsızlığı küfre5tmek ve dünyaya isyan etmek istiyordu. Üstelik bunu yapabilmek için bile destek alacağı kimsesi yoktu etrafında. “hiç mi doğru gitmeyecek benim hayatım! Neden ben!” diye isyan etti bir anda gök yüzüne bakarak. Cevap önce derin bir gök gürlemesi ve ardından ne zaman biteceği belirsin bir Muson yağmuru olarak geldi ilahi kudretten. Yağmurun altında kalan Tahsin tam anlamıyla tükenmişlik noktasındaydı artık.

İhtiyacı olan tek şey bir mucize idi şimdi. Ancak onu bil istemeye mecali yoktu. Başını yere eğmiş öylece gidiyordu. Yolda yürürken koşar adım ardından gelen biri Tahsin’e çarpıp yere düşürdü ve arkasına bakmadan hemen hemen yolun sonundaki kapıdan içeri girdi. Tahsin kalkmak istemedi yerden. Sonra yavaşça doğruldu. Suntadan kabuğu suyu emmeye başlamış ve iyi ağırlaşmıştı. Birkaç adım sonra gücü iyice tükenen Tahsin yeniden yere düştü. Zar zor kaldırdı kafasını göğe doğru. Önüne düştüğü bu kapının hemen üstünde “Sansar necip’in Mucizeler Dükkanı” yazıyordu. Bu bir işaret olabilir miydi? Bunu düşünmek yersizdi aslında ancak yine de kapıyı açıp içeri girme hissiyatı güttü Tahsin. İçeride bir sürü şişe ve süslü eşyalar vardı ve kimsecikler yoktu. Ağzından ne çıkacağını hesap etmeden seslendi Tahsin:

“Merhaba! Kimse yok mu?.. Benim talihimi tersine çevirecek bir mucizeye ihtiyacım var…”

Bir Hayvanat Hikayesi

Bölüm 1: Sansar Necip’in Mucizeler Dükkânı

“Necip Bey, bunun işe yarayacağından emin misiniz?”

“Tabi Sayın Çirkin Ördek Yavrusu Hanımefendi! Bunu yaklaşık olarak bir ay boyunca yüzünüze uyguluyorsunuz. Ardından az önce verdiğim papaya özlü parfümü sürerek o balet arkadaşın karşısına çıkıyorsunuz. Ve en sonunda Kuğu Gölü Balesini birlikte ircaa ediyorsunuz.. Aşk garanti!..” dedi Sansar Necip. Her zamankinden daha ihtiraslı ve ikna edici bir konuşta tonu vardı sesinde. Çirkin Ördek Yavrusu’nun malum servetinden birkaç Orman Dinarı kapmak için de elinden geleni yapmaya yemin etmişti üstelik. Karşısındaki bu saf fakat aşka aç kadın ağına düşürdüğü diğer müşterilerden sadece biriydi.

“Ya ben pek emin değilim aslında.” dedi Çirkin Ördek Yavrusu karasız bakışlarla.

Bir anda hiddetlendi Necip. “Olur mu hiç hanımefendi? Şu iksir şişesini tutun bir hele. Bir elinizle sallayın!” dedi ve şişeyi ellerinin arasında hanımefendinin ellerine sıkıştırdı. “Şimdiden değişimi hisseder gibiyim. Bir ay sonra bu naif ve saf suret gidecek ve yerine dünyalar güzeli bir kuğu gelecek. Valla ne yalan söyleyeyim, birini düşünmeseniz bu akşam ne yapıyorsunuz bilmek isterdim. Biz sansarlar böylesine güzellikler karşısında asla kayıtsız kalamayız çünkü!”

“E alayım bari o zaman hepsini.” dedi Çirkin Ördek utangaç ve çapkın bir ses tonu ardında. Satın alınan cilt iksiri ve parfüm ipek böceklerinin imali işlemeli bir poşete kondu ve Necip çıkış kapısına kadar müşteriyi hayran bırakmak adına geliştirdiği bütün teknikleri uyguladı. Çirkin Ördek Yavrusu kapıdan çıktığı anda ise ardından bir tek kelime söyledi: “Enayi!”

Günler böylesine ticari faaliyetlerle ve bir kısım dolandırıcılıklarla geçiyordu Necip için. Sahibi olduğu “Sansar Necip’in Mucizeler Dükkanı” yanında büyüdüğü ünlü büyücü ve üç kağıtçı Baykuş Merlin’den mirastı. Birlikte son kalkıştıkları iş olan “Sürünmeyen Yılanlar” adı altındaki raylı sistem projesi Merlin’in ölümüne sebep olmuştu. Ormanın her yerine kadar uzanan bu raylı sistem sadece yılanlar için düzenlenmişti ve yılanların gittikleri yere daha kolay varmalarını sağlamaktaydı. Bunun için önce Hayvanlar Meclisi’nden ve ardından Amazon Belediyesi’nden gerekli izinleri alan Merlin ve Necip sonunun ne olacağını bile bile bu faaliyete başladılar. Zamanla bu sisteme alışan yılanlar tembelleşti, avlanamaz ve sürünemez hale geldiler. Kısa süre içerisinde önce yılanların soyunun tükenme sınırına gelişi ve bu nedenlerle bozulmaya başlayan ekolojik düzen Aslan Kral’ı harekete geçirdi. Orman Kitabı’nda en ağır ceza olan idam kararı verildi Merlin için. Şanslı olan Necip bu olanların hep dışında bırakıldı. Şimdiler de ise ön tarafı dükkân arka tarafı laboratuar olan meşe ağcı kovuğundaki bu yer Merlin’in anısına Necip tarafından yaşatılıyordu.

Kapı açıldı ve içeriye ormanda ki tek insan olan Necip’in çırağı Tarzan girdi. Necip sinirlendi. “Lan şerefsiz herif! Nerdesin lan sabahtan beri? Ağzına sıçtığımın insanı sen misin patron ben mi? Bu ne rahatlık lan godoş!”

Tarzan bilinen kahramanlıkları yapmak için henüz daha toydu. Ustasının fırçası onu korkutmuştu. “Özür dilerim usta. İnsanların olduğu yere gittim baktım araklayacak bir şey var mı diye.”

“Bulabildin mi bari bir şey?”

“Yok be usta. Çalılardan baktım. İki kişi vardı çıplak. Kıllı olan memesi olanın altında yatıyordu. Memesi olan da kıllı olanın üstünde zıplıyordu. Etraflarında şişeler vardı ama hemen yakınlarındaydı gidemedim.”

“Lan bu insanlar ne acayip ya. Nedir şimdi o yaptıkları?”

“Bilmiyorum be usta, anlamadım zaten.”

“Neyse boşver onları sen. Şimdi git Kunduz Nevzat’tan okkalı bir meşe kahvesi kap. Ama dikkat et köpüklü ve sade olsun.”

“Tamam usta!” dedi ve fırlayıp gitti Tarzan.

Ağır adımlarla laboratuarına doğru yürümeye koyuldu Necip. Az önce Çirkin Ördek Yavrusu’na kakaladığı mallardan kazandığı paraların mutluğu vardı içinde ve zaten bu yüzden fazla yüklenmedi Tarzan’a. Yoksa ne maymun ailesi kalırdı Tarzan’ın, ne de hayvanlığı. İçinde her satış sonrası oluşan o güzelim huzur ile yürürken arka tarafa dükkan kapısının açıldığını duydu bir an. “Lan Necip şerefsizi!” diye bağırdı içeri gelen hayvan.

Sesi tanıyan Necip’i inceden bir korku aldı. Kapıya dönerken içeride birden fazla hayvanın varlığını fark etti. “Vaaay!.. Çakal Yusuf abi. Hoş geldin…” dedi. Konuşurken elinden geldiğince sempatik olmaya çalışıyordu.

“Ulan sikimin Sansar’ı! Verdiğin post kalınlaştırıcı iksir fos çıktı lan!” dedi Yusuf son derece öfkeli.

“Ahanda şimdi siki tuttuk!” diye geçirdi içinden Necip. Yusuf’un etrafındaki postu aşınmış, tüyleri dökülmüş diğer çakalları inceden süzünce durumun ciddiyetini daha da kavradı. “Abi nasıl olur ya? Adamların adam gibi kullanmamıştır.” diyebildi sadece.

“Necip gebertirim seni! Lan dediğin gibi günde 2 kere dökündüler.”

“Haa! Bak işte. Sen kendi ağzınla diyorsun. Günde iki değil ki abi. Bir defa yatmadan önce idi.” dedi Necip ve kendince bir kaçış yolu bulduğunu düşündü.

“Lan geçkin ayı! İksirin prospektüsünde iki yazıyor!”

“Abi bi baksam ben allahsız prospektüse.” dedi Necip. Koruma çakallardan biri prospektüsü sinirli tavırlarla Necip’e verdi. Uzun uzun baktı prospektüse Necip ve kaçacak bir cümle aradı. Yalnız hiçbir açık bulamıyordu. “Abi bu yanlış iksirin prospektüsü!” diyebildi sadece.

“Necip! Kıvırma lan!”

“Yok abi ya ne kıvırması. Gidip getireyim hemen doğrusunu.” Dedi ve hızlıca laboratuara yöneldi. Yönelmesi ile birlikte Yusuf’un sesinin “Necip!” diyerek tüm dükkanı inletmesi bir oldu. Olduğu yerde kalakaldı ve kendini kilitlenmiş gibi hissediyordu.

“Bana namuslu esnaf ayakları yapma lan deyyus! Paramı istiyorum ben.”

“Abi nerden bulayım ben şimdi o kadar parayı.” Dedi Necip ve soğuk soğuk terlemeye başladı. Çünkü Yusuf’tan aldığı tüm parayı kanguru yarışlarında ve karı kızla ezmişti bile çoktan.

“Ne bileyim lan yarat! Bul yoksa sonun ustan gibi tezek çukuru olur!”

Tezek sözü bile Necip’in ödünün yerinden oynamasına yetti. “Abi bana bir hafta ver. O kadar para anca toplanır.”

Gözlerini kıstı Yusuf ve Necip’e doğru eğildi iri vücudu ile. “Beş gün olsun.” Dedi ve Yusuf’un suratına doğru kokan nefesi ile soludu kısa süre. Sonra geri çekildi ve “O zamana kadar kasadaki parayı rehin alıyorum. Borcundan düşeriz.” Dedi ve adamlarından birini göz işareti ile kasaya yolladı. Tıknaz ama sert görünümlü yardakçı kasayı olduğu gibi aldı Necip’in şaşkın bakışları arasında. Kasayı salladı, içindeki parayı aldı ve kasayı tek hamlede yere çaldı. “Eğer o para beş gün sonra hazır olması sadece yıkılan kasa olmaz… Hatta orman bir pislikten daha kurtulmuş olur!” dedi Yusuf ve adamlarını yine tek bir göz hareketi ile toparlayıp etrafı döke saça dükkandan çıktılar.

Necip paniklemişti. Olduğu yerde bir müddet titreyerek ne yapacağını düşündü. Ormandan kaçmak bile fikirler arasında idi. Fakat Yusuf’un adamları her yerdeydiler. Ne yapmalı derken sürekli içinde ve yer yer dışından aynı titreme ile aklına bir anda ustası Merlin’in günlüğü geldi. Orada bir çok gizli formül ve ölmeden önce yaptığı tüm üç kâğıtlar yazıyordu. Neredeyse uçar adım dükkanın arka bölümüne geçti. Etraftaki tüm deney tüpleri ve malzemelerin arasında kaybolmuştu sanki. O kadar çok alet edevat vardı ki laboratuarda içerde sadece Necip gibi zayıf ve pigme hayvanlar rahat hareket edebilirdi. Onca karmaşanın inde görünen bir duvar dibine yanaştı ve dol elini duvarda açılmış üç deliğe parmaklarını sokuşturdu. “Gücüm aklımdır!” dedi ve duvar bir anda iki yana açıldı. Açılan duvarın ardında ufak bir kutu ve içinde Merlin’in günlüğü vardı. Günlüğü hemen ellerinin arasına aldı ve sayfaları karıştırmaya başladı. Öyle bir şey bulmalıydı ki, sadece o anı değil bundan sonrasını da rahatlıkla kurtarmalıydı. Onca sayfa arasında bir tek başlık dikkatini çekti: “Kontrolsüz Güç”

Aradan geçen iki günde o başlık altında yazan her şeyi denedi ancak bir türlü son malzemeyi bulamıyordu. Zaten Merlin’de son malzemeyi bulamadığı için eksik kalan tüm formüllerine olduğu gibi buna da bir yıldız işareti koymuştu. Üstelik formülü bulsa bile artık elinde maaşlı deney faresi kalmamıştı. Hepsi ödenek yetersizliği yüzünden Aslan Kralın Orman saray’ının önünde grevdeydi ve Merlin’in “Hazırladığın karışımları asla kendin veya yardımcın üzerinde denememelisin!” öğüdü yüzünden kullanamıyordu.

İki gün bitmişti ve Muson yağmurları başlamıştı birkaç dakika önce. “Şansıma sıçayım ben. Kesin öldürecek beni o Yusuf ibnesi!” dedi necip iç çeke çeke. O sırada kapı açıldı ve Tarzan koşar adım ustasının yanına geldi. “Lan oğlum neden bu kadar heyecanlandın sen?” dedi Necip.

Nefes nefeseydi Tarzan. “Usta yine o insanları gördüm. Bu kez memeleri olan öne eğilmişti, kılları olanda arkasında sallanıyordu ileri geri. Ben arkalarında saklanıyordum. Yerde bir şişe gördüm içi dolu. Çaktırmadan aldım şişeyi yaklaşıp. Yaklaşınca inlediklerini duydum bir garip oldu için. Korktum ama. O yüzden hemen kaçtım oradan.”

“Şişe nerde?”

Belindeki işkembeden bozma keseye koyduğu şişeyi çıkarıp Necip’e verdi Tarzan. Az biraz insancası olan Necip şişenin üzerinde yazanı okumaya çalıştı. “Enerji İçeceği” yazdığını görünce bir anda beyninde şimşekler parlamaya başladı. “Aslanım benim be!” diyerek sarıldı hayatta en değer verdiği ikinci hayvan olan Tarzan’a. Hemen laboratuarına, karışımının başına koştu. Önce bu zamana kadar yaptıklarını not ettiği kağıtlarına göz gezdirdi ve sonra kendi ölçü sistemi ile bir ölçek enerji içeceği kattı karışıma. Kısa bir süre karıştırdı. Kıvamına geldiğini göz kararı fark etti karışımın. Hemen bir iksir şişesi içine koydu ve o anda duraksadı. Bu iksiri kim deneyecekti. Bir an gördüklerinin etkisi ile mallaşan Tarzan’a baktı. Ardından Merlin’in öğüdünü hatırlayıp içinden geçenleri sindiriverdi bir anda. Mecbur bir mucize olacak ve bir kobay “Ben varım!” diye bağıracaktı. Ancak öyle olmadı. Zilli kapının açılışı duyuldu önce ve sonra umutsuz bir ses tonu şöyle söyledi:

“Merhaba! Kimse yok mu?.. Benim talihimi tersine çevirecek bir mucizeye ihtiyacım var...”