6 Mayıs 2011 Cuma

Düşses

Gözlerini açtığında boynunu zorlukla  hareket ettirebildi. Koltuk ve büyük sehpa arasındaki daracık alanda uyumuş olmalıydı bütün gece.  Güçlükle çevirebildiği boynuyla etrafına baktı. Odanın her yanında içki izmaritleri, sigara şişeleri ve göz yaşlarıyla dolu kül tablaları vardı ve bu tablalar tüm odayı kokutmuştu. Ayağa kalktı ve önce nereden başlaması gerektiğini düşündü. Yüzünü yıkamalıydı önce ve sonra ağzını. Böyle bir gecenin ağzında bu türlü tatlar bırakmasından hoşlanmıyordu. Banyoya giderken nasıl bir insana dönüştüğünü düşündü. Böyle haddinden fazla önemli bir sorun için hiç uygun bir yer değildi banyoya giderkenki koridor. Önemsemedi ama yine de kafasında belli belirsiz düşünmeye devam etti. Banyo bomboştu. Kirli sepeti bomboştu. Klozet tertemizdi. Yerde bir tane bile saç teli yoktu. Lavaboda bir tane bile su damlası izi yoktu. Aynaya baktı. Hoşlanmadı. Aynaya bakmaya devam etti, belki hoşlanacak bir şeyler bulurum ümidiyle değil ama… Kendinden daha da nefret etmek için iyice sokuldu aynaya. Yüzündeki her bir organına bir ir baktı sırayla. Gözleri çapaklanmış, ağzı mosmor olmuştu. Bunlar geçici şeylerdi. Bir avuç su darbesine bakardı O bunu değil, olanı beğenmemek için çırpınıyordu. Kulakları çirkindi. Kepçe değildi, kulak memesi yapışık değildi. Belki güzel bile sayılırdı ama çirkindi işte. O böyle karar verdi. Gözleri iriydi. İri gözlülerden hoşlanmazdı. Gözleri de çirkindi. Bu denli çirkin olmasına rağmen neden aynaya bakmakta ısrar ettiğini anlamadı. Sağ elini lavabonun sağında duran bardağa uzattı kendine bakmayı sürdürerek. Diş fırçasını ve diş macununu aldı kolaylıkla, zira zorluk çıkaracak bir durum yoktu ortada. İçerisinde bir dış fırçası ve bir diş macunu olan bardak nasıl bir sorun çıkarabilirdi ki? Sorun yaşamaktı niyeti. İşlerini halledip marketten ucuza dört beş tane diş fırçası almaya karar verdi. Dönüşte kirlilerini sepete de atardı hem. Hatta bir de duşa girer bir güzel ıslatırdı her yanı. Yerler ıslanırdı. Yere saçları dökülürdü. Bir hafta hiç dokunmazdı belki banyoya. Bir hafta uzun sürebilirdi en iyisi ne kadar daha böyle kalacağını zamana bırakmaktı. Yüzünü ve ağzını yıkadıktan sonra aynaya son kez baktı ve gülümseyerek çıktı banyodan. Geceyi geçirdiği odaya gelip kendini bir koltuğa attı. Şimdi yeniden düşündü nereden başlaması gerektiğini. Kendinden başlamasının uygun olacağına karar verdi muzırca gülümseyerek. Kendini yok ederse tüm bu şeyleri de düşünmek zorunda kalmayacaktı. İki gün sonra nasılsa birileri gelip buraları temizlemek zorunda kalır diye düşündü. Aradan kendisi de çıkardı. Hem ucuz hem can yakıcı olmayan intihar eylemleri düşünüyordu. Sonra birden böyle bir şeyi nasıl düşünebileceğini düşündü. Henüz yapmak istediği çok şey vardı. Düşündü. Yokmuş. Hoşlanmadı. İnsanların neden intihar ettiğini merak edeceklerini ve bununla ilgili türlü türlü şeyler uyduracaklarını, ama hiçbirinin intiharının gerçek sebebini bilemeyeceğini; öldüğünde yaşayanların seslerini duyup duyamayacağını düşündü. Öldükten sonra bundan daha önemli şeylerle uğraşacağını hesap ederek duyup duymama konusunu bir kenara attı. Ama yine de insanların ölümüyle ve ölüsüyle ilgili ileri geri konuşmasını istemediğini düşündü. Ayrıca şu anda, oda bu haldeyken ölmek işine gelmiyordu. Hem intihar etmiş, hem dağınık hem pis üstüne üstlük sarhoşun biri. Komşularının gözünde oluşturduğu tüm o intibayı yok edecekti intiharıyla birlikte. Bunu da göze alamazdı. Hem ona ölme hakkını kim vermişti? Ben dedi yüksek sesle. Ben verdim kendime bu hakkı. Bunca yıl yaşamak nasıl ki benim tercihim olduysa şimdi de ölmeyi tercih ediyorum işte dedi. Mutfaktan çöp poşeti alıp odaya döndü, önce perdeyi tümüyle çekti ve pencereyi açtı. Derin bir nefes aldıktan sonra yerdeki, sehpanın üzerindeki, koltuktaki şişeleri çerez paketlerini, boş sigara kutularını poşete attı, dolu kül tablalarını boşalttı.zihnindeki hiç değişmeyen zemin yeniden hareketlenmeye başlamıştı.  Ben nasıl bir insana dönüştüm? Zemini kaldırmamak için üzerine şekiller koymaya çalıştı. Koltuğun üzerinde duran henüz dökmediği kül tablasına bakıp içinde kaç tane sigara izmariti olduğunu saymaya başladı. Bir, iki,üç, oturuyor galiba yavaşça, ben nasıl insana, dört, beş, altı, yedi, ben nasıl bir ins, sekiz dokuz, ben nasıl bir, on, on bir, ben nasıl, on iki, on üç, bu kül tablası ne kadar da büyükmüş, ben, kes sesini, on dört, on beş, on altı, on yedi. 17. 17 güzel bir sayı. Hoş. O böyle düşündü. Odada çöp olarak nitelendirdiği her şeyi poşete doldurduktan sonra poşetin ağzını sıkıca bağladı ve bir başka çöp poşetine daha koydu. Dış kapıyı açıp, poşeti kapının kenarına bıraktı. Odaya döndü. Geceden kalma yarım sigara paketinin içinden bir dal aldı. Bitmek bilmeyen çakmağıyla açık pencerenin yanına gidip dudağına yerleştirdiği sigarasını yaktı. Derin, çok derin bir nefes aldı. Hoşlanmadı.

1 Mayıs 2011 Pazar

yakın tarihimde ona buna benzeme çabaları

Yerleşik bir hayatın tam ortasında kendince çılgın fikirlerin savrulduğu minik zihin kaçamakları içerisinde koşturur gibi yaparken, kendime benzeyen veya alakası dahi olmayan benimle bir çok insan tanıdım. Onlara baktıkça da aslında yaşadığım dünyanın, imkanların ve şartların ne kadar değiştiğini gördüm. Bireylerin kendilerini anlamsız bir geçim kaygısı içerisinde toplumsal reflekslerinden arındırdığını gördüm, bilerek ve isteyerek. Hesapta sıkıntılarından kurtulduklarını sandıkları bu hayat döngüsü onları geleceği aslında belli bir ömre gark ederken, onlar illa taktıkları at gözlükleri ile gün geçtikçe bencilleşmeye yüz tutmaktalar. Hayat kimler için zararlı, kimlere bu teftişi zorunlu kılınmış düzen bilmiyorum. Giderek sınırları daha da kesinleşmiş, adımlarımın önceden takip edilmesine müsemma gösterecek yasal düzenlemeler hazırlanmış, sağımla solumu aslında tek bir noktada görmeye çalışırken illa beni soluma yatırmaya inat ettirmiş bir vatan toprağı içinde yaşan, tedirgin bir insanım ben.

Dünya bir tarafa dursun… illa ki bir son cümle gerecekse; ya kederken giderim ben ya da birileri önce kör edip ardından intihar ettirir beni tüm bu sebepler yüzünden…

Kendimle alakalı bariz bir çözümlemeye ulaştım nihayet. Artık huzuru bulduğum anları ve o anda neler hissettiğimi biliyorum. Hatta düşününce olanları o anda, ne kadar basit bir adam olduğumun sonucuna varıyorum. Zaman ilerledikçe biraz daha duygusallaşıyor ve hırçınlaşıyorum. Mesela bazen kırıp döktüklerim hakkında hep uyarılırdım ama ilk defa kırıp döktüğümün uyarılmadan farkına vardım. Bir huzur anında, beynimden tüm seslerin ve şekillerin silindiği, kafa tasımdan açılmış tahliye deliklerinden negatif havanın dışarı çıktığını hissettiğim o anların birinde tüm cisimler ve şekkiler yerlerine oturdu. Kısa bir zaman önce sadece birkaç saat içinde bir çok yeni şey fark ettim. Şehirleri yeniden yerlerinden ettiğim bu yeni günlerde kafamı takacağım yeni mevzuların olması ne kadar da müthiş!..

Etrafa bakınca çevrem ne kadar sığ ve sessiz halbuki. O gün çimlerin hışırtısına kulak kabartırken ve minicik bir bahçeyi dev bir orman gibi kafamda büyütürken sadece gözlerimi kaparak çevremde bir sürü şekilli taşın oraya buraya dağılmış olduğunu gördüm. Şu anda kendimce sansürlediğim ve üstünü kapattığım bir sürü örtülü farkına varış, şimdilerde sürekli sırıtmama sebebiyet veren garip serüvenler sunuyor hayatıma. Onlar olmasa zaten zihnim nasıl ayakta kalabilir ki.

Aklım sürekli bunca köklü değişme saplanıp kalıyor. Biz nereye gidiyoruz bir bilen var mı?..

Arkamda bir şehir ve üç adam bıraktığım o 23 Ocak gününden beri halen daha kendimi iyi hissedemiyorum aslında. Hani baktığım zaman o günlere bir çok şeyi eksik bıraktığımı görüyorum. Mal gibi sevdiğimi kadına aşık olduğumu söyleyememişim mesela. Hoş zaten diğer olanlar fos asıl mevzu bu. Bunu nasıl yapamamışım hayret. Alacağım cevap önemsiz gerçekten ancak, hangi bağ ile bağlanmış ki dilim yutmuşum tüm sözcükleri bilmiyorum. Ve sırf bu yüzden kendisine şükranlarımı ve tebriklerimi sunuyorum, beni iki yılda lal etmeyi başardığı, ardımda kaldı halde kendini aklıma kazıdığı, daha iyisini bulana kadar kendisine esir ettiği ve hayatı iyice boşlattığı için…

2011 yılının Mayıs ayının götüne koymaya yemin ettiğimiz bu saatlerde kendimizi Kaybedenler Kulübü filmi havasına sokuyoruz. Seyrek gelişimli pompalara ve cinsel maksatlara yönelerek bu yazımı başka hiçbir yazımı adamadığım üzere Kadıköy Mahallesi’nin güya serseri ve kötü çocuklarına, her boku ve püsürü öğrenmeye meyil ettiğimiz ama bir arpa boyu yol alamadığımız Süleymaniye Geçidi’ne ve İki Gözüm’e, sokak ortasında müzik yaptıkları halde henüz daha polis göz altısı görmediklerinden bu manada milli olamamış müzisyen arkadaşlarıma, kendini şu dünyada az biraz izi kalsın çabasıyla fanzin hazırlama çabalarına adamış sevgili kuzenime, hayatının olanını bitenini seans seans anlatmaya yeminli olan o şaşkın karaktere ve artık sabitlenmem gerektiğini düşünenlere adıyorum…