(I)
Hangi ay olduğunun önemi
olmadığı bir dönemdi. Göğün yarılmasıyla birlikte bulutların ardında biriken
bütün su damlaları yolu görülmez hâle getirmişti. Buna rağmen önü aydınlıktı
Selim’in. Karşı durakta bekleyen kadını seçebiliyordu. Durağın üstündeki ağaç,
durağın korumasını güçlendirmek için oraya dikilmiş gibiydi. Belki de durak,
ağaçtan faydalanmak istenildiği için oraya taşınmıştı. Bilemem, ne de olsa
belediyecilikten anlamayan bir yazarım.
Birbirleriyle kan
kardeşleriymişler de, üzerlerine düştükleri
yaprakları, yaprakların tutundukları dallardan koparmak adına sözleşmişler gibi
düşen yağmur damlalarının, kimi zaman bu koparma işini başardıkları oluyordu.
Dalından kopan yeşil bir yaprak –yağmurun da yıkamasıyla yeşilliği göz alıcı
bir hâle gelmişti- yavaşça düşmeye çalışarak, ama yağmurun etkisiyle bunu pek de
başaramayarak, durakta oturmakta olan kadının ayakkabısının üstüne düştü.
Gördüklerine inanamayan Selim, aklına gelen satırları karalamak için, o anda
bulunduğu durağa gelene kadar yağmurdan nasibini almış ve sırılsıklam olmuş
siyah montunun sol-iç cebinden küçük bir not defteri çıkarıp şu satırları
yazdı:
Bir bakıyorum her şey ıslanmış
Bir kadının ayağının üstünde bir yaprak yetişiyor
Gözlerinin arkası deniz
Alnından dudaklarına giden bir vapur kalkıyor
Tek damlalık
Binmek için o vapura
Dudaklarımdan iniyorum
Bir bakıyorsun her şey kupkuru
Bir kadının başında bir dal kırılmış
Ellerinin içi çöl
Alnından dudaklarına giden vapur artık yok
Çok damlalık
Görmek için o vapurdaki yolcuları
Ellerinden tutuyorum
Bir bakıyorsun bakamaz olmuşsun
Bir kadının sırtında kelebek kozası
Uçarken kanatlarını unutmuş kadında
Tek çırpmalık
Beraber çakılalım diye
Sana sarılıyorum
Bir kadın yaşını almış sırtına gülüyor
Yirmi sekiz kere terliyor kadın
Öpüştükçe
Yirmi sekiz kere nefes veriyor yirmi dokuzuncu nefesi de alabilmek için
Yapıyor bunları kadın
Ve daha bir sürü şeyler
O daha fazlasını yaşasın diye
Ben gözlerimi kapatıyorum
Normâlde, toplantıda yapacağı konuşmanın
detaylarına takılıp kalması gerekirken, içinde duyduğu coşku, onu bambaşka bir
dünyaya götürmüştü. Öyle sanıyordu ki dünyanın nüfusu sadece 2’ydi ve bu gerçek
onun, inandığını ve bildiğini sandığı her şeyin dışına çıkmasına sebep oldu.
‘Güzel şeyler kısa sürer’in yeni bir ispâtı olan otobüsün gelişi ise Selim’i,
çıktığı o yeni dünyadan geri getirmesini, son derece başarılı bir şekilde,
bildi.
***
‘Uzun zamandır şiir
yazmamıştım.’
Otobüse bindiğinde aklından
geçen düşünce buydu ama düşüncesinin O’na dönmesi çok da uzun sürmedi. Otobüs
şoförünün arka sırasındaki koltuklardan birine oturup otobüs kalkana kadar
karşı duraktaki kadını izlemeye karar verdi. Karar verdi diye yazıyorum ama
düşünüp taşınıp da böyle yapmayı tercih ettiğini kastetmiyorum. İçinde
bulunduğu durumu bilen kim olsa, eylemlerini gözledikten sonra ortaya çıkan bu
otonomik hareketleri bu şekilde yorumlardı. Bir yazar olarak bunu açıklamam
gerekiyordu. Açıkladım.
Bu kadını o durakta daha önce
de gördüğünü fark etmesi ise pek vaktini almadı. ‘Demek ki o da her gün buradan
otobüse binip bir yerlere gidiyor.’ diye umdu. Bu durumda eyleme geçmek için
bir fırsat yakalayabilirdi zirâ. Gerçi eylemin ne olacağı henüz kestiremiyordu
ama olsundu. Bu, ona, şimdilik yetiyordu.
Otobüs hareketine başladığında
gözleri hâlâ kadındaydı. Boynunun fazla gerildiğini ise az sonra fark edecekti,
çünkü durak, artık görünemez olmuştu.
Kafasını önüne çevirip
cebinden defterini tekrar çıkardı. Yazdığı şiiri tekrar okudu. Bir ad vermesi gerektiğini
hissettiği anda aklı daha önemli olmaması gereken bir başka soruyla doldu,
taştı: ‘Adı ne?’ Bu sorunun cevabını öğrenebilmesi için ise ne yapması
gerektiğini hiç bilmiyordu –ki buna gerek kalmayacağından da henüz haberi
yoktu-. Bu tür işlerde pek başarılı olmadığının farkındaydı. Daha da kötüsü,
kendisi ile bu konuda fikir alış-verişi yapabileceği yakınlıkta bir insan da
yoktu hayatında. Partideki insanları düşündü öncelikle. Kendilerinden fikir
alabileceği birinin bu insanlar arasında mutlaka varolduğuna dair hiç şüphesi
yoktu. Emindi ki partiye gelen insanların hemen hepsi bu türden ilişkileri yaşamış
olmalıydılar ne de olsa.
Aklında bu ve buna benzer
düşünceler geçerken, otobüsün, inmesi gereken durağa çok yaklaştığını fark
etti. Apar topar ayağa kalkıp otobüsün, inmesi için şoförü uyaran aydınlatmayı
çalıştıran düğmesine bastı. Etrafındaki insanların da onayıyla kendini, çok
ağırbaşlı olduğuna inandırmıştı. Hatta bundan o kadar emindi ki, o an içinde
bulunduğu o atik durumdan dolayı utanmaya başlamıştı. Tam da o sırada otobüs
durdu.
Kapı açıldı.
İndi.
Karşısında duran dört katlı
betonarme binanın üçüncü katındaydı parti. Diğer katlarda da, temelde aynı
fikre dayanan, ancak bünyesinde, amaca ulaşmak için başka yöntemleri tercih
edenleri barındıran başka partiler vardı. Bütün kafa karışıklığının içinde
aklına gelen bir başka soru ise aralarından canını en çok sıkan olmuştu:
‘İdeolojik yöntemimizde yanılıyor olabilir miyiz?’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder