1 Mayıs 2011 Pazar

yakın tarihimde ona buna benzeme çabaları

Yerleşik bir hayatın tam ortasında kendince çılgın fikirlerin savrulduğu minik zihin kaçamakları içerisinde koşturur gibi yaparken, kendime benzeyen veya alakası dahi olmayan benimle bir çok insan tanıdım. Onlara baktıkça da aslında yaşadığım dünyanın, imkanların ve şartların ne kadar değiştiğini gördüm. Bireylerin kendilerini anlamsız bir geçim kaygısı içerisinde toplumsal reflekslerinden arındırdığını gördüm, bilerek ve isteyerek. Hesapta sıkıntılarından kurtulduklarını sandıkları bu hayat döngüsü onları geleceği aslında belli bir ömre gark ederken, onlar illa taktıkları at gözlükleri ile gün geçtikçe bencilleşmeye yüz tutmaktalar. Hayat kimler için zararlı, kimlere bu teftişi zorunlu kılınmış düzen bilmiyorum. Giderek sınırları daha da kesinleşmiş, adımlarımın önceden takip edilmesine müsemma gösterecek yasal düzenlemeler hazırlanmış, sağımla solumu aslında tek bir noktada görmeye çalışırken illa beni soluma yatırmaya inat ettirmiş bir vatan toprağı içinde yaşan, tedirgin bir insanım ben.

Dünya bir tarafa dursun… illa ki bir son cümle gerecekse; ya kederken giderim ben ya da birileri önce kör edip ardından intihar ettirir beni tüm bu sebepler yüzünden…

Kendimle alakalı bariz bir çözümlemeye ulaştım nihayet. Artık huzuru bulduğum anları ve o anda neler hissettiğimi biliyorum. Hatta düşününce olanları o anda, ne kadar basit bir adam olduğumun sonucuna varıyorum. Zaman ilerledikçe biraz daha duygusallaşıyor ve hırçınlaşıyorum. Mesela bazen kırıp döktüklerim hakkında hep uyarılırdım ama ilk defa kırıp döktüğümün uyarılmadan farkına vardım. Bir huzur anında, beynimden tüm seslerin ve şekillerin silindiği, kafa tasımdan açılmış tahliye deliklerinden negatif havanın dışarı çıktığını hissettiğim o anların birinde tüm cisimler ve şekkiler yerlerine oturdu. Kısa bir zaman önce sadece birkaç saat içinde bir çok yeni şey fark ettim. Şehirleri yeniden yerlerinden ettiğim bu yeni günlerde kafamı takacağım yeni mevzuların olması ne kadar da müthiş!..

Etrafa bakınca çevrem ne kadar sığ ve sessiz halbuki. O gün çimlerin hışırtısına kulak kabartırken ve minicik bir bahçeyi dev bir orman gibi kafamda büyütürken sadece gözlerimi kaparak çevremde bir sürü şekilli taşın oraya buraya dağılmış olduğunu gördüm. Şu anda kendimce sansürlediğim ve üstünü kapattığım bir sürü örtülü farkına varış, şimdilerde sürekli sırıtmama sebebiyet veren garip serüvenler sunuyor hayatıma. Onlar olmasa zaten zihnim nasıl ayakta kalabilir ki.

Aklım sürekli bunca köklü değişme saplanıp kalıyor. Biz nereye gidiyoruz bir bilen var mı?..

Arkamda bir şehir ve üç adam bıraktığım o 23 Ocak gününden beri halen daha kendimi iyi hissedemiyorum aslında. Hani baktığım zaman o günlere bir çok şeyi eksik bıraktığımı görüyorum. Mal gibi sevdiğimi kadına aşık olduğumu söyleyememişim mesela. Hoş zaten diğer olanlar fos asıl mevzu bu. Bunu nasıl yapamamışım hayret. Alacağım cevap önemsiz gerçekten ancak, hangi bağ ile bağlanmış ki dilim yutmuşum tüm sözcükleri bilmiyorum. Ve sırf bu yüzden kendisine şükranlarımı ve tebriklerimi sunuyorum, beni iki yılda lal etmeyi başardığı, ardımda kaldı halde kendini aklıma kazıdığı, daha iyisini bulana kadar kendisine esir ettiği ve hayatı iyice boşlattığı için…

2011 yılının Mayıs ayının götüne koymaya yemin ettiğimiz bu saatlerde kendimizi Kaybedenler Kulübü filmi havasına sokuyoruz. Seyrek gelişimli pompalara ve cinsel maksatlara yönelerek bu yazımı başka hiçbir yazımı adamadığım üzere Kadıköy Mahallesi’nin güya serseri ve kötü çocuklarına, her boku ve püsürü öğrenmeye meyil ettiğimiz ama bir arpa boyu yol alamadığımız Süleymaniye Geçidi’ne ve İki Gözüm’e, sokak ortasında müzik yaptıkları halde henüz daha polis göz altısı görmediklerinden bu manada milli olamamış müzisyen arkadaşlarıma, kendini şu dünyada az biraz izi kalsın çabasıyla fanzin hazırlama çabalarına adamış sevgili kuzenime, hayatının olanını bitenini seans seans anlatmaya yeminli olan o şaşkın karaktere ve artık sabitlenmem gerektiğini düşünenlere adıyorum…

Hiç yorum yok: