8 Mart 2009 Pazar

Bir Hayvanat Hikayesi

Bölüm 1: Sansar Necip’in Mucizeler Dükkânı

“Necip Bey, bunun işe yarayacağından emin misiniz?”

“Tabi Sayın Çirkin Ördek Yavrusu Hanımefendi! Bunu yaklaşık olarak bir ay boyunca yüzünüze uyguluyorsunuz. Ardından az önce verdiğim papaya özlü parfümü sürerek o balet arkadaşın karşısına çıkıyorsunuz. Ve en sonunda Kuğu Gölü Balesini birlikte ircaa ediyorsunuz.. Aşk garanti!..” dedi Sansar Necip. Her zamankinden daha ihtiraslı ve ikna edici bir konuşta tonu vardı sesinde. Çirkin Ördek Yavrusu’nun malum servetinden birkaç Orman Dinarı kapmak için de elinden geleni yapmaya yemin etmişti üstelik. Karşısındaki bu saf fakat aşka aç kadın ağına düşürdüğü diğer müşterilerden sadece biriydi.

“Ya ben pek emin değilim aslında.” dedi Çirkin Ördek Yavrusu karasız bakışlarla.

Bir anda hiddetlendi Necip. “Olur mu hiç hanımefendi? Şu iksir şişesini tutun bir hele. Bir elinizle sallayın!” dedi ve şişeyi ellerinin arasında hanımefendinin ellerine sıkıştırdı. “Şimdiden değişimi hisseder gibiyim. Bir ay sonra bu naif ve saf suret gidecek ve yerine dünyalar güzeli bir kuğu gelecek. Valla ne yalan söyleyeyim, birini düşünmeseniz bu akşam ne yapıyorsunuz bilmek isterdim. Biz sansarlar böylesine güzellikler karşısında asla kayıtsız kalamayız çünkü!”

“E alayım bari o zaman hepsini.” dedi Çirkin Ördek utangaç ve çapkın bir ses tonu ardında. Satın alınan cilt iksiri ve parfüm ipek böceklerinin imali işlemeli bir poşete kondu ve Necip çıkış kapısına kadar müşteriyi hayran bırakmak adına geliştirdiği bütün teknikleri uyguladı. Çirkin Ördek Yavrusu kapıdan çıktığı anda ise ardından bir tek kelime söyledi: “Enayi!”

Günler böylesine ticari faaliyetlerle ve bir kısım dolandırıcılıklarla geçiyordu Necip için. Sahibi olduğu “Sansar Necip’in Mucizeler Dükkanı” yanında büyüdüğü ünlü büyücü ve üç kağıtçı Baykuş Merlin’den mirastı. Birlikte son kalkıştıkları iş olan “Sürünmeyen Yılanlar” adı altındaki raylı sistem projesi Merlin’in ölümüne sebep olmuştu. Ormanın her yerine kadar uzanan bu raylı sistem sadece yılanlar için düzenlenmişti ve yılanların gittikleri yere daha kolay varmalarını sağlamaktaydı. Bunun için önce Hayvanlar Meclisi’nden ve ardından Amazon Belediyesi’nden gerekli izinleri alan Merlin ve Necip sonunun ne olacağını bile bile bu faaliyete başladılar. Zamanla bu sisteme alışan yılanlar tembelleşti, avlanamaz ve sürünemez hale geldiler. Kısa süre içerisinde önce yılanların soyunun tükenme sınırına gelişi ve bu nedenlerle bozulmaya başlayan ekolojik düzen Aslan Kral’ı harekete geçirdi. Orman Kitabı’nda en ağır ceza olan idam kararı verildi Merlin için. Şanslı olan Necip bu olanların hep dışında bırakıldı. Şimdiler de ise ön tarafı dükkân arka tarafı laboratuar olan meşe ağcı kovuğundaki bu yer Merlin’in anısına Necip tarafından yaşatılıyordu.

Kapı açıldı ve içeriye ormanda ki tek insan olan Necip’in çırağı Tarzan girdi. Necip sinirlendi. “Lan şerefsiz herif! Nerdesin lan sabahtan beri? Ağzına sıçtığımın insanı sen misin patron ben mi? Bu ne rahatlık lan godoş!”

Tarzan bilinen kahramanlıkları yapmak için henüz daha toydu. Ustasının fırçası onu korkutmuştu. “Özür dilerim usta. İnsanların olduğu yere gittim baktım araklayacak bir şey var mı diye.”

“Bulabildin mi bari bir şey?”

“Yok be usta. Çalılardan baktım. İki kişi vardı çıplak. Kıllı olan memesi olanın altında yatıyordu. Memesi olan da kıllı olanın üstünde zıplıyordu. Etraflarında şişeler vardı ama hemen yakınlarındaydı gidemedim.”

“Lan bu insanlar ne acayip ya. Nedir şimdi o yaptıkları?”

“Bilmiyorum be usta, anlamadım zaten.”

“Neyse boşver onları sen. Şimdi git Kunduz Nevzat’tan okkalı bir meşe kahvesi kap. Ama dikkat et köpüklü ve sade olsun.”

“Tamam usta!” dedi ve fırlayıp gitti Tarzan.

Ağır adımlarla laboratuarına doğru yürümeye koyuldu Necip. Az önce Çirkin Ördek Yavrusu’na kakaladığı mallardan kazandığı paraların mutluğu vardı içinde ve zaten bu yüzden fazla yüklenmedi Tarzan’a. Yoksa ne maymun ailesi kalırdı Tarzan’ın, ne de hayvanlığı. İçinde her satış sonrası oluşan o güzelim huzur ile yürürken arka tarafa dükkan kapısının açıldığını duydu bir an. “Lan Necip şerefsizi!” diye bağırdı içeri gelen hayvan.

Sesi tanıyan Necip’i inceden bir korku aldı. Kapıya dönerken içeride birden fazla hayvanın varlığını fark etti. “Vaaay!.. Çakal Yusuf abi. Hoş geldin…” dedi. Konuşurken elinden geldiğince sempatik olmaya çalışıyordu.

“Ulan sikimin Sansar’ı! Verdiğin post kalınlaştırıcı iksir fos çıktı lan!” dedi Yusuf son derece öfkeli.

“Ahanda şimdi siki tuttuk!” diye geçirdi içinden Necip. Yusuf’un etrafındaki postu aşınmış, tüyleri dökülmüş diğer çakalları inceden süzünce durumun ciddiyetini daha da kavradı. “Abi nasıl olur ya? Adamların adam gibi kullanmamıştır.” diyebildi sadece.

“Necip gebertirim seni! Lan dediğin gibi günde 2 kere dökündüler.”

“Haa! Bak işte. Sen kendi ağzınla diyorsun. Günde iki değil ki abi. Bir defa yatmadan önce idi.” dedi Necip ve kendince bir kaçış yolu bulduğunu düşündü.

“Lan geçkin ayı! İksirin prospektüsünde iki yazıyor!”

“Abi bi baksam ben allahsız prospektüse.” dedi Necip. Koruma çakallardan biri prospektüsü sinirli tavırlarla Necip’e verdi. Uzun uzun baktı prospektüse Necip ve kaçacak bir cümle aradı. Yalnız hiçbir açık bulamıyordu. “Abi bu yanlış iksirin prospektüsü!” diyebildi sadece.

“Necip! Kıvırma lan!”

“Yok abi ya ne kıvırması. Gidip getireyim hemen doğrusunu.” Dedi ve hızlıca laboratuara yöneldi. Yönelmesi ile birlikte Yusuf’un sesinin “Necip!” diyerek tüm dükkanı inletmesi bir oldu. Olduğu yerde kalakaldı ve kendini kilitlenmiş gibi hissediyordu.

“Bana namuslu esnaf ayakları yapma lan deyyus! Paramı istiyorum ben.”

“Abi nerden bulayım ben şimdi o kadar parayı.” Dedi Necip ve soğuk soğuk terlemeye başladı. Çünkü Yusuf’tan aldığı tüm parayı kanguru yarışlarında ve karı kızla ezmişti bile çoktan.

“Ne bileyim lan yarat! Bul yoksa sonun ustan gibi tezek çukuru olur!”

Tezek sözü bile Necip’in ödünün yerinden oynamasına yetti. “Abi bana bir hafta ver. O kadar para anca toplanır.”

Gözlerini kıstı Yusuf ve Necip’e doğru eğildi iri vücudu ile. “Beş gün olsun.” Dedi ve Yusuf’un suratına doğru kokan nefesi ile soludu kısa süre. Sonra geri çekildi ve “O zamana kadar kasadaki parayı rehin alıyorum. Borcundan düşeriz.” Dedi ve adamlarından birini göz işareti ile kasaya yolladı. Tıknaz ama sert görünümlü yardakçı kasayı olduğu gibi aldı Necip’in şaşkın bakışları arasında. Kasayı salladı, içindeki parayı aldı ve kasayı tek hamlede yere çaldı. “Eğer o para beş gün sonra hazır olması sadece yıkılan kasa olmaz… Hatta orman bir pislikten daha kurtulmuş olur!” dedi Yusuf ve adamlarını yine tek bir göz hareketi ile toparlayıp etrafı döke saça dükkandan çıktılar.

Necip paniklemişti. Olduğu yerde bir müddet titreyerek ne yapacağını düşündü. Ormandan kaçmak bile fikirler arasında idi. Fakat Yusuf’un adamları her yerdeydiler. Ne yapmalı derken sürekli içinde ve yer yer dışından aynı titreme ile aklına bir anda ustası Merlin’in günlüğü geldi. Orada bir çok gizli formül ve ölmeden önce yaptığı tüm üç kâğıtlar yazıyordu. Neredeyse uçar adım dükkanın arka bölümüne geçti. Etraftaki tüm deney tüpleri ve malzemelerin arasında kaybolmuştu sanki. O kadar çok alet edevat vardı ki laboratuarda içerde sadece Necip gibi zayıf ve pigme hayvanlar rahat hareket edebilirdi. Onca karmaşanın inde görünen bir duvar dibine yanaştı ve dol elini duvarda açılmış üç deliğe parmaklarını sokuşturdu. “Gücüm aklımdır!” dedi ve duvar bir anda iki yana açıldı. Açılan duvarın ardında ufak bir kutu ve içinde Merlin’in günlüğü vardı. Günlüğü hemen ellerinin arasına aldı ve sayfaları karıştırmaya başladı. Öyle bir şey bulmalıydı ki, sadece o anı değil bundan sonrasını da rahatlıkla kurtarmalıydı. Onca sayfa arasında bir tek başlık dikkatini çekti: “Kontrolsüz Güç”

Aradan geçen iki günde o başlık altında yazan her şeyi denedi ancak bir türlü son malzemeyi bulamıyordu. Zaten Merlin’de son malzemeyi bulamadığı için eksik kalan tüm formüllerine olduğu gibi buna da bir yıldız işareti koymuştu. Üstelik formülü bulsa bile artık elinde maaşlı deney faresi kalmamıştı. Hepsi ödenek yetersizliği yüzünden Aslan Kralın Orman saray’ının önünde grevdeydi ve Merlin’in “Hazırladığın karışımları asla kendin veya yardımcın üzerinde denememelisin!” öğüdü yüzünden kullanamıyordu.

İki gün bitmişti ve Muson yağmurları başlamıştı birkaç dakika önce. “Şansıma sıçayım ben. Kesin öldürecek beni o Yusuf ibnesi!” dedi necip iç çeke çeke. O sırada kapı açıldı ve Tarzan koşar adım ustasının yanına geldi. “Lan oğlum neden bu kadar heyecanlandın sen?” dedi Necip.

Nefes nefeseydi Tarzan. “Usta yine o insanları gördüm. Bu kez memeleri olan öne eğilmişti, kılları olanda arkasında sallanıyordu ileri geri. Ben arkalarında saklanıyordum. Yerde bir şişe gördüm içi dolu. Çaktırmadan aldım şişeyi yaklaşıp. Yaklaşınca inlediklerini duydum bir garip oldu için. Korktum ama. O yüzden hemen kaçtım oradan.”

“Şişe nerde?”

Belindeki işkembeden bozma keseye koyduğu şişeyi çıkarıp Necip’e verdi Tarzan. Az biraz insancası olan Necip şişenin üzerinde yazanı okumaya çalıştı. “Enerji İçeceği” yazdığını görünce bir anda beyninde şimşekler parlamaya başladı. “Aslanım benim be!” diyerek sarıldı hayatta en değer verdiği ikinci hayvan olan Tarzan’a. Hemen laboratuarına, karışımının başına koştu. Önce bu zamana kadar yaptıklarını not ettiği kağıtlarına göz gezdirdi ve sonra kendi ölçü sistemi ile bir ölçek enerji içeceği kattı karışıma. Kısa bir süre karıştırdı. Kıvamına geldiğini göz kararı fark etti karışımın. Hemen bir iksir şişesi içine koydu ve o anda duraksadı. Bu iksiri kim deneyecekti. Bir an gördüklerinin etkisi ile mallaşan Tarzan’a baktı. Ardından Merlin’in öğüdünü hatırlayıp içinden geçenleri sindiriverdi bir anda. Mecbur bir mucize olacak ve bir kobay “Ben varım!” diye bağıracaktı. Ancak öyle olmadı. Zilli kapının açılışı duyuldu önce ve sonra umutsuz bir ses tonu şöyle söyledi:

“Merhaba! Kimse yok mu?.. Benim talihimi tersine çevirecek bir mucizeye ihtiyacım var...”

Hiç yorum yok: