25 Eylül 2009 Cuma

İstenilen Düzey

Bölüm 5: Bir Beyaz Koridor

Uyku dolu gözlerle ne kadar zor ise bakmak yeni güne doğan güneşe, aynı gözlerle yollar aşıp hastane koridorlarında fink atmak daha da zordur. Sabahın bilinmeyen bir saatinde uyanılmıştır ve güneş ne hikmetse yeni doğmaktadır. Yüz yıkanmaz, zira hastane psikolojisi taa yatağından başlar insanın beynini kemirmeye. Tahlil yapılır düşüncesi ile kahvaltı yapılmadan tüm mide sıvılarının yatakta dürtükleyen psikolojinin etkisi ile boğaza kadar çıkışıyla ekşi tatlar hissedilir dilin iç kısımlarında. İsteksiz, bitkin ve uykusuz yola konulur. Soğuk bir günün başlangıcı ile caddelere ve toplu taşıma araçlarına en az gün kadar soğuk bir selam verilir. Yol üstünde kalabalık tek güzergah hastaneninkidir. Şehrin tamamı bugün hastalanmış gibi hissedip dünyanın en cüzamlı topluluğu içinde olmanın verdiği hayattan beziş duygusu ile hastaneye varılır. O büyük kalabalık ile hastalığa çare getireceği inanılan poliklinik için sıra talep edilir hasta kabulden. Gerekli işlemler büyük bir kaos içinde, bağırışlar ve aşırı hareketliliklerle yapılır. Böylesine hayattan bezdiren bir ortamda poliklinik sırası almak gibi ulvi bir başarıyı elinde barındırmak, bu başarının bile rahatça gölgesinde kestirebileceği sabır testi bir beklemenin havasız ve beyaz bir koridor içinde kendini göstermesi ile çabucak gözden düşecektir. Sinir harbinin birinci perdesi olan muayene olabilmek için hastaneye kendini kabul ettirme evresi, ikinci perde olan doktor insan ilişkisi ile kendini devam ettiren üç perdelik bir trajedinin sadece başlangıcıdır…

Ağır bir koku yayıldı koridora. Yeterince birikmiş karbondioksit bu ağır kokunun yayılması için müthiş bir katalizör durumundaydı. Herkes burnunu tutuyor, içten içe kokunun bilinmeyen kaynağına sövüyordu. Burası cehenneme girişin bekleme salonu olmalıydı diye marjinal fikirlere kapıldı Furkan. Yalnızca başlayan mesainin ilk bir saati için tertemiz olan bu beyaz ve daracık koridorda acayip olan her şeyi düşünmek mümkündü. Mesela görüş alanı içine girmiş şu kızıl saçlı güzel kızın türbanlı olma ihtimalini düşünmek gibi. Kendini dünyaya karşı tesettürleseydi eğer kim fark edebilirdi ki bu güzelliği. Kendini saklamak ne kadar da yakışıksız olurdu o kız için. Baksa bu tarafa, bir gülse… Bunu beceremediği anda hayaller devreye girse… Lanet olasıca bu yerde beynini düze çıkartmak için her türlü hayale açıktı Furkan’ın beyni o anda.

O kızdan ümidi kesip ne zaman fiziksel kusurları olan insanları izlemeye koyuldu Furkan ve içindeki huzursuzluk bir kat daha arttı, işte o sırada bir patırtı duyuldu. Bir hasta ailenin korunması kanununa aykırı ne kadar küfür varsa savurarak çıkıyordu Furkan’ın da bir umutla sıra numarasının okunmasını beklediği odadan. Güvenlik görevlileri bitti kapının ağzında ve sakinleştirmek için buldukları en saçma yöntem eşliğinde kolundan tutup çekmeye başladılar hastayı. Hasta bu müthiş ilgi karşısında nankörlük edercesine feryadını daha içten dile getirdi ve bozulan ağzının yaylarını biraz daha gevşetti. Orta zamanlı bir arbedenin sonunda hasta hastalığının etkisi ve kollukların kol kuvvetlerinin altında kalması ile muayene odasından uzaklaştırıldı. Herkes olanları en tükenmiş ve anlam veremez tavırlar içerisinde izlerken muayene odasından çıkan görevli Furkan’ın umuda giden, o günlük uğurlu olan numarasını Bağırdı koridora.

“Otuz iki!”

Kalabalığı yarıp otuz üçün yankılarını duymadan daldı odaya Furkan. Odadaki iki masadan doktor olmadığı her halinden belli gevşek tavırlı bir kız canlısına sağlık karnesini ve sevkini teslim etti. Aynı anda selam verirken lafı ağzına tıkarcasına “Şikayetin nedir?” dedi doktor.

Kendini kazık soran bir bilgi yarışmasında hissetti Furkan. Küçük bir tıkanıklığın ardından elini karaciğerinin üstüne götürerek “Şuramda bir ağrı var. Sanırım karaciğer.” dedi.

Hiç istifini bozmayan doktor masasındaki kağıtlardan iki tanesini aldı üzerine anlamsız işaretler koydu. “Bununla önce kan tahlilini yaptır, bununla da röntgen çektir. Sonuçları alınca getir göster” dedi işaretlediği kağıtları yüzüne bile bakmadığı Furkan’a uzatırken.

Gördüğü yoğun ilgi şaşkına döndürdü Furkan’ı. Eline sıkıştırılmış iki parça kağıt ve sekreter kızdan aldığı sağlık karnesi ile odadan çıktı usulca. En nihayetinde tıpkı diğerleri gibi olmayı başarmıştı. Beyni durmak üzereye yakın, elindeki kağıtlarla nefes almadan ilerlerken kalabalığın içinden duvarlardaki yol gösteren levhaları okumadan kuvvetsizleşen hisleri ile ilgili tahlilleri yapacak yerleri arıyordu. Az biraz halsizleştiği bir anda koridorlarda ortamın huzuru için değil de sanki insanlara koca bir kas yığının sanatsal sergisini sunmak için dolaşan güvenlik görevlisinin uyarısı ile uyarı yazılarını okuyarak yolunu daha kolay bulabileceğini hatırladı. İçinde bir dirhem beyninin olmadığını düşündüğü o adam Furkan’ı utançlara boğdu. Bitmeye meyilli enerjisini utancına aktararak sıkıntısını bir kat daha arttırdı sonunda ve olası cinnete daha da çok yaklaştı.

Neden verildiğini anlamadığı röntgen tahlilini yaptırdı ilk ve kan vermek için sıraya girdi. Umduğundan daha hızlı ilerliyordu sıra ve yine ön saflardan bir feryat ile uyumaya yazan bilinci kendine geldi. Doktor sırası beklerken gülümsemesi için dualar ettiği kızıl saçlı güzellik “Biraz daha yavaş olabilirdiniz! İnsanız biz nihayetinde! Koluma saplamanız gerekmezdi iğneyi!” diye bağırarak hızlı adımlarla geçip gitti Furkan’ın yanından. Yüzünde masumane bir öfke ile yine güzellikler saçıyordu Furkan’ın kapalı şuuruna.

Adım adım ilerleyen kan verme sırasına ayak uydurmakta zorlanıyordu Furkan. Sıranın kendisine gelmesine az bir süre kaldığından kız koridorda bir bankta oturuyor Furkan ise kan verme odasına giriyordu. Hemşirenin kimseye kan alırken torpil yaparak acısız işlem uygulamadığını iğne koluna batar batmaz anladı Furkan. Erkekliğinden sebep bağırmadı, ses dahi çıkarmadı. Bol bol yutkundu sadece. İşlem bitince koluna koca pamuktan bir tampon koydu hemşire ve önündekini kovarcasına sıradakini çağırdı. Sallanarak çıktı Furkan odadan. Kan verme işlemi daha da yormuştu. Sallanarak yürüyordu beyaz koridorda. Dışarı çıkıp nihayet bir şeyler yemenin zamanı geldiğini düşünerek pozitif fikirlerden enerji üretimine başladı. Yeniden karşısına çıkan kız bu kez çok daha garip bir surat ifadesine bürünmüştü. Yüzü soluk haksizce oturduğu banka yığılmış bir haldeydi. Elinde tuttuğu kağıtlar usulca kayıp gitti mermer zemine. Vücudu da yere kapaklanacak gibi eğildi ardından. Durumu fark eden Furkan hemen yanına koştu kızın ve yerdeki kağıtları toplarken. “İyi misin?” diye sordu.

Kafası kaldırıp Furkan’ın yüzüne bakmaya bile hali olmayan kız “İyi değilim. Çok bitkin hissediyorum!” dedi sönük bir sesle.

Yardım etmek istiyordu Furkan. Az önce hayalini kurduğu gülümsemeler ve uzaktan kesişmeler yerini muhtaç bir insana duyulan acıma hissene dönük yardım etme isteğine bıraktı. “Tutun bana da kantine kadar gidelim. Orada bir şeyler yer ve kendine gelirsin.” dedi ve kızı yavaşça kaldırdı oturduğu banktan. Koluna girdi ve iki muhtaç kıvamında koridorlarda adım alıştılar kantine kadar beraber.

Meğerse, kendine gelmesi için bir lokma yiyecek yeterliymiş kızın. Bir lokma poça ve bir yudum kahve sonra dili çözüldü, bitmiş vücudu yeniden hareketlendi. Selen olan adını, hastaneden bulunuş amacını, hayata dair bir saat içinde kurulabilecek tüm cümleleri sarf ediverdi bir seferde. İlk kez suskunluğundan keyif alıyordu Furkan. Karşısındakinin komik konuşma tarzını takip etmek çok eğlenceliydi. Arada bir sohbetin yönünü belirleyen birkaç cümle kuruyordu o kadar. Hayatlarının en bunalım dolu gününde birbirleri sayesinde rahatlamayı başarmışlardı Selen ve Furkan.

Öğle tatilinin hemen ardından koşar adımlarla tahlil sonuçlarını aldılar beraberce. Çok anlıyormuş edası ile birbirlerinin kan değerlerinin olduğu tabloya bakıp espriler çıkardılar kısa bir zaman. Öğleden önce bitkin halde olan bu iki afacan koşarak gittiler doktorlarının polikliniklerine ve ilk sırayı kapmayı başardılar tahlil sonuçlarını gösterebilmek için. İçlerindeki haylaz tüm hastane zorluklarını ve uyumsuzluklarını yenmiş gibi neşe saçmaya çalışıyordu da etrafa, kimsenin bu neşeden gelen sıcaklığı fark edecek hali bile yoktu.

Doktorun odaya girişinin hemen ardından arkasındaki koca kalabalığın itiş kakışları ile odaya girdi Furkan. Doktor yine yüzüne bakmıyordu. Tekrar şikayetini sordu Furkan’a. Furkan konuşurken duvara, duvar Furkan’ın elinden aldığı sonuçlara bakıyordu ve daha Furkan cümlelerini bitirmeden ilaçları yazmaya koyuldu. “Karaciğerinde ufak bir yağlanma var. Alkol alıyorsan azalt. Zaten bu ilaçlar yüzünden bir hafta içemeyeceksin. Bir hafta sonra şikayetlerin sürerse gel ilaçlı film alalım.” dedi Furkan sustuğu anda.

Doktorun söylediklerinin belki de duyabileceği en uzun konuşma olacağını düşündü ve ansızın sinirlendi. Böyle bir muamele ile karşılaştığı için içinde biriken öfkesini taşırmadan sağlık karnesini ve sevkini alıp koşar adım çıktı dışarı. Diğer tüm hastalar gibi olmuştu ya hani: İnsan sağlığı bu kadar mı ucuz! İlla özele mi gitmek lazım!“ tabanlı feryatlarını saydırarak çıktı koridora. Böyle ansızın gelen moral bozuklularının sarstığı bünyeler gibi küfür etmek ve bağırmak geldi içinden. Kendini eyleme dökecekti ki tam, Selen göründü bir anda tam karşısında Furkan’ın ve sinir harbinin üçüncü perdesinin başlamadan kapanmasını sağlayan bir gülümseme vardı suratında. “Ne dedi doktor?” diye sordu sıcak ve samimi.

Çaktırmadan sakinleştiriyordu kendini Furkan. “Yağlanma varmış. İlaç verdi işe… Ya sana ne dedi?”

Gülmemek için kendini zor tutuyordu Selen. “Gaz varmış bende.” dedi sırıtan Munzur dudaklarının içinden.

Furkan’da gülümsemeye başladı. “E yani?”

“Sıkı bir osuruk her şeyi çözermiş buyurdular kendileri!” dedi Selen patlattı kahkahayı.

İnsanları rahatsız eden bir gülüşme faslının ardından hastane çıkışına kadar birlikte yürüdüler. El sıkıştılar arkadaşça. Gün içinde karşılıklı birbirlerine yaşattıkları iyilikler ve güzellikler için teşekkür ettiler. Birkaç adım sonra birbirlerine son kez el salladılar ayrı yönlerde kendi yolarına ilerlediler…

Hiç yorum yok: