5 Ekim 2009 Pazartesi

İstenilen Düzey

Bölüm 6: Son Popülasyona Mecburen Adaptasyon

Yalnız kalan insan ne yapar? Birçok şey değil mi? Hani en kötüsü bile olsa yapar. Gideceği yolun sonunu kestirmek işine dahi gelmez çünkü tek başına değildir artık. Son tutunduğu dal, denize düştüğünde sarıldığı yılan olabilir en nihayetinde. Ve yine aynı nihayetin kökündeki neticededir o dala uzanış, o yılana sarılış. Kimlik sormaz olur kişi. Bir hayvan ile yalnızlık paylaşmak çok ucuz bir yoldur. O yüzden karşısına çıkan ilk insan en iyi dost, ardından gelenler arkadaş, en geridekiler günlük selam kontenjanı… Yalnızlık bilinmeyen karanlık bir yola elinde bir ışık kümesi olmadan dalmak gibi değişik sonuçlar doğurabilir. O girilen karanlığın içinden bir daha çıkamayabilir insan. Ya da korkup geri de kaçabilir. Sonuç olarak, o karanlığa bir kez girmek adettendir onun için. Sırf beynine hükmeden merakı dindirmek için birkaç adım atar yalnız kişi. Eksilen bir yeri yoktur. Derken derin bir nefes alır karanlığın içine dalıverir. Kendine özel karanlığını bir başkasının karanlığıyla dindirmek ne kadar da enteresan.

İliklerinden öte, soğuk her yanını sarmış ve çoktan vücudunu uyuşturmuştu Furkan’ın. Bir haftayı aşkındır tek hayal kaynağı hastane günü tanıştığı Selen’di. Yolda, izde, mesai saatinde hep sorgusuz ve keyifli o günü hayal ediyordu. Cümlelerin ardını düşünmeden, ağzından çıkanları umursamadan ve gülmek için kendini tutmadan bir insan ile karşı karşıya oturmak ne kadar da müthişti. Bu gibi zamanların kıymeti bilinmeliydi. Şimdilik bir başkasını bulana kadar veya Selen ile tekrar karşılaşıncaya kadar yaşadıklarını sömürürcesine değil, inceden inceye keyif verircesine hikayeleştirmeliydi zihninde. Soğuk ve gri bir sabahta gamsız bir adam hastaneye düşmüş. Hayatından o kadar çok bezmiş ki hastalık bile bu bezginliğin gölgesinde kalmış. Bir kız görmüş bunca zaman gördüğü tüm kırmızılardan başka bir ton içinde. Kırmızının ardında kalmış soluk yüzü. Hani biri baksa bayrak der gülerdi bu güzelliğe… Böylemesine lafa giren bir sürü kurgu ve cümle içerisinde hep aynı diyaloglar olsa da, girişteki her farklılık başka bir güzellik katıyordu Furkan’ın yaşadıklarına.

Böylece ne üşüyordu ayazda, ne de hüzünlerine eskisi kadar batıyordu. Sürekli kederlere gark olduğu bu iskele köşesi bile eskisi kadar etkilemiyordu artık ruhunu. Böylesine güzel hayallemeler ne kadar sürerdi bilinmez ancak şimdiki zaman kalıplarında insanı dinginleştiren bir yapıya sahipti zihinde parladığı her an.

Aklında büyüttüğü tüm parlak cümleler bir adım ileriye gitmek istercesine sustular Furkan’ın soğuktan uyuşmuş omzunda sıcak bir karıncalanma hissettiği andan itibaren. Oturduğu yerden büzülmüş suratına gizlenen gözlerle baktı ardına düşen ışık yüzünden karanlıkta kalan yüze. Ancak kızıl saçlarından anlayabildi omzundaki elin sahibinin Selen olduğunu. İsmini sayıklayıp gülümsedi Furkan. Heyecanla ayağa kalktı ve artık daha da net olan o karanlık çehreye gülücükler saçabiliyordu.

“Yağlarını erittin sanırım!” dedi Selen, bir gözü Furkan’ın elinde sallanan şişede.

“O zaman sende feci osurdun ki sokaklardasın!” diye yanıtladı Furkan, gözleri yarı baygın bakan Selen’in gözlerinde.

Çakır keyif olduğu her halinden beliydi Selen’in. “Tabi oğlum! Dağları deldim ben bir osurukla!” dedi Selen ve kahkahalarla gülmeye başladılar karşılıklı.

Birbirlerinde bıraktıkları pozitif intibaının etkisi ile sarıldılar birbirlerine. Birisine sarılmak ne kadar da güzeldi. Furkan çok mutluydu uzun zamandan sonra ilk kez o gün. Bir başkasına sarılmanın, temas etmenin verdiği mutluluk vardı içinde. Şimdi daha rahat ve huzurlu hissediyordu. “Hadi ama gelin!” diye seslenen birkaç kişi böldü sarılma anını. O kadarcık bir an bile yüzdeki tebessüm oranını arttırmaya yetmişti. Seslerin geldiği yerde neredeyse her iskeleye gelişinde gördüğü o kalabalık ve gürültülü insan topluluğunun taa kendisiydi. Meğer hayat her akşam büyük bir gürültü eşliğinde yanı başından geçiyormuş da haberi yokmuş. Tesadüfün böylesine sadece gülünür ve anı stokuna eklenir diye düşündü Furkan ve kendini Selen’in ellerinde yeni kalabalığının içine bıraktı.

Gece boyu şaşıracaktı belli ki. Bu şehirde hep önünden geçtiği ve sadece gözünün bir ucuyla baktığı duvarların, kapıların ardında bir yeni bir sürü dünya varmış meğer. Bir tanesinde karar kılıp serildiler bir masanın etrafına birkaç bir sürü insan. Tanışma faslına geçildi hemen. Adil, Nurdan, Esra, Sinan… Gerisini aklında tutamadı Furkan. İleriki bir zamanda sorarak hatırlamayı tercih edip sohbetin kimlik bilgisi kısmına geçtiler. Bu yaşına neredeyse denk insan zümresi içinde ön lisan ve maaşlı bir hayatı olan tek kişiydi Furkan. Geri kalan herkes lisans eğitimi dahilinde aile maddiyatından geçinen öğrenci birliğiydi. İlk anda bir adım önde mi yoksa geride mi olduğunu düşündü. Sohbet ilerledikçe müzik zevklerinden, sosyal yaşam mantalitesine kadar bir çok farklılık içine düştüler. Bunca ayrım bir adım geriyi işaret etti Furkan için. Üzerindeki şeytan tüyüydü onu bu fikrinden kurtaran. Ve yine aynı tüy etrafında başka kimse olmadığından bu kalabalığa ayak uydurmasını kaşıyordu kulağına Furkan’ın. Çok rahat soyutlanabileceği bu ortamda sıcaklığı ile kalmayı başarıyordu. Elinde başka bir seçeneği olsa dakika durmaz çeker giderdi. İnsansız bir durumdaydı ki, yapması gerek kalmak ve uyum sağlamaktı. Cümlelerin kendisini kabullendirmeye yetmediği yerde ikinci büyük silahını devreye soktu. İlk içkileri kendi cebinden karşıladı ve herkesin göz bebeğinde sağlanma yakın bir yeri oldu. Bu hamlesi ile kendi devriminin de fitilini yakmış oldu…

Hiç yorum yok: