31 Ocak 2010 Pazar

İstenilen Düzey

Bölüm 10: Kontrolü Kaybetmek -1-

Er ya da geç insanın zihninde büyüttüğü her olay bir şekilde ve eksik dahi olsa karşısına çıkacaktır. Kişinin bilincinde canlılık verdiği her hayal çok istediği takdirde vücuda bürünür. Söz gelimi kişi o güne kadar hiç tatmadığı bir yiyeceğin hayalini kurar. Yaşadığı coğrafya da o yiyeceği tatması imkansızdır. Ancak sürekli dillendirilmeden, içten içe istediği o yiyecek ismi hayat enerjisi midir yoksa dünyaya beyin gücü ile mesaj göndermek midir bilinmez, hiç ummadığı bir anda tabağına düşebilir. Önemli olan sessizce ve sabırla o isteği beyinde tekrarlamaktır. Atlanmaması gereken tek unsur ise kontrolü kaybetmemektir. Yoksa o yiyecek her ne ise zehir olur.

“Ben yedi ayda çok değiştim. Eskiden bu yaşadıklarım bana çok uzaktı. Ben şimdi diğerleri dediklerim gibiydim. Ne bilirdim alternatif bir akım, ne de dinlerdim farklı bir müzik. Ömrümde hiç bu kadar kitap bile okumadım ben mesela. Herkesin geçtiği yollarda benim de ayak izlerim vardı. Şimdi bile bu söylediklerimin başka bir tasvirini yaşıyorum aslında. Düşünsene, gündüzleri devlet mesaisinde bir memur daha ne kadar bir başkası olabilir ki? Ne kadar çabalarsam çabalayayım benim olduğum yer belli. Sabitlerim, merkezim… Her şeyim ortada. Etrafındaki insanlara bir bak. İlk zamanlar etrafımdan ayrılmazlardı. Kimi dalga geçmek için, kimi farklı geldiğim için onlara. Şimdi kimse sallamıyor. Belki beni seviyorlardır ama benden çok şu ısmarladığım şarabı sevdikleri kesin. Böylesine saçma bir yalnızlık içindeyim ben Büşra. Selen beni ne kadar delirmek üzereyken kurtarsa da, yalnızlığımdan kurtaramadı. Aslında belki de bunun için bir işaret verdi bana. O işaret sensin. Bak Büşra; ben bu bilmediğim alem içinde bir başınayım hep. Ne zaman ki seni gördüm, sen güldün. İşte ben o zaman kendim için bir anlam buldum sanki. O anlam sensin. İşte bu yüzdendir ki ben senden çok hoşlanıyorum. Ve yine bu yüzdendir sana yalvarıyorum. Bir el at, beraber çıkalım birbirimizin yalnızlıklarından…”

Ardı ardına sıralı bunca cümlenin akabinde derin bir nefes aldı Furkan ve bir defada bitirdi şişede kalanı. Kendince şairane, dışarıdan bakan için ise acizlikti bu söyledikleri diye düşündü. Elindeki şişeyi tek savuruşta ancak birkaç karış uzağa atabildi. Gözlerini kısıp yüzüne dahi bakmayan Büşra’nın bir şeyler söylemesini bekledi. Ellerini üzerinde oturduğu deniz kumlarına gömdü. Heyecanı nefesinden anlaşılıyordu. Bu kadar acele etmenin meyvesi ne olacaktı bilmiyordu. Büşra’nın yere eğik ve bir türlü yukarı kalkmayan yüzü birçok olumsuz şeyin işareti gibiydi aslında. Suç işlemiş çocuklar gibi parmağıyla kumlar üzerinde anlamsız şekiller çiziyordu. “Bakmayacak mısın bana?” dedi Furkan umutsuzca. Cevap iki tarafa salladığı başıydı Büşra’nın. “Bir şey söylemeyecek misin peki?” dedi Furkan ilkinden daha umutsuz. Cevap yine aynıydı.

Ne düşündüğü, ne hissettiği belli değildi Büşra’nın. Saçları yüzünü kapattığı o mahcup anından beri hiçbir şey anlaşılmıyordu. Dalgalanan denizi izlemeye karar verdi Furkan. Uzun uzun baktı denize, yakamozu izledi. Alkolün etkisinden kafasını kaldıramadığını düşündü yakamoz sayesinde. Aklına en olumlu fikir olarak bu gelmişti o an. Hatta her an bu etki onu kusturabilirdi. Sessizlik sürdükçe içinde olumlu olan her şeyin Furkan’ı terk edişi hızlanıyordu. Kendini okkalı bir “hayır” cevabına hazırlamaya niyetlendi bu yüzden Furkan. İşin en sinir bozucu tarafı ise, o “hayır” cevabının da bir türlü gelmediği lanet sessizliğin giderek daha fazla baş ağrıtmasıydı.

Bir uğultu gibi geldi cevap. “Olmaz…”

Ne kadar hazırlasa da kendini o kısacık sürede Furkan, aldığı cevabın yüzünü düşürmemesi imkansızdı zaten. Bakmaya lüzum dahi görmeden Büşra’ya “Neden peki?” diye sordu.

“Ben seni hiç o gözle görmedim çünkü.” dedi Büşra. Kumlarla oynuyordu. “sen benim için bu kumsaldaki kumlar gibisin. Eğer seni sevgilim gibi görseydim bu kumların gün geçtikçe tükendiğine şahit olurdum. Hep öyle oldu hayatımda zaten. Ama sen öyle değilsin. Hep daha fazlasın. Eğer bozulursa bu denge hem sen hem de ben zarar görürüz. Üzülmeni istemem ama…”

Öyle bir anda göz göze geldiler ki, Büşra’nın söyleyeceği sözler boğazına düğümlendi bir anda. Gözlerinin birleştiği hizada sadece Furkan vardı cümlelere hakim. “Üzülmememi ne kadar istesen de imkansız bu. Bu konuşmadan sonra sende üzüleceksin belki de. Ama iki gün sonra ne olacak… Hayrı ise hayırdır. Söyleyecek bir şeyim yok. Artık yapacağımız son şey son bir sarılış ve sessizce uzaklaşış birbirimizden. Çünkü bundan sonrasını ben kaldırabileceğimi sanmıyorum.” dedi Furkan kendinden dahi beklemediği bir olgunlukla.

Kısa süre bakıştıktan sonra sarıldılar birbirlerine gözleri kapalı. Olmayacak şeydi bu Furkan’ın yaptığı. Saçma sapan bir acı deneyimi edinmekti aklındaki. Anladı ki, aslında Büşra’da ona karşı bir şeyler hissediyordu. Ancak neden ve nasıl çekiniyorsa uzak durmak istiyordu Furkan’dan. Heyecandan titreyen bedenini hissediyordu Büşra’nın. Yine de kurcalayıp üstüne gitmek istemiyordu. Gözlerini açıp anın ızdırabından kurtarmak için kendini tam karşısındaki Selen’e baktı. Yüzünde şaşkın bir ifade ile denizden tarafa dönmüş bir şeyler izliyor gibiydi. Anlamak için Selen baktığı yöne çevirdi gözlerini. Baktığı yerde Adil’in üzerine abanmış bir Nazan ve kaçacak yeri kalmamış, sadece çırpınan bir Adil vardı.

1 yorum:

Burcu Yılmaz dedi ki...

Seni böcek ezmesi! Bu iğrenç yazılarını koyacak başka yer bulamadın mı? Bence sen bu hezeyanlarını git de günlüğüne yaz!
İçten kötülüklerimle,
B.