9 Ağustos 2010 Pazartesi

geri dönüş

şimdi sanırım on altıncı defa silip baştan yazıyorum. karar verdiğimse yazacaklarımın bir hikaye olamsmasıdır. zamansız patlarken fikirler beynimde kontrolü elimde tutmakta zorlanıyorum. gerçek üstü saçmalamaktansa dedim kendi kendime, gayet ciddi hiç bir şey anlatamamayı tercih ederim dedim ve yine, hatta yine, olmadık yere ve yine yazmaya başladım.

şehirler geçiyor gözlerimin önünden. sayamadığım kadar çok ancak sokakları çok kolay çözülebilen şehirler. bir gittiğim yeri ertesi gün tek başıma bulabildiğim yeşil ama makine gürültülü yerler hatırlıyorum. oralardayken ne garip huzurluyum. geri döndüklerimi hatırlıyorum. her seferinda daha büyük bir hiçe kucak açar gibi dönüşlerim var benim. yollardan, izlerden öyle bir geri dönerim ki ben, her dönüşün manasızlığı sizi yeni bir şoka sürükleyemez bile. ben yolların sefiri filan değilim. etrafımı fazla seyrediyorum, nistagmus sağolsun...

hatta nistagmus yüzünden ben kolay kolay bakamadım innsanların yüzüne, gözlerinin içine. samimiyetsilkle suçlandım bu yüzden. sevdiğim her kadın benden uzak durdu hatta. sebebi açık... kimsenin gözlerinin içine bakamıyordum fizyolujik bir nedenden ötürü. bugünki yazma denemelerimin birinde buna benzer bir kaç cümle kurmak istedim hatta. bizim işimiz fizyoloji ile değildi, ruh ileydi. nistagmus filan hikaye idi yani. kaynayabildiğin kadar inasan kaynadın mı yavrum sen bana ondan haber ver önce!.. gözlerimi ellerime diktim, bakmakta zorlanıyorum...

bir balıkçı kasabasında bir buçuk yıldır yaşıyorum. deniz insanı hakikaten rahatlatıyor. insanlar birbirlerinin yatağına girmek hususunda çok rahatlar. ben başkalarını koynuma almak hususunda cüretkarım. başkaları yalanları ip gibi sıralamakta ısrarcı. ben bunca yalana dolanırken korkak ve kaçmak isteyen. arkama bile bakmadan kaybolup gitmeliyim buralardan. çünkü içine düştükçe bir dolu şehvet dolu yalanın benliğini kaybediyor insan. ben bildiklerimden korkuyorum...

yüksek tavana bakarken elimde bir kamera vardı ve dört çaprazımdan göğe yükselen maytaplar. önümde birileri dans ediyordu ve ben onları unutup tavana baktım. öyle bir andı ki o ne insanları hatırlıyorum ne çalan müziği. bir anda kaybolup gitti varolan her şey. bir ben, bir tavan, dört çaprazımdan göğe yükselen maytaplar ve kamera... kendimi böyle bir anda dünyadan soyutlamak deneyimi başıma ilk defa geliyordu o gün. seslerin ve insanların silinip gittiği o eşsiz anda ben inanması güç bir şekilde çok mutluydum. tavandaki o sarıı renkli mat görüntü benmim umudum olmalıydı. netekim bir kaç gün sonra da öyle oldu. tavandaki ışık şimdi yeri göğü aydınlatıyor. ortalık biraz mat ama idare ediyoruz.

ben bavullarımı toplarken günlerden hep cuma. ben bir yerlerden bir yerlere hep cuma günleri gitmişim meğer. ömrümde saydığım 112 cuma var. 112 cumadır ben hep göç halindeyim. siz bana bakarken uzaktan umursamazca, ben kendi hayatımı sıkıştırıp kolilerine, kimseye fazla belli etmeden ve çaktırmadan gizlenip kapı ardlarına, sinsi bir düşman gibi geliyorum hayattan kalan intikamımı almaya. üstelik bu çok uzak bir gelecekte değil, pek yakında...

otuz üç kilometre göçünün ardından 140 kilometre tepip dönüyorum asıl hayatıma...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

selam, adresim değişti, müstesna işler artık şurada:

http://mustesnaisler.blogspot.com/

tenk yu