26 Ocak 2010 Salı

Var Olanın Adamsızlığı

Ağzı çürük elma gibi kokuyor. Durmadan, hiç durmadan bir şeyler anlatıyordu kadına, kadının gözlerinin ta içine bakarak. Kadınsa adamın ağzından çıkan her lafı diğerleriyle birleştirerek koca bir uğultu olarak işitiyor ve konuşan birinin dudaklarına bakan diğer insanlardan farklı olarak hem adamı dinlemiyor hem de dudaklarından çıkacak kelimeleri beklemiyordu.


Ağzı çürük elma gibi kokuyor ve kadın adamın gözlerine bakıyordu. Korkutucu büyüklükte gözleri vardı. Bazen, anlattığı şeylerin heyecan vericiliğinden olsa gerek daha da büyüyordu gözleri. Kadın adamın gözlerinde bir şeyler bulmaya çalışıyordu sanki. Hep böyle mi bakardı gözleri? Yoksa şimdi, şu anda hayatı boyunca hiç bakmadığı kadar güzel ya da çirkin mi bakıyordu?


Adamın gözbebeklerinde kendini gördü. Çiseleyen yağmurda saçları yavaş yavaş etkilenerek baya ıslanmış olmalıydı ki, adamın gözlerinde baktığı kendini hiç beğenmedi. Hemen o anda kalkıp gitmek istedi masadan. Onun için önemliydi adamın bakan gözlerinden kendisini güzel görmesi.


Doğruca oturdukları çay bahçesinin tuvaletine gitti. İlk yaptığı iş saçına çeki düzen vermek oldu. Sonra aynada uzun uzun kendine bakmak. Bu kez adamın gözlerine bakar gibi kendi gözlerine baktı. Adam için düşündüklerini kendi için düşündü. Peki ya o, daha önce de böyle mi, bu gözlerle mi bakmıştı dünyaya. Yok olamazdı. Hiç görmediği kadar güzeldi sanki bu kez gözleri. Korkutmuştu kadını gözlerinin güzelliği. Ya adamınkiler nasıldı? Bilemezdi ki. Daha önce hiç görmemişti ki adamı, gözleri hakkında yorum yapabilsin. Acı vericiydi bu durum, biraz da gizemli. O yüzden değil miydi ki zaten, adamın ağzı çürük elma gibi kokarken onun inatla, ağzında kocaman bir tebessümle belki anlattıklarının bir yerine denk gelir diye adamın gözlerinin ta içine içine bakması.


Kadın birden ne kadardır ayna karşısında kendini ve adamı düşündüğünü düşündü. Kafasından hızlıca neler düşündüğünü geçirdi ve ortalama olarak bu düşündüklerinin kaç dakika sürebileceğini hesap etti. Korkulacak kadar çok dakika olamazdı. Sakin olmalıydı. Aynaya, yüzüne, gözlerine son bir kez bakıp sakince tuvaletten çıktı.


Adam kadın tuvaletteyken çay bahçesinin yağmur düşmeyen bir yerine geçmişti. Kadının eşyalarını da özenle yeni masanın bir sandalyesine yerleştirmişti. Kibar bir adamdı bu adam aynı zamanda. Hoşuna gitmişti. Ona mı özeldi yoksa her çay içtiği kadına da böyle kibarlıklar yapar mıydı? Yüzü ekşidi birden, güzel bakan gözleri bu kez sinir ve hüzünle bakıyordu. Sinir ve hüzün karışık bakışlar ne acayip oluyordu.


Adam on dakika öncesinin aksine şiddetle susuyordu. Bu kez o bakıyordu kadının gözlerine, yiyecek gibi bakıyordu tabiri bu romantik ortam için fazla kaba olmalıydı. Kadının onun gözlerinde aradığı şeyi adam da sanki kadınınkilerde arıyordu. Öyle bir bakıştı bu.


Adam ortalarda dolaşan garsona havada salladığı eliyle birtakım hareketler yaparak sipariş vermiş olmalıydı ki iki dakika olmadan masaya iki çay gelmişti. Garson bardakları masaya özenle yerleştirirken adam dünyayı olmasa da kendisini kurtarmış bir adam edasıyla geriniyordu. Altı üstü masasındaki bir kadına çay ısmarlamıştı hâlbuki. Kadınsa adamın gözlerindeki o şeyi aramayı bırakmış bu kez adamın beden dilini kullanışına takmıştı. Çok sertti adamın bedenini kullanışı. Sinirlenince daha da fena olur diye düşündü kadın. Tartışmaya hiç gelmez böyle adamlar. Dur bakalım, daha fol yok yumurta yok; doğmamış çocuğa don biçiyorsun dedi kadın kendine düşünürken. Bir yandan da yüzü garip şekillere bulandığından olsa gerek, adam suskunluğunu bozup kadına:

“Ne düşünüyorsun?” diye sordu.

“Şey,… Geç oldu sanki kalksak mı artık?” dedi kadın.

“?...”

“Aaa şey, kusura bakma. Tabi benim için geç oldu demek istedim. Yapacak çok işim var daha. Kalksam iyi olur. Sen oturabilirsin tabi ki, benimle kalkmak zorunda değilsin…

“Tamam, sakin ol. Haklısın çok geç oldu. Zamanın nasıl geçtiğini fark etmedim ben de. Hesabı ödeyip geliyorum hemen. " dedi adam gülümseyerek.


Kadın hesap konusunda hiç ısrarcı olmadan tebessümle karşılık verdi adamın söylediklerine. Biraz önce ne demişti o? Zamanın nasıl geçtiğini fark etmedim ben de. Benimle ilgisi var mıydı? Kesin vardı. Ya da basit bir cümleydi işte. Üzerine bu kadar düşünmeye ne gerek vardı? Kendi kendisini hasta etmekten öteye gitmiyordu böyle davrandıkça. İyice yorulmuştu artık kendisiyle sürekli bir çatışma halinde olmaktan. Yıllara meydan okuyamamıştı ne yazık ki içindeki kendileri.


Adam, “Hazırlanmamışsın. Daha oturmaya gönlün var herhalde?” dedi. Kadın kendisine öyle dalmıştı ki, fark etmedi bile adamı.


Kadın apar topar eşyalarını sırtına geçirirken bir yandan da adam gülümseyerek kadını izliyordu. Kadınlar bir sinirliyken bir de telaşlıyken güzeldi ona göre. Telaş kadını kadın yapan en önemli unsurdu onca. Adam da fırsattan istifade anın keyfini çıkarıyor, kadını izledikçe onu daha da heyecanlandırıyor ve bu da adamı daha da keyiflendiriyordu. Neyse ki kadın sonunda bütün eşyalarını toparlamayı başarmıştı da bu kısır döngü çabuk sona ermişti.


Çay bahçesinden çıktılar ve yolun solundan yürümeye devam ettiler. İkisi de birbirinin nereye gideceğinden habersiz tek kelime etmeden sadece yürüyorlardı.


Kadın… Kadın nereye gittiğinden habersizdi. Adamın avuçlarındaydı onun dizginleri. Bu da zaaflarından biriydi işte kadının. Ne yapacaktı kendisiyle bilmiyordu hiç? Gençliğinde başına gelenlerden sonra hala hiçbir şey sormadan, sorgulamadan nasıl da cesaret edebiliyordu tekrar canının yanmasına. Canı kendi canı değildi artık onun. Başkasının olmuştu o çok zaman önce. O yüzden duyarsızlaşmıştı bu kadar belki. Adam ara sıra kadının düşünceli yüzüne bakıyor, kadın fark etmediği halde ona sıcak bir tebessümle karşılık veriyordu. Kadınsa yıllar önce canını nerede, kime teslim ettiğini düşünüyordu. Yerin, zamanın, kişinin ne anlamı vardı ki? Bugün, şimdi, şu anda, bu adamın yanında onu derin düşüncelere gark eden adam ve onun aşkı değil miydi bu? Ne önemi vardı tanıştıkları ilk gün üzerinde ne olduğunun? Ne önemi vardı saçının, kılının, yününün renginin? O biliyordu. Kadın her şeyi biliyordu ve bile bile gidiyordu arzu ettiği şeye. Kendisini hiçbir zaman mutlu etmeyeceğini bildiği ama yine de arzuladığı yere, arzuladığı adama.


Belli ki sahile doğru gidiyorlardı. Kadın adam sormadıkça hiçbir şey söylemiyordu. Adam da çok soru soruyor sayılmazdı. Adam ağzı hala çürük elma gibi kokarken yine bir şeyler anlatmaya başladı ve kadın yine dinlemiyordu onu, gözlerine de bakmıyordu bu kez. Daha doğrusu bakamıyordu.


Kimdi bu adam? Neden onunla bu saatte birlikte yürüyorlardı , nereye gidiyorlardı ve bu adam ne anlatıyordu? Kadını bu adama teslim eden şeyin içindeki iksir neydi?


Sorduğu hiçbir sorunun cevabını öğrenmek istemiyordu kadın. Dinlemek de istemiyordu hiçbir şey. Yorulmuştu yıllarca birilerini dinliyor olmaktan hatta çokça da konuşuyor olmaktan.


Yol bitmişti. Ayın ışıltısı adamın yüzünü, sonra da gözlerini aydınlatıyordu. Bir süre öylece birbirlerine baktılar. Kadının yüzünde şefkat vardı. Sıcacık, şefkat. Ve yine adamın gözlerine hapsetmişti gözlerini.


Kendini hapsettiği gözlerden kurtardığında, adamın sıcacık ellerini avuçlarına alıp seni seviyorum, affet dedi ve arkasını dönüp gitti.


Aradığını bulmuş olmanın sevinciyle ve gururuyla bir kez olsun arkasına bakmayı düşünmedi.


Ama adam koştu kadının ardından. Kolundan tutup çevirdi kendine, baktı kadının gözlerine. Kadın dayanamazdı ki adamın ona bakan gözlerine. Ama adam nerden bilsindi. İkisinin de birbirlerine bakmaya doyamadıkları gözlerinden birer damla yaş geldi. Kadın başını adamın göğsüne gömdü, adam kadını kolarının arasına aldı. İkisinin de o an tek bildiği, hiçbir zaman mutlu olmayacaklarıydı. Adam kadının kulaklarına fısıldadı:


Kim istemez mutlu olmayı


Ama mutsuzluğa da var mısın?


...


Ağzı çürük elma gibi kokuyor. Durmadan, hiç durmadan bir şeyler anlatıyordu kadına, kadının gözlerinin ta içine bakarak. Kadınsa adamın ağzından çıkan her lafı diğerleriyle birleştirerek koca bir uğultu olarak işitiyor ve konuşan birinin dudaklarına bakan diğer insanlardan farklı olarak hem adamı dinlemiyor hem de dudaklarından çıkacak kelimeleri beklemiyordu.


Özür dilerim.


Özür diler.


Özür dil..


Özür di


Özür


Özür


Öz.

1 yorum:

transkripsion dedi ki...

alkış...

daha iyilerine!...