23 Haziran 2010 Çarşamba

Jazz

O geceyi hatırlıyorum.

İçtiğimizin rengi sarıydı ama portakal suyu değildi. Ama yine de suyuydu. Tadı fena değildi, ama pahalıydı. İçtikçe içesimiz geliyor ve kafayı bulmak için aynı zamanda müziğe ihtiyaç duyuyorduk. Sarı içkimiz midemizi doyuruyordu ama müzik ruhumuzu değil.
Başka açlıklarımız da vardı. Ben, birkaç gün sonra bulduğunu sandın.

Sen bulamadığımı ve bulamayacığımı biliyordum. Sen bulunamazı arzulamıştım hep. Bulmak sana göre değildi. Senin amacım daha ziyade aramaktı. Sen aramaya inanıyordum ama bulmaya değil.

Ayaklarımız çıplaktı, çünkü öyle istemiştik. İstemiştik ama beraber istemedik. Herkes kendisi istedi. Ama kimse için değil, kendisi için bile değil... Sadece istedi. Bu isteklerin tümü "İstedik." oldu.

Başka şeyler de istedik sanıyorum. Kırmızı bir ruj olabilir meselâ... Ya da kırmızı bir krampon. Belki de siyah hasır bir şapka. Kimi zaman da yalnızca siyah bir rimel.

Elde edilenler genelde siyah birer damla gözyaşı...

Siyahın bu kadar net görülmesinin nedeni gözlerimizin ışığa duyarsız olması. Bakamıyoruz ışığa. ışığa değil, ışıkla bakmaya bile bakamıyoruz. Ben senin baktığım yerde olmuyorsun. Benim baktığın hiçbir yer beni göstermiyor sana. Çünkü sen bir tek yere bakamıyorum. Sen hep her yere bakıyorum. Sen hep her yerden yara alıyorum. Hep alıyorum yara, hep arıyorum ama ne?!

Üşüyorum ama seni değil.

Özlüyorum da seni kimi zaman. Herhangi bir umudum olmamasına rağmen. Karanlığımı daha da karart istiyorum. Ama sen varken karanlıklar çok aydınlık. Bakamıyorum, göremiyorum ki bakayım. Hem nasıl? 

Gözlerim yok ki benim.

Hiç yorum yok: