13 Haziran 2010 Pazar

Yanımdaki Çirkin

Bölüm 2: Hayat Pembe Bir Elbise

Bugün her zamankinden daha yorgun ve her zamankinden daha alaka bekler bir halde girişti mutfak temizliğine. Hayat onu duygusal ve insaniyetliği sanarak evlendiği bir adamın pençesinde günlerini geçirmesi için Adnan’ın lokantasında kimi zaman garson, kimi zaman bulaşıkçı ve çoğu zaman temizlikçi yapmıştı. Kendisi ise bütün bunları olabilmek için sadece sunulan fırsatları tepti. Ortalama bir eğitim ve bunun doğrultusunda daha makul bir iş, şimdikinden daha sağlam karakterli bir koca sahibi olabilirdi pek tabi. Ancak o önceleri ne sattığı meçhul bir ticaret işi ile uğraşan, heyecanı ve tatlı kaçamakları seven bir lümpen ile evlenip, gün geçtikçe beyninde yarattığı hayat standartlarından uzaklaşan, kocasının apartman kapıcısı olabilecek kadar elindekileri kaybettiği ve sadece madden değil duygusal açıdan da çöküntülerle dolu bir hayatı seçti. Şimdi sağ elinde bir bez, sol elinde püskürtmeli bir temizlik malzemesi ile tezgah temizliyordu. Düşüncelerinin, isteklerinin ve niyet ettiklerinin tam aksinde, umutlarının tükendiği her anı göz altı torbası yapıp güzelliğine yazık ediyordu.

Hiçbir şey düşünmeden uzaklara dalabilen nadir insanlardandı. Bu yüzden mutfak kapısının açılıp ta ”Müjgan abla!” diye bağıran sesten korkmaması içten bile değildi. Adnan’ın yenilikçi kızı kapıdan seslenmişti. Yerinden zıpladı ve kapıya döndü yünü. “Allah belanı vermesin İclal! Ödümü kopardın.” dedi.

Yüzünde güller açıyordu İclal’in. Birkaç adımda Müjgan ile aralarındaki mesafeyi tüketip özür dilemek babında sarıldı. “Kusura bakma ablacığım ya! Korkutmak istemedim.” dedi.

Bu kadarcık ilgi bile Müjgan’ın mutlu olmasını tetiklemeye yetti. “Dur deli kız. Temizlik yapıyorum deterjan bulaşmasın üzerine.” diyerek uzaklaştırdı İclal’i. Aralarındaki mesafe az da olsa açılınca Müjgan İclal’in giydiği pembe elbiseyi fark etti. Evlenmeden önce Müjgan’da böyle elbiseler ile giderdi sevgilisine. Hafif kısa giyinirdi ki oynaşması kolay olsun. Daha çok o papatya desenli kolsuz elbisesi ile çıkardı karşısına sevgilisinin. “Her sevişmemizde hep o elbiseyi çıkarmak isterdi benden. O elbisem üzerindeyken şair olur şiirler döktürürdü adıma. Ne kadar sevecendi evlenmeden önce…” diye geçirdi içinden. Elbiseye alıcı gözü ile bakıp gülümsedi. “Ne kadar güzel bu elbise. Hayırdır akşam bir randevun mu var?” diye sordu.

Utanır gibi oldu İclal. Gülümseyerek “Evet!” dedi.

O anda anladı Müjgan biri ile randevusu olduğunu. Öyle ki; İclal’in kullandığı parfüm en kadınsı ve içine sıvı şehvet doldurulmuş olanındandı. Kokladıkça hatırlıyordu. “Bana doğum günümde bir parfüm almıştı. Ertesi gün sıkındım. Kendime özen göstermediğim halde o gün kaç kişi laf atmıştı bana. Çok kıskanmıştı beni. Sadece onun için sıkmamı istedi benden parfümü. Bu zamana kadar en azından hiç kaba olmadı. Hiç bağırıp çağırmadı. Fiske dahi vurmayı denemedi. Ama ruhu buna rağmen öldü. Birazcık ilgi için dayak bile yiyebilir miyim acaba ondan?” diye düşündü. Suskunluklarının arasının giderek açıldığını fark etti. “Bu gülümsemeyi ben biliyorum. Kiminle buluşacaksın kız çabuk söyle!”

Ağzı kulaklarına vardı İclal’in. Hani var ya…” derken kapının sesi duyuldu. Açılan kapıdan içeri Adnan girdi. Konuyu değiştirir gibi “Baba. Sana baktım az evvel neredeydin?” diye sordu ve yanına gidip sarıldı.

“Babam bana hep iyi kötü bir eğitim alıp daha düzgün bir hayat sürmemi söylerdi. O zamanlar daha düzgün hayatın ne olduğunu bilmiyordum ben. Düzgün hayat babamın bana verdiklerinden ibaretti zaten. Onun elinden çıkanlar ile bir sevgilim vardı, her ikisi beni yeterince mutlu ediyordu. İlerisi için hiç kafa yormadım ki ben…”

“Dışarıda işim vardı kızım.” dedi Adnan. Kapıdan girdiği andan itibaren gözü kızının giydiği o pembe elbisedeydi. “Bu akşam neden bu kadar iddialı bir kıyafet var üzerinizde küçük hanım?” diye sordu.

Tereddütsüz “Bu akşam okulun mezunlarından bu şehirde yaşayanlar bir araya geleceğiz de ondan.” dedi tek nefeste İclal.

“Böyle bir buluşmaya neden baloya gider gibi gidiyorsun peki?”

“Çünkü babacığım bu buluşma hani şu Aksoylar balık Lokantası var ya işte orada olacak.”

Gülümsedi Adnan. “Senin orada yemek yiyecek kadar paran var mı peki?”

“Daha iyisi var… Bana istediğimde nakit yardımı sağlayabilecek bir baba.”

Gönlünü çaldırmıştı kızına Adnan. “Sen sakın bir kızın olursa ona ne işletme okut, ne de böyle pahalı yerlere gitmeyi isteyeceği kadar iyi davran.” dedi Müjgan’a dönüp.

Bir şey söylemedi Müjgan. “Babamı çok kolay kandırırdım. Her seferinde ona gittiğimi anlamazdı. O zamanlar evlenmemize neden karşı çıktı anlamadım. Biz kötü bir şey yapmamıştık. Anlamıştı bu hale geleceğimizi. Bu güne kadar ona hiç kötü davranmadı. Beceriksizliğini hiç hatırlatmadı benim hatırıma. Babam benim! Her karşılaştığımızda üzgün bakar bana. Eğer istesem geri dönmek acaba kabul eder mi beni?..” diye geçiriyordu aklından mutfaktan çıkan Adnan ve İclal’i izlerken.

Yeteri kadar mutlu aile tablosu izlemiş olacaktı ki, kendini yeniden kadınsal isteklerinin pençesine bıraktı. Birkaç yıl önce kocasının rafa kaldırdığı romantizmi hatırladı. Ay ışıkları, yakamozlar, araba kaçamakları ve daha niceleri. Kocasıyla alakalı tüm geçmişi zihninde parlayıverdi bir anda. Sevgi dolu bakışları ve sıcak gülümsemeleri bir daha nasıl elde edebileceğini düşündü. Hayatının bu denli sıradan ve bu sıradanlığın artışı ile gittikçe çığırından çıkan bir hal alışını durdurabilmenin bir yolu olmalıydı.

“İclal’in n kadar güzel bir elbisesi vardı. Beni o pembeler içinde görse ne yapardı acaba? Şarabı severdi o. Hala içmek ister ama paradan dem vurur. Eve giderken şarap alsam, çaktırmadan girsem eve, pratik bir iki parça yemek hazırlasam, hatta buradan götürsem. Öyle ya, Adnan bey israftan hoşlanmaz, burada bozulacağına evinizde meze olsun der. Soğuk mezelerden alsam. üstüne de şarap! Sonra giyinsem onun için. Dekoltemi bol tutsam mesela. Eve gidince kesin uyuyakalır o televizyonun başında. Ama zorla da olsa uyandıracağım onu. Hayattan bezmiş hallerinden sıyrılmalı birazcık canım! Sofraya otursak. Yemeğimizi yesek. Eski günlerdeki gibi. Kollarımı masanın üstünde birleştirip göğüslerimi üstüne dayasam. Göğüslerime bayılırdı o. Bekli o iktidarsız hallerinden kurtulur. Ne olur bu gece sevişse benimle! Artık bir şey için herhangi bir tepki verse! Susmasa, korkuyor gibi bir tarafa çekilmese. Ne olur ya beni bir kere olsun görse üç yılın ardından!..”

Büyüdükçe hayalleri feryatlar savruluyordu sanki her yana o hayallerin içinden. Bir saate yakın kurdukça kurdu beyninde. Emin olmadığı için hiçbir şeyden aramak istedi kocasını. Telefonu açan yine aynı bezgin adamdı ve “Ne var!” dedi sanki azarlar gibi.

Alışkındı bu ses tonuna Müjgan. “Öylesine aramak istedim.” dedi çekingen.

“Madem aradın iyi oldu. Gelirken bana sigara getir.”

“Peki ya başka?” diye sordu Müjgan. Hayallerinin içine diliyordu o anda ve morali sorusuna alamadığı cevapla daha da bozuluyordu. “Vay Salih bey!” diye mırıldandığını duydu kocasının ve beklemeden “bana cevap vermeyecek misin?” dedi öfkesine kendisini kaptırarak.

“Pembe giyinmiş bir kadın Salih beyin ziline bastı.” dedi.

“Peki!” diyip kapattı telefonu Müjgan. Kocasında bir şekilde de olsa hayat belirtisi vardı şu anda. Bir başkasını beğenmişti evet ve bu onun hormonlarının hala ölmediğini gösteriyordu. Kıskanması gerektiği yerde sevinmesi ne kadar ilginçti. Bir anda hayalini kurduğu her şeyi yapmaya karar verdi. Önce içinden o pembe elbiseli kadına teşekkür etti ve sabahı vuracak gecesi için hazırlanmaya başladı.

Hiç yorum yok: