13 Ekim 2008 Pazartesi

fark etmek...

balkan müziği nidaları ile cümlelerime başlarken, kendimi yeşil mi yeşil bulgaristan topraklarımda kendi halinde ve sadece hayvancılık ile geçinen, örfü ve adeti osmanlı zamanından kalma, müslüman olduğunu unutmaya yüz tutmuş bir gurup zoraki rumen çingenesi içinde, topraklarının uzaklığına bir minibüsü ölçü alarak değer biçen ve böyle bir cehalet senfonisi dahilinde farklı bir tat olarak hissediyorum. matematiksel müzikte yeni tınılar arar gibiyim. buna bir çeşit çıkış yolu bulma veya saplantıları yenme isteği de diyebilirim aslında. günün bu öğlen saatinde, kahvaltısını tünaydın ışıması ile yapmış biri olarak söyleyebilirim ki; sanırım günün içindeki tüm hafıza silme faaliyetleri çok zor geçecek.

"bugün hiç olmadığı kadar gam dolu idi "iki gözüm". bugün hiç olmadığı kadar sessiz ve sinir bozucuydu şehir. ilk anda aradıklarımı bulamayacağımı sandım. sonra bir eksikle hazır olduğunu öğrendim kadronun. gittim, gördüm... anladım nihayetinde; bugün akışkandı iki gözün..."

evden çıkmamanın internette beyin çürütmekten daha başka diyetleri de olacağını az çok tahmin ediyordum. mütemadiyen ev işi yapmalıydım. gün boyu balkan ezgileri eşliğinde gemi batırmaca oynayamazdım. en azından annem buna pek müsamma göstermeyecekti. zaten benim odamda öyle kara kuru insan çaresizliğinde oturuşumun ona batacak bir anı olacaktı. ev işi yapmam hususunda semra teyze tonlaması ile uyarıldım. tüm bunları hayra yormak gerek. bugün ben bir garip çingeneyim. cahilim ve henüz ölçü birimlerinin temelinde metrenin olduğunu fark edememişim. hatta sanırım karnım aç ve ben yemek için çalışmak zorıundayım. isteğim ise, bugün diğerlerinden farklı bir sahada çalışmak. bunun için yüce patron anneme mecburum. derken müzik değişiyor. annemin şefkatine kendimi bırakışım ile gerçek dünyanın arabesk tonları çarpıyor kulağıma. orhan baba bir yandan söylüyor, ben diğer taraftan itaat ediyorum. inanmak istiyorum annemim beni anlamasa da anladığın farz edip beni uyaladığına.

"iki bira söyledim. iki arpa suyu eşliğinde önce gözyaşlarının dinmesini bekledim. sonra geride kalan insanlar için ağlayışını izledim. o anlarda ne hikmetse sustum. içimden gelmedi ne teselli etmek, ne de umuda dair cümleler kurmak. öyle ya, sen bir çok şeyi biliyordu.n insanlar söylemeden farkına varıp direk kendin kuruyordun cümleleri. rahat kelime oyunları yapmak yasak gibiydi senin yanında. sen biranı içiyordun, her yudumda bir damla yaş karışıyordu kenarı çatlak bardağına. sen konuşuyordun, sen konuştukça ben sabır küpüme sığdırabileceklerimi hesap ediyordum. tepki vermeye ihtiyacım vardı. veremiyordum..."

artık bundan eminim ki; elektrik süpürgelerinden nefret ediyorum. bu gürlütüde müzik sesi duyulmuyor. uzun zamandır yere eğilmemişlik başımı döndürüyor. bünyemin yaşlanma belirtilerinin bu yaşta kendini belli etmesi benim suçum!.. bu gürültü beni uyuşturmaya başlıyor sonra. şuursuzca geziyorum halıların üzerinde. kendimi kaybediyorum besbelli. öğle yemeğini garantiliyorum aslında. kendimi ayakta tutmak için bu yalanı söylüyor olabilirim de aslında. çünkü haddinden fazla güçsüz ve muhtaç hissediyorum kendimi o an. çingene çocuk öldü, gerçek ben geri döndüğünde buna sebep "sustukların büyür içinde" olduğunu fark ediyorum. kendimi mi kandırıyorum ne?

"kendimi nereye koymalıyım diye düşünüyorum. somut çözümler arıyorum önce. yan masa, bar... saçma bunlar ve bu yüzden soyut çözümler üretmeliyim. zira bitirmeye başlıyorum sabırımı ağlarken sana dokunmamı engellediğinden bu yana. kendime yerlerden yer beğenemedim. kalbine giremediğim açık. ruhunda bir boşluk arıyorum. yine yok. kalkıp gitmeyi düşünüyorum, bırakamıyorum. hani süper kahramanım ya ben bir çok defadır. kendine zarar terzi gibiyim şu anda. derken hiç lüzumsuz birinin ismi dökülüyor ağzından. hani bizden biri de değil, o kadar gereksiz ve saçma bir isim. hasretlerini dindirmeyeceğni bile bile söyledin o eş anlamlı ismi. ben ise aradığım açığı bulmuş gibiydim. yine de o boşluğun büyümesini bekledim. bekledim ve sanırım bir kez daga kendimi kaptırdım başka bir insana kırk yılın ardından..."

anlam veremediğim bir björk şarkısı çalıyor fonda ve ben fasulye ayıklıyorum. baş ağrılarım hafiflemiş gibi. acaba kaç kişi benim şu anki durumuma düşmüştür. björk çalıyor ve ben fasulye ayıklıyorum... dünü unutmak için daha makul bir yöntem olamazdı. halime gülüyorum, annem soruyor, anlatıyorum, anlamıyor ve ben yeniden gülüyorum. gülmek iyi geliyormuş hakikaten. daha doğrusu güldürülmek. kısa süreli de olsa rahatlıyor insan. akşama bu ayıklanan fasulyelerden kuru fasulye yapılacak. bu cümleden sonra o imece usulü yaşamaya mecbur çingene diriliyor. gözlerimi kapatıyorum. aklıma ilk kepim ve askılı pantolonumum içine nefret etmeme rağmen soktuğum kareli oduncu gömleğim geliyor. hatta sene 1994 ve bosna'da kan gövdeyi götürürken ben akşam yemeği için fasulye ayıklıyorum. cehaletimden sebep umursamıyorum boşnak kardeşlerime yapılan zulmü. müslümanlığımı bugün ahırda bırakmışım. aynı dinden olan birileri için üzülmeye hiç niyetim yok. hele ki bulgar radyosunun haberlerini sunan o bet sesli adamın anonsunun ardından. bugün ben kendimin efendisi ve efendimin kölesiyim. akşam yemeği için hazırlık yapıyorum. gözlerim camın ardında eve paralel giden çitlere takılıyor. ardındaki dünyaya merak salıyorum. umuda yelken açarken görüyorum ki fasulyeler bitmiş. hayalimin bile yarıda kalması yetiyor. her depreşme niyetli saniye dilimlerinde başladığım noktaya geri dönmek ne kötü.

"olmuş bitmiş bit takım bünyevi olaydan bahsediyorsun. özeti; kimin eli kimin cebinde ve ne yapsak ne etsek de tren olsak temelli olaylar. sen iddia ediyorsun ben daha ilk cümleden ikna olduğum halde haklı oluşunu. kendini doğruluk abidesi gibi sanman hoşuma gidiyor bir an. aslında görevimiz olan acı çekmeye gönüllülük durumunun getirisi bunlar. sen doğrusun, insanlar oy birliği ile yanlışı seçip ona koşmuşlar. doğru olmaktan bile acı duyuyorsun ya o an, kuyruğum olsa sallamamdan anlardın nasıl bir keyif içinde olduğumu. isyan edesin geliyor. yanlışlarının yüzüne vurulmasını istiyorsun. bu görev benim o anda. çünkü anlıyorum ki; kuracağım o cümleler ardından ben bir kaç basamak daha öne çıkacağım. ve itiraf ediyorum, hiç bu kadar özen göstermemiştim anlatmak istediklerime bunca zaman..."

akşam vakti bir kaç hikaye yazasım geliyor. anladım artık, hislerimden kaçamıyorum. bunun için yaptığım en makul iş olan uğurlamaya rağmen. akciğerlerime basınç uygulanıyor sanki, derken kalbim çarpmamazlık eylemine başlıyor keiik kesik... kendime gelmek istemiyorum. akışına bırakmak istiyorum ne olursa olsun artık diye düşünerek. fakat hiç bir şey olmuyor. sadece henüz neden olduğunu çözümleyemediğim kısmi sancılar yaşıyorum ve geçip gidiyor her şey bir anda. hatta bunları yaşarken etkili olsun diye "street split" dinliyorum. farketmiyor. çözülüyorum... demek ki ben aşık değilmişim.

"seni uzaktan yolculamak ne garip. sanki onca cümleyi daha üç saat öncesinde biz kurmadık. el sallamakla yetiniyorum kendime veremediğim cevaplar yüzünde. sen giderken ne kadar da kendine hastın öyle. sade sessiz ve yüzünün sükutu daha yeni "çehre mağazası"ndan alınmış gibi. duvarlarını da beraberinde götürüyorsun fakar. o duvarlar zaten seni böyle yapan, solduran. sen yine de onlar için bir bavul daha hazırlamışsın. derken hareket vakti geliyor. ben bakamıyorum. kafeteryaya oturup tüm bu satırları yazıyorum. "seni seviyorum"a cevap arıyorum, şu an iiçn bulamıyorum. sadece sana bir şiir bırakmak istiyorum içimden. senin ağzından çıkmış ve insanlarına iletilmek üzere...

sonra fark ettim ki;
su akıyor, rüzgar esiyor, yağmur yağıyor.
herşey yine ve aynı şekilde oluyor.
öyle bir yere geldim ki;
sıcak ve soğuk, aşk ve nefret, savaş ve barış,
üşümek ve sonra ısınmak gibi...
gitsem ayrılık olur,
kalsam çöl...
gidersem bende hasret olur ve belki beni sevenler de özler
ama anladım ki;
özlemden kimse ölmüyor.
ama ben ölüyorum...
nefes alıyorum, önemsiyorum ve gitmek istiyorum.
anladım ki;
hasret yeni bir aşka kadar sürüyor.
sevdiklerim ve beni sevenler
bağışlayın
su akıyor ve ben gidiyorum...

tuncay akdoğan"

elim karaladıklaromda. okuyorum ve ıkudukça daha iyi anlıyorum kimyamın değişkenliğini. ardından kendimle ilgili koyduğum en kesin tehşis suratımın düşmesine neden oluyor. meğerse ben ayran gönüllünün tekiymişim...

Hiç yorum yok: