8 Ekim 2008 Çarşamba

İstenilen Düzey

Bölüm 1: Olduğu Yerde

İnsanlar her zaman olduğundan daha soğuklar. Bunun iki sebebinden biri bu şehrin küçüklüğü ve yeni geleni kabullenmezliği. Diğeri ise denizden yüzü tokatlarcasına esen ikindi rüzgarları. Her durumda da bu şehrin insanları soğuk ve şefkatsiz.

Şehir küçük ya, herkes nasıl olsa tanıyor birbirini. Yolda geçip giden arabaların kornaları pek birbirleri için çalmıyor aslında. İkaz maksatlı tüm klakson seslerinin yol kenarında yürüyen veya karşı şeritten gelen aracın içinde görülen bir tanıdığa işaret aslında. İşte o kadar küçük bir şehir. Sadece yaz mevsiminde kalabalıklaşan, bu yüzden cıvıldayan ve ne hikmetse kalabalığın getirdiği neşeyi bir türlü fark edemeyen bir şehir burası. Garip bir şekilde kendini kapatmış insanlar dışarıdan gelene. İşin komiği dışarıdan gelen de hemen kendini belli eder. Kendi isteği ile değil, hani herkes tanıyor ya birbirini. Hemen göze çarpar yeni gelen. İnsanlar uzaktan önce izlerler, sonra umursamazlar bile. Kalıcı olmaya meyilli yerleşimlerde kendini kabullendirmek zordur, yerli halkın antipatikliğinden. Bu şehir, Sinop, halen daha o büyük Gerze yangınının etkisindedir. O günlerden kalma bir kırıklığı vardır yöre halkının dış dünyaya. O günlerden bugünlere bir şehir efsanesi gibi dilden dile dolaşır bu kırgınlık. Sonuç olarak günümüzde vücut bulur ve insan siluetinde soğukluk, hatta istemsizlik olarak yeni geleni karşılar. Çünkü şehir küçük olmak istemiştir. Her yere uzak olmak niyetleri arasında yoktur. Coğrafi konumu diye bahane bulanlar nükleer santral yapmak hususunda hiç bu kadar istekli olmamışlardır nitekim. Bütün bunlar üst üste binince Sinop, içinde dışarıdan gelene karşı istemsiz bir tepki biriktirmiştir. Bu tepki insanlar aracılığı ile tüm ziyaretçilerine ulaşmaktadır.

Tabi istisnalar da vardır. Hani o her şeye rağmen kalıbında olan insanlar. Her yerde, her zaman diliminde bulunabilecek, melek kıvamında olan insanlar. Eğer halen daha bu şehir yaşanabilirse, sebebi sadece bu anlar olabilir. Ancak bugün ortalıkta yoklar belli ki. Ya da ikincil sebep, ikindi rüzgârlarının etkisinde kendilerini saklıyorlar. İkindi rüzgârları bu şehirde garip eser. Deniz üzerinden gelir ve nedense bir tek yüzleri dondurur. Mesela öğlen olsa kimi son bahar mevsiminde esen rüzgârlar, o zaman sahil şeridinde insan bırakmaz. Rüzgar alır götürür o zamanlar. Şimdi ise ne son bahar, ne de bir öğle vakti. Vakit ikindi, mevsim sonuna gelmiş bir yaz zamanı. Esen ise, sedaca çehrelere has ifade söndürücü. Suratlar donuk, dudaklar konuşmaktan feragat etmiş. Bu nasıl bir etki ise insan üzerinde kalan, öylesine uzaklaştırıyor herkesi kendinden. İletişim güçleşiyor. Seyyar satıcılar bile mecburen diyaloglar içindeler sanki. Belki de rüzgâr bahanedir. Akşam olunca tükenen insan hayatıdır asıl sebep. Yapacak hiçbir şeyin olmaması bir etken olamaz mı? Camdan akvaryum içine hapsedilen köpekbalığının düştüğü durum gibi. Akvaryumun dışına et konuyor ve köpekbalığı ona saldırıyor. Cam kafesi engel oluyor her seferinde. En sonunda, köpekbalığı saldırmayı bıraktığında et onunla aynı akvaryuma konuyor. Fakat köpekbalığı eti yemeye yanaşmıyor bile. Bu şehirde insanları önce etrafındaki güzellikleri kullanmaya aç bırakmışlar. İnsanlar umudunu kesince turist bahanesi ile tüm kullanılabilir alt yapıyı seferber etmişler. Bu sefer de hiç kimse nihayet eline geçmiş fırsatı kullanmak istememiş. Çünkü soğutulmuş insanlar, uzaklaştırılmışlar. Üstüne bir de ikindi rüzgârları esmiş. Bezgin olan herkesin suratı bir kat daha ekşimiş. Aslında kimse hor görülmemiş, aşağılanmamış da, sürekli geri plana atılmışlar. Hep ikinci tercih olmuşlar, nedenini bilmeden.

Durum ne olursa olsun, her zaman bu yolda yürüyen, köşe başlarında veya dükkân önlerinde bekleyen, oturduğu çay bahçesinden etrafı dikizleyen meymenetsizler gibi olmayan, kaideyi delmeyecek istisnalıkta insanlar vardı mutlaka. En azından Furkan öyle sanıyordu. Yaklaşık bir aydır yaşadığı bu şehirde ne bir ses olabilmişti, ne bir soluk. Kendine girişte bahşedilmiş oksijeni kadar hava alıyor, limiti doldurunca da fotosentez için geniş ve ferah alanlar arıyordu. Bulduğu ve bildiği tek yer iskele idi. Her mesai bitişi, biten havasını tazelemek ve bu güne kadar deniz görmemiş bünyesinin ufkunu açmak için geliyordu buraya. Onca insan içinde ikindi rüzgârlarından etkilenmeyen, hatta hoşuna bile giden tek kara kalem çalışmaydı kendisi. Dikkat çekiyordu, sempatik olma yüzdesi düşüyordu. Daha henüz Sinop insanının üvey evlat muamelesi gördüğünün bilincine erememişti. Bu sebeple aklında hep çok “yüzsüz ve bencil insanlar” gibi, nedensellikten uzak fikirler ediniyordu. En azından şimdilik, henüz buralarda yeni oluşundan sebep, yargılamak ve sebep sonuç ilkelerin ne denli önemli sonuçlar doğurabileceğinin farkında değildi. Şu an yapmak istediği tek şey, canı tek başınalıktan sıkılana kadar bu ikindi rüzgarının tadını çıkarmaktı. Giderek azalan bu yaz mevsimi kalabalığı içinde.

Aklında nasıl olsa arkadaş edinirim sabiti hüküm sürüyordu. Geldiği yerde kendine has, sosyal bir insandı. Anlamını kavrayamasa da, bir vizyonu olduğu palavrasını sıkardı herkese ve bunu yutturmakta da üstüne yoktu. Yeni bir başlangıç yaptığı bu şehirde ise, sıktığı tüm sosyalleşme palavralarının işe yarayacağını sanıyordu. Çankırı’dan uzak bu şehirde ilk kısa dönemli hedefleri içinde ilk olarak mümkün mertebe kafayı dinlemek vardı. Sonra ise yalnızlığını söndürmeye yarayacak bir takım insancıl faaliyetler.

Hatta şu an bir deneme yapmak istedi. Şeytan tüyünü getirmişti şehirler boyu yanında. İskelenin sonunda balık tutan adamı kestirdi gözüne. Yanına gitti ve gülümseyip “Rastgele!” dedi.

“Eyvallah.” dedi adam en soğuk ses tonu ile.

Neredeyse bomboş olan kovaya çarptı gözü Furkan’ın. “Bugün pek balık yoktu anlaşılan.” dedi.

“Sende mi balık tutuyorsun?”

“Hayır…”

“O zaman işine bak! Sana ne benim ganimetimden!” dedi adam anlaşılmaz bir öfke ile. Bir hışım ile topladı oltasını ve kovasını. Furkan’dan uzak bir yere gitti ve orada devam etti avlanmaya.

Şaşkında Furkan. Yanlış insandan başladığını düşündü. Halbuki, balıkçılar hep konuşkan ve sıcak kanlı olurdu diye biliyordu. Gel gör ki, bugüne kadar değil balıkçı, deniz bile görmemiş birinin böyle bir kanıya varmış olması, bilmediği bu yere dair bütün fikirlerinin çürüyebileceğinin işareti olabilirdi. Yine de şu an bu mağlubiyet ile moral bozmak anlamsızdı. Çünkü şehrin tek arıza adamıydı belli ki ve o adam da Furkan’a denk gelmişti.

Gün kararmıştı. Büfeden alkol tedariki yaptı Furkan. Yavaş adım kiralık ev müsvettesine ilerliyordu. Bir an arkasına dönüp yokuşun ucundan parlayan denize baktı. Böyle bir harikalığı nasıl terk eden insan diye düşündü. Bilmediği bu şehirde şimdilik akşamları dışarıda kalmak istemiyordu. Kendini çok zorlayacak macerasının başladığının farkında bile olmadan apartmanının kapısında sessizce içeri daldı.

Hiç yorum yok: