16 Haziran 2010 Çarşamba

DÜŞ GÖRÜSEL AĞITLAR

Betül Erenler aracılığı ile Samet Karaçul'un kaleminden...

Bir alveol boşluğuyla başlamıştı tüm hikâye. Kirli havanın içine girmesiyle daha da büyüdü ve evrildi tüm yapı. Artık geri dönüşlerin hükümsüz kaldığı arkaya bakılmaksızın ilerlenecek bir patika belirdi önümüzde. Yelkovanlar, akreplerden kaçışmaya devam ederken yük katarı pis dumanını havaya boşalttı ve harekete koyuldu. Tüm zırhlar kuşanılmıştı, sadece bilinçaltı bir patlamanın vurduğu acı kırbaçla yolculuk başladı. Seher vakitlerinin tatlı soğuk meltemleriyle, gün batımlarının hüzün verici kızıllıkları arasında bazen geniz yakan doruk soğuklarının acı duyumları bazense devasa volkanların akıl almaz sıcak lavlarıydık değdiği yerleri kavuran. Bir taraftan değişimler- dönüşümler diğer yandan eriyişler - azalışlar düelloya tutuşuyorlardı küstahça aralarında hâlbuki galibi olmayacak boş bir savaşımın değersiz kurşun askerleriydiler. Bilinçsizce, umarsızca karanlıklara mermi sıktılar ama her seferinde kaybettiler. Peki, nedendir bu kadar uğraşı ve bir varoluşu ayakları üzerinde Truva atı gibi taşıma güdüsü?

Önceleri çamurdan bir su testisiydi şekil alması kolay soğumasıyla misyonunun dışına çıkamayacak kadardı. Kızgın güneşleri gördü, nemli sıcakların gırtlak sıkan bunaltıcılığında terledi. Pek de bir şeyler anlayamadı sadece seyretti dış dünyayı. Etrafında Himalayaları kıskandıran yükseltiler belki de onun beynine kazınmış sıradağlardı ve Kafdağı hep o beyaz zirvelerin arkasında kalan idealizmin sonsuz düzlükleriydi. Düşler neredeydi peki bu yük katarı yoluna nasıl devam edecekti? Düşler, ayaklarındaki tunç'tan yapılma prangaların zincirlerine takılmaktan yürüyemezken nasıl olurda düş görülerinin sonsuz tarlarının tasvirini gölgeli, ruhsuz boşluklarla bir hiç uğruna takas etmeyi aklına getirir olmuştu. Olması gereken bu değildi ve adil olması çok büyük mucizelere gereksinmiyordu. Sığ sularda kıpırdamaktan, kirli sularda parıldamaktan ötesi de olmalıydı. Sis perdeleri usulca kalkmaya, yollarını çığların kapladığı patikaların karları erimeye namzetti artık. Kulaklarımızda asil konçertoların benliğimizi şahlandırışları, zihnimizde epik şiirlerin gözlerimizin maviliklerini yolumuza yansıtması..
Pranga zincirlerini erimeye mahkûmdu artık; bu erime destanlarında dağları eritenlere bile nazireler yapmaktaydı. Değişimler, amansız savaşımda azalışların göğsüne bir kılıç darbesi indirmişti. Şuursuz bilinç, sistem anlamsızlığıyla işlerken med cezirleriyle köhne bedenleri yırtılmış paçavra yelkenlere çevirmekteydi. Azalımlar, aldığı derin yaralara inat hortlamaya devam ediyordu. Böyle bir ucube bir savaştı, anlamsızdı ve yok olmaya hüküm giymişti.

Savaşımlar aralarında tezler üretip durdular, çatıştılar yeniden ürettiler sürekli savaştılar. Bu akış içerisinde bu köhne bedenler delirmiş kaplanlar gibi kimi zaman pençeleriyle etrafını dağıttı kimi zamanda derin yaralarla nefes nefese köşesinde oturdu. Mağlup zamanlarında, tecavüz edilmiş zihninde yola koyuluş anlarını çağırmaya çalıştı. Oradaki ikindi serinliklerini, sevgilerin nefes olup ciğerlerini doldurup sürreal gezilere götürdüğü anlarını .. Geri dönülmez evrim burayı da zapt etmişti. Bir varlık yok mu idi bu fakir varoluşu özünün özgürlüğüne kavuşturacağı yerlere üfleyecek. Onlarda yitirilmişti ya da yok olmuşlardı. Bu andan sonra yok olmaları ile yitirilmeleri, farklı suçlar işleseler de ancak ikisi de yoklardı. Aforizmalarını Diyojen in feneri gibi kullananlar, soyut duvarlarına taparken hayatının özünü kaçıran paganlar, birer kuyruklu yıldız olup beynimizin çorak tarlalarına düşüp gömülen masum yıldızlar, karşıya geçerken bırakılan eller ...

Sadece yok oldular birer nefes gibi atmosferde. Ortada bir et yığınından dışarı boşaltılan irinler gibi egotramblenler, boş inanışlar, ıslak düşler kalmıştı ve kendilerini kemirecek fareleri beklemekteydiler artık. Ucube savaşımlar nereye ulaştılar, düş katarları hangi istasyonları gördüler bilinmez fakat bu köhne varoluşlar yok oluşlarına, anlamsız dünyalarının sevgilerini bağlayıp sonsuzluğuna gömülmekten başka çaresi kalmadığına inanıp yeraltına çekilmeye mahkum edilmişlerdi...

09/01/2010


2 yorum:

transkripsion dedi ki...

çok depresif...

yazan kişinin bu bloğa üye olması lazım... acilen ekibe katılmalı!..

Adsız dedi ki...

Diyorum ama...