4 Ağustos 2009 Salı

Neden Beden

Yedi: Sonra

Sükunet kimsenin kendisine yakıştırdığı bir meziyet değildi. Böyle bir durumda sükunetin erdem sayılması da beklenemezdi. Sessizliği asla vuku bulmayacağı bir yerde tek temenni onca sarf edilen cümlenin anlamlarla bezenmiş olmasıydı. Evet, cümleler anlamlarla yüklüydü. Bu anlamlar kasıt, ima ve olumsuzluklar içeriyordu. Hiç birinde hayatı güzel kılabilecek bir alt metin bile bulunmuyordu. Cümlelerin sahipleri hep karşılarındakine baskın gelmek için saldırganca savuruyorlardı tüm dağarcıklarını. Her kelimenin varsa bir anlamı hiç de iyiye yorulacak gibi değildi.

İnsan’lar bu söylemlerin hırçınlığında kendilerine bir yaşam alanı belirlemişlerdi söylediklerini etraflarını çevrileyen bir duvar kabul ederek. Böylesine tekdüze ve yoz bir popülasyon içinde Çocuk nasıl olabilirdi de yaşabilirdi? Elinde az konuşmak ve kulak asmamak gibi silahlar başka cephanesi yoktu. Ancak bu cephane de bir tükenecekti.

Kafası günlük gazetesine gömülü ve yine herkesten uzak bir masada bir bardak çay sipariş etmişti Çocuk. Gözü burnunun ucundaki haberi okumak için çırpınsa da kulakları bu isteğe mani oluyordu. İnsan’lar yine konuşuyorlar ve yine çekiştirmekten aldıkları hazzı kahkahaları ile ortalığa saçıyorlardı. Son iki haftadır olduğu gibi mevzunun yine Kız ve kendisi olduğunu anlamakta gecikmedi. Zaten her köşe başında manasız bir kinaye birikmiş gözler artık iyice paranoyak yapmıştı Çocuk’u. Acaba Kız de bu bakışlardan rahatsız olmuş muydu?

Çaktırmadan sesin geldiği yöne çevirdi kafasını. Söylenenlere bakılırsa Kız ve Çocuk çoktan halvet olmuşlardı bile. Ancak sadece bir defa öpüştüler o kadar ortak anlarında. Kaldı ki toplansa ne kadar ortak anları olmuştu ki zaten.

Fısıltılarla konuşan iki İnsan dedikodu malzemesinin karşısında bu kadar cesur cümleleri kurmakla büyük bir cesaret anlayışının temellerini oluşturuyorlardı. Bir tanesi çocuk’un bakışlarını fark etti. Konuşulanları az biraz anlayan Çocuk büyük bir öfke ile bakıyordu karşısındakilere. O sırada çalan telefonu sayesinde bakışlarındaki elektrik bir nebze olsun azaldı. Hızlıca telefonunu açtı ve konuşmaya başladı bir gözü diğer ikisinde:

“Efendim… İyiyim canım… nerdesin sen şimdi?.. Nasıl ya nerede olduğumu bilmiyorum?.. Saat 6’da… Yok ben seni alacağım sen hiç telaş etme… Bak program yaptım akşama çok bekletme… Bende öpüyorum canım…”

Telefonu kapatır kapatmaz sivrileştirilmiş kelam anında geldi: “Kız’ı çabuk unuttun galiba!” dedi iki kişiden biri.

“Yok yok! Bence o Kız’dı. Yok ya şimdi burada, Allah bilir nerede! Baksana adres sormak için Çocuk’u arıyor.” dedi diyalogun öteki teki.

Hiç biri Çocuk’un taşan sabrına aldırmıyordu bile. “Çocuk! Onu bunu bilmem de. Lan bu kız senle işi pişirmiş sonra Herif’in biri ile boynuzu takmış diyorlar ne kadar doğru bu?” dedi ilk konuşan sırıtarak.

Çocuk oturduğu yerden kalktı. Sipariş ettiği çayın boş bardağımı eline aldı bir anda ve sıkmaya başladı. Her an karşısındaki bu iki densize saldıracakmış gibiydi hali. Sadece ufak bir söz daha gerekiyordu ya onu harekete geçirmek için. “Ne o ha! Yoksa geçen seferki gibi bardağı mı fırlatacaksın sinirden!” dedi bir diğeri ve kahkahalara büründüler.

Tam söyleneni yapacaktı ki Çocuk Efendi’nin “Hayırdır!” sesi sardı etrafı. Bir tarafta iki gerzek ve diğer yanda onlara saldıracak bir çelimsiz Çocuk vardı. “Çocuk sen benimle gel şimdi. Siz ikinizi de öğleden sonra odamda istiyorum!” diye ekledi Efendi.

Daha önce yaptığı hatayı yenilemesini engellediği için Efendi’ye şükran borçluydu artık Çocuk.

Hiç yorum yok: