23 Ağustos 2009 Pazar

Neden Beden

On İki: Teğet

Bitti her şey. Kız beklide gitti çoktan. Çocuk ise hissiyatını belli edemeden Kız’ın yüzüne karşı ortada kalmış gibi düşünüyordu. Tek başına yuvarlanıp giderken kendi deryasında, istemediği sızıntılar ve dertler içindeydi sonunda. Sürekli reddettiği aşk kapısından bile içeri girmeden ruhunun hırpalayabiliyordu Çocuk’un. Yaşanan bir mağlubiyet üzüntüsü değildi pek tabi. Kaybediş, terk ediliş de değildi. Yaşanan sadece alışkanlıkların dışında bir şeye tutunmaktı. İnsanlardan, sözlerden ve olaylardan farklı bir yerde öylece duran bir insan figürü, o uzak durdukları yüzünden bulaştığı aşk illetine yenik düşmüş ve bunun hezimetini fazlasıyla yaşıyordu. Çok şey söylemek isterdi, sustukça meylere gömülüyordu. Gömüldükçe gözleri kararıyor, tüm dünyası önce flulaşıyor ve yavaşça kararıyordu. Görmüyor, duymuyor ve hissetmiyordu Çocuk bilmem kaç kadehin ardından.

Nedenlerini düşünüyordu. Yalnızlığının, insanlardan uzak durma isteğinin, ardında kalanları nedensizce özleyişinin nedenlerini. Cevapsızdı her geçen süre ve bir türlü anlam veremedi kabuklarının dibine gömülme nedenine. Dünya güzel ve yaşayıp paylaşmaya değerdi oysa ki. Gömülmenin ve toprak altında çürümenin bir nedeni yoktu. Dünya haklıydı ever, yaşanmalıydı her şey ömrün yettiğince. Aşk, sevgi, bağlılık ve mutluluk kombinasyonları paylaşılmalıydı düğer tüm insanlarla. Zira kimsesizlik bir yerden sonra patlak verir ve insanı içinden çıkılmaz buhranlara iterdi. Patlama noktasındaki Çocuk’un tek fırsatı olan Kız ise şimdi yoktu. Uzak durduklarının bir armağanı olan Kız göçüp giderken geç kalınmış her şeyin canlı bir simgesi gibiydi. Kim bilir, Kız sayesinde Başkaları bile daha güzel görünecekti gözüne ve çocuk’ta dünyanın kısır döngüsüne karıştıracaktı kendini. Ancak olmadı… Olamadı… Bu durumda nefretler kusmaktan, bağırmaktan, isyan etmekten ve kendini kaybettiği tüm dehlizlerden daha büyük yalnızlıklar ve çaresizlikler ile çıkmaktan başka bir çaresi yoktu Çocuk’un. Karamış görüş alanında, ağrıyan başından ve büzülmüş vücudundan kalan son enerji kırıntısıyla isyanı dile geldi. “Neden be Kız’ım!..”

Bu feryat sanki şarj etti vücudunu, karamış gözleri yeniden açılmaya kirpiklerinin ardında biriken yaşların kırdığı ışıkların ardında denizi gördü. Sanki başı daha az ağrıyordu şimdi. Aklında dönenlerin gücü tükenmese de, şimdi nefes alıyor, gözyaşlarını silip etrafını seyredebiliyordu çatık kaşlarla. İskelede, bir sabah vaktinin en kör anındaydı. Elinde tuttuğu şişeden bir yudum daha çekti ve içlenerek martıları ve takaları seyretmeye koyuldu hiçbir şey olmamış gibi. İçindeki isyan ateşi saman alevi gibi parlayıp sündü. İçinden geçenleri bir çırpıda ve yine kimseye göstermeden yaşadığını zannediyordu, ardında olan her şeyi görmüş Kız’ı fark etmeden.

Kendini kalkıp yürüyeceği kadar güçlü hissettiği anda doğruldu. Bitip tükenen her şeyin yaşam fonksiyonlarını yok etmesine izin veremezdi nihayetinde. Sokalar boyu yürüyor, evinin yolunda ilerliyordu sallanarak. Kendine o kadar gömülmüştü ki yanından geçen otobüsü fark bile etmedi. Halbuki kafasını kaldırsa ve az dikkatli baksa o siyah camlarından içeri otobüsün Kız’ı görmek o kadar da zor olmazdı. Görse bile sıyrılırdı bu uyuşuk halinden ve optimist insan tavırlarına bürünürdü hemen. Ancak çocuk’u bu uyuşuk halinden uyandıran tek şey inatla çalan telefonuydu. Otobüs çoktan gitmiş ve Çocuk ancak başını standart düzlemine kaldırabilmişti telefonla konuşmak için. Yüzü gülmese de espritüel bir ses tonu takındı ve konuşmaya başladı:

“Ne o ha! Yoksa Biri beni rüyasında mı gördü de sabahın bir körü arıyor!..”

1 yorum:

Adsız dedi ki...

fazla eğlenceli günlerinin ardından hüzün arıyordu kız hayatında. kendinin dahil olmadığı ya da olduğu; yürekten hissettiği ya da yüreğinin sıyırıp geçtiği... hüzün olsundu da işte ne olursa olsundu...
kız; kelimeleri okuduğu, cümleleri bitirdiğinde hiçbiri arasında anlam kuramadığı, anlamadığı, anlamak istemediği, okumak için okuduğu bu yazıda buldu hüznü...
anlamayı çok isterdi ama hüzünlüydü...