2 Ağustos 2009 Pazar

Sıradan veya Sıradışı

On Yedi Uykuya Dalmak

''Bir bakalım neler var... Raflar, boş poşet, boş ketçap kutusu, boş kahvaltı tabakları... Boş bir buzdolabı ve bomboş bir mide!''

Kıçını kaldırıp alışverişe çıkması gerekirdi oysaki. Bir buzdolabından gıda mamulleri üretmesini bekleyemezdiniz haliyle. Ancak Yeşim suçu nesnelere atmaya devam etti. Sorumluluktan oldu olası nefret ederdi. Sorumsuzluklarından da öyle. -Çelişkili mizacı gereği- Savunma mekanizması, çıkar yolu görmemezlikten gelme metodunda bulmuştu öyle ki. Zaten alışverişi ertelemek için çoktan gayet iyi bir sebep bulmuştu: Bayat ve yarım bir sandviç...

Yemeği küçük lokmalar halinde yiyince daha doyurucu oluyormuş... Aynen de öyle oldu nitekim. Hiç denemediği bir usuldü bu hayatının her alanında. Önüne çıkan her şeyden koca bir lokma alırdı ilk başta, beğenmezse tükürürdü. Ki asıl sorun da bir şeyi beğendiğinde başlardı o şey için... Hiç bir şey yapmazdı. Tüketirdi sadece. Ardından da kendine 'sadece'ler bulurdu. acımasızlıklarını masumluk kılıfına sarar, sonra teşhir eder, empoze ederdi gerekli kişilere...

''Sıcak bira, bayat sandviç. İyi ikili.''

Tam paniklerden sıyrıldığı sırada, bayat sandviçi, sıcak birasının en güzel yerinde çaldı telefon.

Ha siktir Emre!

Nefret ettiği sorumluluklardan sorumluluk beğenip yüklüyordu sanki sırtına Yeşim'in... Aptal gerekliliklere gün geçtikçe bir yenisini ekliyordu. Ve muhtemelen onun da tüketim tarihi geçmek üzereydi...

- Efendim bebeğim?

- Nasılsın? Sabah işe yetişebildin mi?

- Evet, öğle yemeğindeyim.

- Sabah yetişemeyecek gibiydin. Çok mu yordum yoksa seni? dedi gülerek. Yeşim'e ne kadar itici geldiğinin farkında bile değildi. Yeşim de ona güldü, daha doğrusu güler gibi yaptı. Çıkardığı seslerin neye benzediğini kendi bile bilmiyordu. Telefonu kapatmak için aradığı bahaneyi bir an önce bulmalıydı.

- Bir öğrenci geldi. Ben seni ararım daha sonra.

Peki demesine fırsat bile vermeden telefonu kapattı. Her zaman yaşadığı son kullanma tarihi sendromuyla yine baş başaydı... Ama çöpe atamıyordu bir türlü. Sorun buydu.

''Her neyse'' dedi ve başını yastığa iyice gömdü. Uyumasaydı olacakları adı gibi biliyordu. Beynini saatlerce bir kelime etrafında yoracaktı: Ayrılsam mı?.. Sonra kendi kendine muhalefet olacak, beynindeki iki tarafta üstünlük sağlayamayacaktı... Sonra bu düşünce gecesi gündüzü olacak ama eli kolu bağlı oturacaktı. Belki de bu şartlarda yapılabilecek en ideal şeyi yaptı Yeşim.

Uyudu…

Hiç yorum yok: